Tek tipleştirilmiş bir varlık gibi sunuluyor annelik; oysa bunun da çeşitleri var. Dün bir yerde üç yaşında çocuğuna "kes sesini" diyerek çocuğu hırpalayan, sonra suçlu hissettiğinden olacak birden ona sarılan ve ardından yeniden bağıran bir ruh hastası versiyonunu gördüm mesela. Böyle anneler de çok. Kutsal mı şimdi bu kadın?
Bütün bunlar olurken kendi annem ile, neredeyse 70 yaşındaki kendi annem ile otuyordum. İster istemez annemle ilişkimi düşünmeye başlıyorum. Oysa bu kaçtığım bir şey. Çok çetrefilli bir konu, düşünerek işin içinden çıkılmıyor.
Annem 15 yaşında zengin bir adamla evlendirilmiş, ondan şiddet görünce kaçarak baba evine dönmüş, 18 yaşında da kendisinden 16 yaş büyük babamla evlendirilmiş bir kadın. Eğitim yok, kendi ailesinden pek sevgi görmemiş. 24 yaşına geldiğinde mutlu aile tablosunda üç çocuk, koca olarak yaşlı bir kumarbaz ve de gündelikçi anne var.
Çocukluğum annemin mutsuzluğuna sebep olduğum inancının yarattığı suçluluk duygusu ile geçti. İlk gençliğim ve üniversite hayatım, yani hayatımın en güzel yılları ise önce ona yardım etmeye sonra da ona eve yapmaya çalışarak geçti. 12 yaşında yazları patates tarlasında işçilik, sonra annemle gündelikte büyük temizliklere yardım. Büyümüş de küçülmüş mükemmel bir çocuk olmaya çalışan kara bir kız.
Ne mi düşünüyordum? Olur da ben iyi olursam, belki annem bir sevgi kırıntısı atar önüme. Belki gülümseyen bir annem olur. Sıcak bir kucak, neşeli, sevgi dolu. Hayatım boyunca ona ihtiyacı olan şeyleri verirsem mutlu olacağına inandım. Bir çocuk annesinin mutlu olmasından başka ne ister?
Üstelik psikiyatristler de söylüyor, çocuk çevresindeki her şeyi kendi ile ilgili sanırmış. Annen mi mutsuz, suçlu sensin. Bir şeyler yap bunu düzelt. Tacize mi uğradın, suçlu sensin. Kimseye söyleme, daha da cezalandırılırsın gibi çalışan bir iç mekanizma var çocukta.
Annemle sohbet ediyorum şimdi, sorsan hayatını bize adadı, gündelikçilik yaparak üç çocuk yetiştirdi. Çocuklarının hepsi meslek sahibi, dışardan bakarsan düzgün insanlar. Ama o çocuklarının ne düşündüğü veya hissettiği asla düşünmedi. Onlara görevler verdi, baskı yaptı, sorumluluklar yükledi. Hata yaptıklarında acımadı. Terliğin tadını unutmadım.
Her zaman mutsuz, her zaman cezalandırıcı, her zaman hasta, her zaman sadece kendi ile ilgili. Buna rağmen her zaman bizim için süpürge edilmiş o saçlarla itelenerek "kalk, kalk, oturma çalış boş durma, koş" derdi.
Şu yaşta hala dinlenmek benim için suçluluk kaynağı. Yanlış bir şey yapıyorum hissi yaratıyor. Huzurlu hissetmem mümkün değil. Sürekli kaygı içindeyim. Sebep değişse de his baki kalıyor.
Anne olmayı istemedim. Belki bütün bunlar yüzünden ruh halimdeki yaralar iyi bir anne olmama engel olacaktı, belki içten içe bunu bildiğim için.
Kedim öldü geçen hafta. İstemeden sahip olduğum çocuğum benim. Böyle bir acı yok dünyada. Ona da iyi bir anne olamadım.
Bu dünya annelere değil, çocuklara kolaylık versin. Çocukları korusun bir yerden, bir yaradan varsa. Çünkü çoğu anneden ve babadan fayda yok.
Bütün bunlar olurken kendi annem ile, neredeyse 70 yaşındaki kendi annem ile otuyordum. İster istemez annemle ilişkimi düşünmeye başlıyorum. Oysa bu kaçtığım bir şey. Çok çetrefilli bir konu, düşünerek işin içinden çıkılmıyor.
Annem 15 yaşında zengin bir adamla evlendirilmiş, ondan şiddet görünce kaçarak baba evine dönmüş, 18 yaşında da kendisinden 16 yaş büyük babamla evlendirilmiş bir kadın. Eğitim yok, kendi ailesinden pek sevgi görmemiş. 24 yaşına geldiğinde mutlu aile tablosunda üç çocuk, koca olarak yaşlı bir kumarbaz ve de gündelikçi anne var.
Çocukluğum annemin mutsuzluğuna sebep olduğum inancının yarattığı suçluluk duygusu ile geçti. İlk gençliğim ve üniversite hayatım, yani hayatımın en güzel yılları ise önce ona yardım etmeye sonra da ona eve yapmaya çalışarak geçti. 12 yaşında yazları patates tarlasında işçilik, sonra annemle gündelikte büyük temizliklere yardım. Büyümüş de küçülmüş mükemmel bir çocuk olmaya çalışan kara bir kız.
Ne mi düşünüyordum? Olur da ben iyi olursam, belki annem bir sevgi kırıntısı atar önüme. Belki gülümseyen bir annem olur. Sıcak bir kucak, neşeli, sevgi dolu. Hayatım boyunca ona ihtiyacı olan şeyleri verirsem mutlu olacağına inandım. Bir çocuk annesinin mutlu olmasından başka ne ister?
Üstelik psikiyatristler de söylüyor, çocuk çevresindeki her şeyi kendi ile ilgili sanırmış. Annen mi mutsuz, suçlu sensin. Bir şeyler yap bunu düzelt. Tacize mi uğradın, suçlu sensin. Kimseye söyleme, daha da cezalandırılırsın gibi çalışan bir iç mekanizma var çocukta.
Annemle sohbet ediyorum şimdi, sorsan hayatını bize adadı, gündelikçilik yaparak üç çocuk yetiştirdi. Çocuklarının hepsi meslek sahibi, dışardan bakarsan düzgün insanlar. Ama o çocuklarının ne düşündüğü veya hissettiği asla düşünmedi. Onlara görevler verdi, baskı yaptı, sorumluluklar yükledi. Hata yaptıklarında acımadı. Terliğin tadını unutmadım.
Her zaman mutsuz, her zaman cezalandırıcı, her zaman hasta, her zaman sadece kendi ile ilgili. Buna rağmen her zaman bizim için süpürge edilmiş o saçlarla itelenerek "kalk, kalk, oturma çalış boş durma, koş" derdi.
Şu yaşta hala dinlenmek benim için suçluluk kaynağı. Yanlış bir şey yapıyorum hissi yaratıyor. Huzurlu hissetmem mümkün değil. Sürekli kaygı içindeyim. Sebep değişse de his baki kalıyor.
Anne olmayı istemedim. Belki bütün bunlar yüzünden ruh halimdeki yaralar iyi bir anne olmama engel olacaktı, belki içten içe bunu bildiğim için.
Kedim öldü geçen hafta. İstemeden sahip olduğum çocuğum benim. Böyle bir acı yok dünyada. Ona da iyi bir anne olamadım.
Bu dünya annelere değil, çocuklara kolaylık versin. Çocukları korusun bir yerden, bir yaradan varsa. Çünkü çoğu anneden ve babadan fayda yok.