ABD'nin Japonya'ya Nükleer Saldırısı: Bir Savaş Suçumu
2. Dünya Savaşı'nın son aşamalarında, İttifak Devletlerinin zaferiyle sonuçlanan bir savaş, insanlığın hafızasından silinmesi zor bir leke bıraktı. Savaşın ilerleyen dönemlerinde, Almanya ve İtalya'nın yenilgisiyle birlikte, Japonya da müttefikleri arasında yer alıyordu. 1944 yılında Alman saldırısının Sovyetler Birliği tarafından püskürtülmesiyle, İttifak Devletleri tüm cephelerde geri çekilmeye başladı. Nisan 1945'te İtalya teslim oldu ve Mayıs ayında Almanya'nın teslimiyetiyle birlikte faşizm ve nazizm tehdidi ortadan kalktı. Savaş fiilen bitmiş gibi görünse de, ABD'nin Japonya'ya karşı nükleerden başka bir şeye ihtiyaç duymadan gerçekleştirdiği saldırganlık, insanlığın kolektif hafızasına acımasız bir şekilde kazındı.
6 Ağustos 1945'te, savaş fiilen bittiği halde, ABD tarafından Japonya'nın Hiroşima ve Nagasaki şehirlerine nükleer bombalar atıldı. Bu saldırılar, sadece anında yıkım ve ölüm getirmedi, aynı zamanda radyasyonun uzun vadeli etkileriyle de on binlerce sivili etkiledi. Bu vahşetin tek bir açıklaması olabilir: emperyalist güç gösterisi. ABD, savaş bitmiş olmasına rağmen, Japonya'ya karşı bir güç gösterisinde bulunmak ve boyun eğdirilmek istenen ülkelerin ibretle bakmasını sağlamak istemişti.
Peki dünya bu katliama nasıl sessiz kaldı? Nükleer bombaların atıldığı tarihte, Japonya artık bir tehdit değil, yenilmiş bir ülkedendi. O halde, bu saldırının tek açıklaması, masum sivillerin hayatlarını hiçe sayan bir emperyalist güç gösterisi ve işgal hazırlığıydı. ABD, savaş bittiğinde bile, kendi çıkarları için insan yaşamını hiçe sayan bir tutum sergiledi. Bu, sadece Japonya'ya karşı değil, aynı zamanda dünya çapında boyun eğmeyen tüm ülkelere bir uyarıydı. ABD, Irak'ı işgal etmeden önce Bagdad'ı bombaladığı gibi, Vietnam'ı işgal etmeye çalıştığı gibi, Ortadoğu ve Güney Amerika'daki doğal kaynakları sömüren bir emperyalist güç olarak hareket etti.
ABD'nin nükleer saldırıları, insanlığın vicdanında derin bir yara açtı. Bu saldırılar, sadece Japonya'ya karşı değil, aynı zamanda tüm dünya çapında masum sivillerin yaşamına yönelik bir tehditti. ABD'nin terör örgütlerine silah sağlayarak ve işgal politikalarıyla sürdürdüğü yıkım, insanlığın barış ve güvenlik arayışını sürekli olarak tehdit ediyor. Faşizm ve nazizimden sonraki en büyük tehdit olarak görülen ABD emperyalizmi, tüm dünya çapında direnişi ve birleşmeyi gerektiren bir güç olarak karşımızda duruyor. Pearl Harbor saldırısından bağımsız olarak, nükleer bombaların atılması, bir savaş suçundan başka bir şey değildi.
Bu acımasız saldırı, insanlığın kolektif hafızasında, bir daha asla tekrarlanmaması gereken bir uyarı olarak kalmalıdır. ABD'nin Japonya'ya karşı nükleerden oluşan saldırganlığı, emperyalist güçlerin masum insanların yaşamlarını hiçe sayan yüzünü ortaya koymaktadır. Bu nedenle, dünya çapında bilinçli insanlar olarak, ABD'nin eylemlerinin hesabını sormak ve insanlığın barışçıl bir gelecek için direnişi sürdürmek bizim sorumluluğumuzdur.
2. Dünya Savaşı'nın son aşamalarında, İttifak Devletlerinin zaferiyle sonuçlanan bir savaş, insanlığın hafızasından silinmesi zor bir leke bıraktı. Savaşın ilerleyen dönemlerinde, Almanya ve İtalya'nın yenilgisiyle birlikte, Japonya da müttefikleri arasında yer alıyordu. 1944 yılında Alman saldırısının Sovyetler Birliği tarafından püskürtülmesiyle, İttifak Devletleri tüm cephelerde geri çekilmeye başladı. Nisan 1945'te İtalya teslim oldu ve Mayıs ayında Almanya'nın teslimiyetiyle birlikte faşizm ve nazizm tehdidi ortadan kalktı. Savaş fiilen bitmiş gibi görünse de, ABD'nin Japonya'ya karşı nükleerden başka bir şeye ihtiyaç duymadan gerçekleştirdiği saldırganlık, insanlığın kolektif hafızasına acımasız bir şekilde kazındı.
6 Ağustos 1945'te, savaş fiilen bittiği halde, ABD tarafından Japonya'nın Hiroşima ve Nagasaki şehirlerine nükleer bombalar atıldı. Bu saldırılar, sadece anında yıkım ve ölüm getirmedi, aynı zamanda radyasyonun uzun vadeli etkileriyle de on binlerce sivili etkiledi. Bu vahşetin tek bir açıklaması olabilir: emperyalist güç gösterisi. ABD, savaş bitmiş olmasına rağmen, Japonya'ya karşı bir güç gösterisinde bulunmak ve boyun eğdirilmek istenen ülkelerin ibretle bakmasını sağlamak istemişti.
Peki dünya bu katliama nasıl sessiz kaldı? Nükleer bombaların atıldığı tarihte, Japonya artık bir tehdit değil, yenilmiş bir ülkedendi. O halde, bu saldırının tek açıklaması, masum sivillerin hayatlarını hiçe sayan bir emperyalist güç gösterisi ve işgal hazırlığıydı. ABD, savaş bittiğinde bile, kendi çıkarları için insan yaşamını hiçe sayan bir tutum sergiledi. Bu, sadece Japonya'ya karşı değil, aynı zamanda dünya çapında boyun eğmeyen tüm ülkelere bir uyarıydı. ABD, Irak'ı işgal etmeden önce Bagdad'ı bombaladığı gibi, Vietnam'ı işgal etmeye çalıştığı gibi, Ortadoğu ve Güney Amerika'daki doğal kaynakları sömüren bir emperyalist güç olarak hareket etti.
ABD'nin nükleer saldırıları, insanlığın vicdanında derin bir yara açtı. Bu saldırılar, sadece Japonya'ya karşı değil, aynı zamanda tüm dünya çapında masum sivillerin yaşamına yönelik bir tehditti. ABD'nin terör örgütlerine silah sağlayarak ve işgal politikalarıyla sürdürdüğü yıkım, insanlığın barış ve güvenlik arayışını sürekli olarak tehdit ediyor. Faşizm ve nazizimden sonraki en büyük tehdit olarak görülen ABD emperyalizmi, tüm dünya çapında direnişi ve birleşmeyi gerektiren bir güç olarak karşımızda duruyor. Pearl Harbor saldırısından bağımsız olarak, nükleer bombaların atılması, bir savaş suçundan başka bir şey değildi.
Bu acımasız saldırı, insanlığın kolektif hafızasında, bir daha asla tekrarlanmaması gereken bir uyarı olarak kalmalıdır. ABD'nin Japonya'ya karşı nükleerden oluşan saldırganlığı, emperyalist güçlerin masum insanların yaşamlarını hiçe sayan yüzünü ortaya koymaktadır. Bu nedenle, dünya çapında bilinçli insanlar olarak, ABD'nin eylemlerinin hesabını sormak ve insanlığın barışçıl bir gelecek için direnişi sürdürmek bizim sorumluluğumuzdur.