Tüketim toplumu ve dünyanın geleceği - ne kadarı yeterli? kitabının ön sözünden; Sovyetler Birliği'nin çöküşü ve Soğuk Savaş'ın sona ermesinden sonra, birçok düşünür yeni bir dünya düzeni için kuramlar geliştirdi. Bir düşünür için "tarihin sonu" gelmişti; bir diğeri ise artık dünyamızda "etnik ve kültürel çatışmalar" devrinin başlayacağını muştuluyordu! Kapitalizmin zaferinin kesin ve tartışılamaz olduğu, bundan böyle dünyayı küresel piyasanın yöneteceği kibirle ilan edilmişti. Oysa, artık kapitalizmin önünde siyasi bir ideolojiden çok daha güçlü bir engel, doğa engeli vardı. 1992 Rio Çevre Zirvesi'nden "sürdürülebilir kalkınma" kavramı doğdu. Dünyamızın tek süper gücü olarak kalan ABD, kalkınmakta olan ülkelerin geleceğe dönük ekonomik özlemlerini bu kavram çerçevesinde gerçekleştirebileceklerini, çevre koruması ve ekonomik kalkınmanın birbirine zıt hedefler olmadığını öne sürüyordu. Birleşmiş Milletler konuyu hala bu çerçevede ele alıyor. Ama aradan geçen altı yılın bulguları bu hedefin fazlaca iyimser ve gerçekleşmesi olasılığının çok düşük olduğunu ortaya koymakta. İşin püf noktası şu soruda gizli: Yoksul veya kalkınmakta olan ülkeler ABD düzeyinde üretir ve tüketirlerse, dünyamızın kısıtlı doğal kaynakları bunun için yeterli olacak mı? Sorunun yanıtı kesin bir hayır. Üstelik bu yanıt yalnızca militan çevrecilerden değil, uluslararası siyaset ve ekonomi arenasının en yetkili sözcülerinden de geliyor. Dünya Bankası başkanı James Wolfesohn'dan uluslararası yatırımcı George Soros'a kadar uzanan yelpazedeki birçok kişi yeni bir ekonomik düzenin gereğinden söz ediyorlar. Ünlü Soğuk Savaş yanlısılarından Zbigniew Brzezinski, "Kendini frenleme ihtiyacının, tüketimciliği zapturapta almak üzere zorunlu olarak yeniden ortaya çıkmakta olduğuna dair bazı işaretler var. " Buraya, herhalde, ekoloji hareketi en iyi örnektir, her şeyin fazlasının mutlaka iyi bir şey olacağı varsayımına karşı bir direnme getirmektedir.""Ne kadarı yeterli?" kitabı günümüzün yoğun üretim-çılgın tüketim sarmalını irdeliyor ve bu gidişin sonunun ekolojik bir felaket olacağını örnekleriyle sergiliyor. En acıklısı da çılgın tüketim ekonomilerinin insanları mutlu edemediğini, komşuluk ilişkilerini ve aile içi ilişkileri sildiğini, sosyal dayanışmayı tırpanlayıp, insanları topluma ve doğaya karşı yabancılaştırdığını öğrenmemiz. Dünyada kişi başına düşen gıda tüketiminin en yüksek olduğu ABD'de insanlar zayıflama rejimleri ve reçeteleri için yılda 35 milyar dolar harcıyorlar. Böyle bir düzende yanlış bir şeyler olmadığını kim iddia edebilir? Kuşkusuz çözümü bir ortaçağ düzenine dönüşte aramayacağız. Günümüzün teknolojisinden yararlanarak ve doğru politikalarla nüfus artış hızını düşürerek bir miktar düzelme sağlayabiliriz. Ama hepimize düşen asıl büyük görev ihtiyacımızdan çok daha fazla tüketmek, yakmak, eskitmek, yenilemek ve atmak üzerine kurulmuş olan çağdaş yaşam biçimine sırt çeviren ve paylaşmayı öne çıkaran bir düzene doğru yönelmektir. Suçlu sensin, benim, bizleriz. Sorumlu olan da hepimiz, sorunu çözecek olan da bizleriz. Hayrettin Karaca Tema Vakfı Başkanı