1 Mayıs 2010'un agresif bir şekilde eleştirildiği bir örnek yazı:
Devlet ya da hükümet nihayetinde 1 Mayıs'ın Taksim'de kutlanmasına olan izin kararını vermeyecek mi, vermeyecek mi? Bu soruya net bir cevap beklemek ne kadar zor olabilir ki? Bir kararın alınması şart gibi görünüyor. Bu senenin nasıl geçtiğine ya da geçmemiş olabileceğine bakmadan önce, biraz geçmişe dönelim ve önceki 1 Mayıs kutlamalarını hatırlayalım. 2010 yılındaki 1 Mayıs kutlamaları ile pek bir fark yoktu, daha az kalabalıktı ve Timur Selçuk gibi isimler gelmiyordu. Genellikle birkaç konuşma yapılır, her şey biter ve herkes dağılırdı. Aslında pek protest bir durum da yoktu; en fazla gruplar arasında ufak çaplı kavgalar olurdu. Ne yazık ki laleleri tekmeleme olayı dışında, 1 Mayıs eylemleri pek de hareketli geçmiyordu ve katılanlar genellikle mutlu hissetmiyor, umut dolmayan rutin bir günlüğe dönüşüyordu. Ancak Taksim meselesi ve AKP'nin anlaşılmaz inadı bir araya gelince, 1 Mayıs yeniden popüler hale geldi. Ortam şenlendi, motivasyon arttı, bir heyecan geldi işte.
Bu yıl özellikle Avrupa Kültür Başkenti bahanesiyle izin verilir verilmez, insanlar coşkuyla alana akın ettiler ve birçoğumuz aynı Taksim öncesindeki hayal kırıklığına tanık olduk. Çünkü Taksim'e giremeyince "Neden buradayız?" sorusu adeta anlamını yitiriyordu. Taksim'e girince, o soru tekrar zihinlerimize kazınmaya başladı. Tekel işçileri dışında umut verici pek bir şey göremedik, hatta bir araya gelen belirsiz grupların kopuk ilişkilerini gözlemledik. Ve nihayetinde Taksim'e girdiğimizde, neşe ile birlikte, ortamın sönüklüğünden gelen hüzünü derinden hissettik.
Bu yüzden, bu yılki kutlamanın veya eylemin bir dönüm noktası olmasını umuyorum. Gelecekte daha fazla sol politika tartışabilir, daha etkili eylemler gerçekleştirebiliriz. Sendikaların yanı sıra güvencesiz işçileri de alanlara çıkaracak şartları oluşturabiliriz. Asıl olan emek mücadelesidir; devletin uysallaştırmak istemesine karşı bizim de sadece isyankar bir tavır sergilemek yerine neye odaklanmamız gerektiği önemlidir. Belki de benim mücadeleden çıkardığım bu ders budur.
Devlet ya da hükümet nihayetinde 1 Mayıs'ın Taksim'de kutlanmasına olan izin kararını vermeyecek mi, vermeyecek mi? Bu soruya net bir cevap beklemek ne kadar zor olabilir ki? Bir kararın alınması şart gibi görünüyor. Bu senenin nasıl geçtiğine ya da geçmemiş olabileceğine bakmadan önce, biraz geçmişe dönelim ve önceki 1 Mayıs kutlamalarını hatırlayalım. 2010 yılındaki 1 Mayıs kutlamaları ile pek bir fark yoktu, daha az kalabalıktı ve Timur Selçuk gibi isimler gelmiyordu. Genellikle birkaç konuşma yapılır, her şey biter ve herkes dağılırdı. Aslında pek protest bir durum da yoktu; en fazla gruplar arasında ufak çaplı kavgalar olurdu. Ne yazık ki laleleri tekmeleme olayı dışında, 1 Mayıs eylemleri pek de hareketli geçmiyordu ve katılanlar genellikle mutlu hissetmiyor, umut dolmayan rutin bir günlüğe dönüşüyordu. Ancak Taksim meselesi ve AKP'nin anlaşılmaz inadı bir araya gelince, 1 Mayıs yeniden popüler hale geldi. Ortam şenlendi, motivasyon arttı, bir heyecan geldi işte.
Bu yıl özellikle Avrupa Kültür Başkenti bahanesiyle izin verilir verilmez, insanlar coşkuyla alana akın ettiler ve birçoğumuz aynı Taksim öncesindeki hayal kırıklığına tanık olduk. Çünkü Taksim'e giremeyince "Neden buradayız?" sorusu adeta anlamını yitiriyordu. Taksim'e girince, o soru tekrar zihinlerimize kazınmaya başladı. Tekel işçileri dışında umut verici pek bir şey göremedik, hatta bir araya gelen belirsiz grupların kopuk ilişkilerini gözlemledik. Ve nihayetinde Taksim'e girdiğimizde, neşe ile birlikte, ortamın sönüklüğünden gelen hüzünü derinden hissettik.
Bu yüzden, bu yılki kutlamanın veya eylemin bir dönüm noktası olmasını umuyorum. Gelecekte daha fazla sol politika tartışabilir, daha etkili eylemler gerçekleştirebiliriz. Sendikaların yanı sıra güvencesiz işçileri de alanlara çıkaracak şartları oluşturabiliriz. Asıl olan emek mücadelesidir; devletin uysallaştırmak istemesine karşı bizim de sadece isyankar bir tavır sergilemek yerine neye odaklanmamız gerektiği önemlidir. Belki de benim mücadeleden çıkardığım bu ders budur.