Foruma hoş geldin 👋, Ziyaretçi

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Foruma üye olmak tamamen ücretsizdir.

Atatürk İlkeleri

bullvar_katip

Administrator
Katılım
21 Mayıs 2024
Mesajlar
532,105
[[Dosya:Atatürk CHP'nin 4. Kurultay'ında (9 Mayıs 1935).jpg|küçükresim|upright=1.23|Altı Ok Atatürk'ün ilkelerini simgeler.]] Atatürk İlkeleri, Türkiye'nin ilk cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk'ün yürürlüğe koyduğu, döneminin pragmatik politikalarını belirlemiş altı ilkedir. "Altı Ok" denilen altı ilkeye ilk olarak 1931'de "Kemalizm" adı verildi ve 13 Mayıs 1935'te "Kamâlizm" adıyla ülkenin kurucu ve tek partisi olan Cumhuriyet Halk Partisi'nin program ilkeleri olarak benimsendi. Daha sonra, 1937'de çıkarılan bir kanunla 1924 Anayasası'na eklenen ilkeler, anayasal olarak Türkiye'nin ulusal ideolojisi hâline geldi. Ahmet Taner Kışlalı'ya göre bu ilkelerden laiklik, milliyetçilik ve cumhuriyetçilik, Fransız Devrimi'nin etkisinde, diğer üç ilke olan halkçılık, devrimcilik ve devletçilik ise Sovyet Devrimi'nin etkisinde oluşmuştur. Temel ilkeler Cumhuriyetçilik Cumhuriyet; egemenliğin halkta olduğu devlet yönetimi demektir. Cumhuriyet, demokrasinin bir uygulama şekli olup halkın kendi kendini yöneterek yönetimde söz sahibi olduğu rejim demektir. Cumhuriyetçilik ise devlet yönetiminde cumhuriyetin bulunması demektir. Arapçada halk demek olan "cumhur" kelimesinden gelir. Bu bakımdan, halk ve yönetim kelimelerinin bir araya geldiği "demos" ve "kratos", yani demokrasi sözcüğünün eş anlamlısı kabul edilebilir. Atatürk, demokrasi ve cumhuriyetin birbirinden ayrı olmadığını “Demokrasinin tam ve en belirgin şekli cumhuriyettir” sözüyle ifade etmiştir. Cumhuriyet yönetimi 1923 yılından itibaren anayasaya eklenmiştir ve anayasanın birinci maddesidir. Anayasanın ikinci maddesinde de cumhuriyetin nitelikleri belirtilmiştir. Buna göre Türkiye, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, demokratik, laik, sosyal bir hukuk devletidir. Atatürk, liberal demokrat bir cumhuriyet rejimini benimsemiştir ve kurmak istediği rejim hakkında şunları söylemiştir: “Biz öyle bir rejim, öyle bir düzen istiyoruz ki; ileride padişah yanlıları da parti kursunlar”. Aynı zamanda Atatürk, cumhuriyeti Türk gençliğine emanet etmiş ve cumhuriyet için “Türk milletinin karakter ve adetlerine en uygun olan idare” ifadesini kullanmıştır. Kavramın gelişimi Ali Suavi, Namık Kemal ve başka Genç Osmanlılar özellikle Amerikan ve Fransız devrimlerinin de etkisiyle sultanın otoritesini kısıtlayacak bir rejim talep ediyorlardı. Özellikle Sultan II. Abdülhamit döneminde Fransız filozofların görüşleri Jön Türkler arasında geniş ölçüde yayıldı. Atatürk de bu oluşumun bir parçasıydı. Bununla birlikte, Atatürk'e kadar reform düşüncesi meşrutet fikrinin ötesine geçmemişti. Cumhuriyet düşüncesinin gelişme fırsatı bulması özellikle I. Dünya Savaşı'nı izleyen dönemde mümkün oldu. Savaştan sonra Rusya, Almanya ve Avusturya gibi imparatorluklar yerlerini cumhuriyet rejimlerine bıraktı. 1918'de Azerbaycan ilk Müslüman cumhuriyet olarak kuruldu. Rusya'daki diğer Müslüman halklar da kendilerini cumhuriyet olarak ilan etti. Cumhuriyet fikri böylece bütün Orta Doğu ve Kuzey Afrika'ya yayıldı. Atatürk'ün cumhuriyet kurma projesini ne zaman planlamaya başladığı tam olarak bilinmemektedir. Buna karşın, daha 1919'daki milliyetçi toplantıların raporlarına bakarak bağımsızlık mücadelesinin başından itibaren Atatürk'ün cumhuriyetçi fikirlerinden etkilenmiş olduğu söylenebilir. Ancak sultanlığa ve halifeliğe bağlılığın kuvvetli olması nedeniyle Atatürk ve onun gibi düşünenler fikirlerini gerçekleştirmek için beklemek zorunda kaldılar. Cumhuriyet, saltanatın kaldırılmasından neredeyse bir yıl sonra ilan edilmiştir. Milliyetçilik Atatürk'e göre millet, geçmişte bir arada yaşamış, bir arada yaşayan, gelecekte de bir arada yaşama inancında ve kararında olan, aynı vatana sahip, aralarında dil, kültür ve siyasi birlik olan insanlar topluluğudur. Atatürk'ün tanımladığı milliyetçilik; din ve ırk ayrımı gözetmeksizin, ulus tanımını vatandaşlık ve üst kimlik değerlerine dayandıran sivil milliyetçi bir vatanperverlik anlayışıdır. Afet İnan'ın Medeni Bilgiler isimli kitabında Atatürk kendi millet tanımını açıklamış bu tanımın içine ırk, etnik köken ve din gibi hususları katmamıştır. Atatürk, milleti “Türkiye halkı, ırken veya dinen veya harsen birleşik ve yekdiğerine karşı hürmet ve fedakârlık hisleriyle dolu ve mukadderat ve menfaatleri ortak olan bir toplumsal hey’ettir” diyerek tarif etmektedir. Ayrıca Atatürk, Ziya Gökalp gibi Türkçülerin hars-medeniyet ayrımına katılmamış ve "medeniyet, harstan başka bir şey değildir" yorumunu yapmıştır. Atatürk milliyetçiliğini yansıtan 1982 Anayasası'nın 66. maddesinde "Türk Devleti'ne vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk'tür." denmektedir. Atatürk, Vatandaş İçin Medenî Bilgiler kitabında millet tanımını "Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir." şeklinde yapmıştır. Halkçılık Halkçılık ilkesi, her şeyden önce “Halkın halk tarafından halk için idaresi” anlamına gelen ilerici, batılı gerçek bir demokrasinin gerçekleşip yerleşmesi amacına yönelmiştir. Aynı zamanda ulusal egemenliği ön planda tutar. Devlet, vatandaşın refah ve mutluluğunu amaçlar. Vatandaşlar arasında iş bölümü ve dayanışmayı öngörür. Ulusun devlet hizmetlerinden eşit bir şekilde yararlanmasını sağlar. Atatürk’ün halkçılık ilkesinden anlaşılan; toplumda hiçbir kimseye, zümreye ya da herhangi bir sınıfa ayrıcalık tanınmamasıdır. Herkes kanun önünde eşittir. Halkçılık ilkesine göre; hiçbir kimse başkalarına karşı dinsel, dilsel, ırksal veya mezhepsel açıdan üstünlük sağlayamaz. Halkçılık, Mustafa Kemal tarafından kurulan Cumhuriyet Halk Partisi'nin programında şu şekilde tanımlanmıştır: "Bizim için insanlar yasa önünde tamamen eşit muamele görmek zorundadır. Sınıf, aile, fert arasında bir ayrım yapılamaz. Biz, Türkiye halkını çeşitli sınıflardan oluşan bir bütün olarak değil, sosyal yaşamın gereksinimlerine göre çeşitli mesleklere sahip olan bir toplum olarak görmekteyiz." Fakat kolektivizm ile karıştırılmamalıdır, Atatürk'ün burada bahsettiği "halkçılık", sol ülkelerin kullandığı toplumcu bir ideoloji değildir ve bireycilik ile ters değildir. Atatürk'ün halkçılığı, 1935 CHP programında ve Atatürk'ün Medeni Bilgiler kitabında bahsedildiği üzere sınıfların ortak dayanışması üzerine kurulu solidarizmi ve toplumsal ayrımcılığın (din, dil, ırk vb.) bitirildiği egaliteryenizmi savunur. Kadın-erkek eşitliği konusunda gerekli önlemlerin alınmış olması; öğretim birliğinin gerçekleştirilmiş olması; her yurttaşın öğrenebileceği yeni bir Türk alfabesinin hazırlanması ve her yurttaşın devlet organları önünde eşit muamele görmesi konusunda alınan önlemler halkçılık ilkesini destekler niteliktedir. Ahmet Taner Kışlalı'ya göre Kemalist halkçılık, toplumun en yoksul ve en eğitimsiz kesimini güçlendirmek, toplumsal dayanışmayı sağlamak istiyordu. Tarihçe Sultan Abdülaziz döneminde başta Ali Suavi olmak üzere kimi Osmanlı aydınları Rusya'daki Narodnik hareketinden etkilenerek halkın sorunlarıyla ilgilenmeye başladılar. 19. yüzyılın sonlarında başta Mehmet Emin Yurdakul olmak üzere birçok edebiyatçı halkçılıktan etkilenmişti. 1908 Devrimi'nden sonra halk sözcüğü geniş bir kullanım alanı buldu. Halkçılık, uzun bir süre iyiliksever aydınların kitlelerin yararına harekete geçmesi olarak düşünülmüştü. Bu anlayış I. Dünya Savaşı sonrasında değişmeye başladı. Ziya Gökalp 1918'de Sovyet Devrimi'nden kısa bir süre sonra, Durkheim'in etkisiyle sınıf çatışmasının kötü olduğu sonucuna varıyor, karşı çıkıyor ve buna karşı halkçılığı savunuyordu. Gökalp halkçılığı şöyle tanımlıyordu: "Eğer bir toplum birkaç katman veya sınıftan oluşuyorsa, o zaman eşitlikçi bir toplum değildir. Halkçılığın amacı katman veya sınıf farklılıklarını bastırmak ve bunların yerine, birbirleriyle dayanışma içinde olan meslek gruplarından bir sosyal yapı oluşturmaktır. Başka bir deyişle, halkçılığı şöyle özetleyebiliriz: sosyal sınıflar yoktur, meslekler vardır!" Bu yaklaşım büyük oranda solidarizme işaret ediyordu. Yusuf Akçura da kendi görüşlerindeki 2 esas fikri şöyle açıklamıştı: "İki esâsi (esaslı) fikir vardır ki onların doğruluğuna tâ gençliğimden beri, kâni ve mümin (ikna olmuş ve inanmış) idim; ve elimden geldiği kadar da o iki fikrin hizmetçisi olmaya çalıştım. Bu iki fikirden birisi milliyetçilik (nasyonalizm), diğeri halkçılık (demokratizm)’dır." Bu anlayış Türk Kurtuluş Savaşı boyunca milliyetçileri, özellikle de Kemalistleri büyük oranda etkiledi. Her ne kadar Gökalp'in önerdiği korporasyonlar gerçekleştirilmediyse de, halkçılık ilkesi, sınıf dayanışması fikriyle Kemalist liderler tarafından kabul edildi. Başta Atatürk olmak üzere Kemalist liderler Türkiye'de henüz sınıfların gelişmemiş olduğunu vurguladılar. Dayanışma fikrini de olası bir komünist devrimle ve sınıf çatışması düşüncesiyle mücadele edebilmek üzere benimsediler. Ayrıca bunu tek parti sisteminin gerekçesi olarak gördüler. Laiklik Laiklik, devletin vatandaşlarıyla olan ilişkilerinde inançlara göre ayrım yapmaması ve ayrıca, herhangi bir inancın, özellikle de bir toplumda egemen olan inancın, aynı toplumda azınlıkların benimsediği inançlara baskı yapmasını önlemesi demektir. Diğer bir tanımlamayla da devlet yönetiminde herhangi bir dinin referans alınmamasını ve devletin dinler karşısında tarafsız olmasını savunan prensiptir ki devlet düzeninin, eğitim kurumlarının ve hukuk kurallarının dine değil, akla ve bilime dayandırılmasını amaçlar. Ayrıca, din işlerini kişinin vicdanına bırakarak bireyin din özgürlüğünü koruyabilmesini sağlar. Laikliğe göre, insan yaşamında ibadetin dışında her türlü tasarruf, dine (kutsal kitaba) göre değil, anayasaya, yasalara ve kurallara göre yapılır. Din, kişinin özel yaşamının bir parçasıdır. Laiklik ise din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılmasıdır. Mustafa Kemal 1924 yılında yaptığı bir konuşmada "Dünyada her şey için; medeniyet için, hayat için, muvaffakiyet için en hakiki mürşit ilimdir, fendir. İlim ve fennin haricinde mürşit aramak gaflettir, cehalettir, dalalettir." demiştir. Laiklik, devletçilik dışındaki diğer ilkelerin hepsinin de ön koşulları içinde yer alır: Demokrasinin ön koşuludur; çünkü laiklik olmadan gerçek bir düşünce özgürlüğü de olamaz. Devrimciliğin ön koşuludur; çünkü laikliği kabul etmemiş bir toplumda, bilimin ve çağın gereklerinin gerisinde kalmış kurumları değiştirmenin tartışması bile genellikle yapılamaz. Halkçılığın ön koşuludur; çünkü bir din devletinde halkın istekleri değil, dinsel "seçkin"lerin düşünceleri önemlidir. Atatürk, laiklik anlayışını, kendi el yazısı ile kaleme aldığı "Medeni Bilgiler" kitabında, sadece din ve devlet işlerinin değil, dinin de siyasetten ayrılması ve yasaların dine göre değil, toplumun gereksinmelerine göre yapılması ilkelerine bağlamaktadır. Türkiye'de laikleşme aşamaları şunlardır: Saltanatın kaldırılması (1922) Halifeliğin kaldırılması (1924) Tevhîd-i Tedrîsât Kanunu'nun (Öğretim Birliği Yasası) çıkarılması (1924) Tekke, zaviye ve türbelerin kapatılması (1925) Medenî Kanun'un kabulü (1926) “Devletin dini İslam’dır.” ibaresinin anayasadan çıkarılması (1928) Atatürk İlkeleri'nin anayasaya girmesi (1937) Devletçilik Atatürk’ün devletçilik ilkesi; Türk toplumunu çağdaş ve modern bir düzene ulaştırabilmek için gerekli olan ekonominin güçlendirilmesi ve millî bir burjuva sınıfının oluşturulmasıdır. Devletçilik ilkesi Atatürk'ün adlandırdığı üzere ılımlı devletçiliktir. Ilımlı devletçiliğe göre Kemalist ekonomi serbest piyasa ve birey esaslı olmasına rağmen, serbest piyasanın giremeyeceği veya girmek istemediği yerlere devlet el atabilmektedir fakat devlet hiçbir zaman bireyin önüne geçmemelidir, bu sebeple Kemalist Devletçilik sosyal liberal ekonomiye benzer yapıdadır. Atatürk'ün dediği üzere bu ılımlı devletçilik asla sosyalist devletçilik ile karıştırılmamalıdır çünkü devletçilik ilkesi, Atatürk'ün dediği üzere "sosyalizm ilkesine dayanan kolektivizm ve komünizm"den farklıdır. Atatürk, kendi ekonomi anlayışını şu sözlerle açıklamıştır: "Devlet bireyin yerini alamaz, fakat, bireyin gelişme ve kalkınması için genel koşulları göz önünde bulundurmalıdır. Devlet eliyle yapılacak işler, bireyin büyük kar getirmediğinden dolayı yapmayacağı işler veya milli çıkarlar için gerekli olan ekonomik işleri kapsar. Özgürlüklerin ve yurt bağımsızlığının sağlanması ve korunması ile iç işlerinin düzenlenmesi nasıl devletin görevi ise, devlet vatandaşların öğretimi, eğitimi, sağlığıyla ilgilenmek zorundadır. Devlet, memleketin asayiş ve savunması için yollarla, demir yolları ile, telgrafla, telefonla, memleketin hayvanlarıyla, her türlü taşıtlarıyla, milletin genel servetiyle yakından ilgilidir. Memleket yönetiminde ve savunmasında, bu saydıklarımız, toptan, tüfekten, her türlü silahtan daha önemlidir. (...) Özel çıkarlar çoğunlukla, genel çıkarlarla tezat halinde bulunur. Bir de, özel çıkarlar, en nihayet rekabete dayanır. Oysa, yalnız bununla ekonomik düzen kurulamaz. Bu kanıda olanlar kendilerini, bir serap karşısında, aldatılmaya terk edenlerdir. (...) Bir de, ferdin kişisel çalışmaları, ekonomik kalkınmanın esas kaynağı olarak kalmalıdır. Ferdin gelişimine mani olmamak bilhassa iktisadi sahadaki özgürlük ve teşebbüsler önünde devletin kendi faaliyeti ile bir engel yaratmaması demokrasi prensibinin önemli esasıdır." Devletin sosyal adaleti sosyal yardımlarla yerine getirmesini savunan Atatürk, sosyal devlet modelini benimsediğinden şöyle bahsetmektedir: "Demokrasi, vatandaşa hayatını gerçekleştirmek ve her türlü bireysel ve sosyal görevlerinin yerine getirilmesi hürriyetini ve imkânını bırakır. Ancak, diğer taraftan, hastalar, zayıflar, sakatlar gibi hürriyetlerinden tamamen yararlanamayan bazı vatandaşlara da bir hayat sağlamak zorundadır. Bu gibi görevleri, sosyal yardım kurumu görür. (...) Devlet tarafından hastaneler açılması ve bunlara, yerel yönetimin kararıyla bazılarının parasız olarak kabulü sosyal yardım kurumunun gördüğü hizmetlerdendir. Bundan başka, memur ve hizmetlilerin işçi ve köylülerin emekli sandıkları ve kaza ve ölüm halleri için sigorta kasaları gibi sosyal bakımdan kurumlan da vardır. Birçok devletlerde, yaşlılık, işsizlik ve ölüm gibi durumlara karşı, herkes için “sosyal sigorta” uygulanmaktadır." Üstelik Atatürk, 1 Kasım 1937'deki meclis açılış konuşmasında şunu da eklemiştir: "Kesin zorunluluk olmadıkça piyasalara karışılmaz; bununla birlikte hiçbir piyasa da başı boş değildir." İçeriği ve gelişmesi Atatürk, Devletçilik ilkesini, Halkçılık ilkesi ile bağlantılı olarak değerlendirmektedir. Yoksul, yüzyıllardır ihmal edilmiş olan halkın kalkınması ve çağdaş yaşam düzeyine ulaşması için 1923-1930 yılları arasında, kalkınma için gerekli yatırımları yapması özel girişimcilerden beklendi. Ama bu işlevi yerine getirmeye özel kişilerin yeterli parası, yeterli deneyimleri ve yeterli teknolojik birikimi yoktu. Atatürk ülkeyi kalkındırmak, halkı çağdaş uygarlık düzeyine ulaştırmak için "Devletçilik" ilkesini benimsedi. Böylece hem üretim artırılacak, sanayi gerçekleştirilecek ve ülke içindeki serbest piyasa toparlanana kadar devlet ekonomiye müdahale edecekti. Atatürk tüm bu ulusal ekonomiyi inşa etme döneminde yabancı sermayeye hiç de düşmancıl yaklaşmamış, aksine "ülkesi üzerinde emelleri olmayan bütün sermayedarlarla ve ülkelerle" işbirliği yapıldığını ve yapılacağını söylemiştir. Bu ilke Atatürk'ün ulusal ekonomiyi, sağlam temeller üzerine oturtma amacına yönelik olarak "İktisaden zayıf bir ulus, fakirlik ve sefaletten kurtulamaz. Toplumsal ve siyasi felaketten yakasını kurtaramaz." felsefesine dayalı şekilde yerini almıştır. Atatürk bu ilkenin amacını "Özetle, bizim izlediğimiz devletçilik, bireysel emek ve çalışmayı esas tutmakla birlikte, mümkün olduğu kadar az zaman içinde milleti zenginliğe ve ülkeyi bayındırlığa ulaştırmak için milletin genel ve yüksek menfaatlerinin gerektirdiği işlerde özellikle ekonomik alanda devleti bizzat ilgili tutmaktır." diyerek açıklamaktadır. Devrimcilik (İnkılapçılık) Devrimcilik (inkılapçılık), Türk ulusunun çağdaşlaşması yolunda yapılan Atatürk Devrimleri'nin benimsenmesi, geliştirilmesi ve her türlü tehlikelere karşı korunmasıdır. Bu ilke, seçkinciliği açıkça yadsıyan, halkla bütünleşmeye ve dolayısıyla demokratik yöntemlere büyük önem veren Türk milliyetçisi bir devrimcilik anlayışıdır. Kemalist Devrimcilik anlayışının iki yanı bulunur. Birinci yanı, eski düzenin geçerliliğini yitirmiş kurumlarını yıkıp, yerlerine çağın gereksinimlerini karşılayacak kurumları koymakla ilgilidir. Ama Kemalizm, bununla yetinmemekte, devrimciliği aynı zamanda sürekli olarak yeniliklere, değişimlere açıklık biçiminde anlatmakta ve kalıplaşmaya karşı çıkmaktadır. Atatürk, yaptığı devrimin ülkeye kazandırdıklarının korunmasını devrimcilik ilkesinin bir gereği sayıyordu. Ama onun açısından sorun o noktada bitmiyordu. Koşulların değişeceğinin, değişen koşulların yeni kurumları, yeni atılımları gerektireceğinin bilincindeydi. Bu nedenledir ki, Atatürkçülüğün kalıplaşmasına, bir anlamda devrimin dondurulmasına karşıydı. Koşullara koşut olarak sadece kurumların değil, düşüncelerin de değişmesinin gerekliliğini biliyordu. İşte bu nedenledir ki, Kemalizm'in Devrimcilik ilkesi, aynı zamanda bir "Sürekli Devrimcilik" anlayışını da yansıtmaktadır. En ilerici kurumlar bile, koşullar içinde eskir. En ileri bir devrimin bekçiliği ile yetinenler, günün birinde değişen koşulların gerisinde kalmaktan, tutuculaşmaktan kurtulamazlar. Kemalizm'in sürekli devrimcilik anlayışının temel sebebi budur. Bütünleyici ilkeler Ulusal bağımsızlık "Özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir" diyen Atatürk, modern Türkiye'nin kuruluşunda bu düşüncesinden güç almıştır. Bağımsız olmak, başkaca güçlerin güdümüne girmemek, diğer devletlerle birlikte oluşan topluluklarda Türkiye'nin millî çıkarlarının gerektirdiği biçimde davranabilmektir. Atatürk için tam bağımsızlık "siyasi, malî, iktisadî, adlî, askerî, kültürel ve benzeri her hususta" gerçekleşmelidir. Bunun için birçok devrim gerçekleştirmiştir. Bu doğrultuda Atatürk, başlattığı Türk Kurtuluş Savaşı'nın parolasını ise "Ya istiklâl ya ölüm!" olarak belirlemiştir. Ulusal egemenlik Ulusal egemenlik; devleti kurup yöneten en üstün güç olan egemenliğin kişilere veya belli zümrelere değil, doğrudan doğruya millete ait olmasıdır. Atatürk, TBMM'nin toplanmaya başladığı ilk günden başlayarak sırası geldikçe bütün gücün millette olduğunu belirtmiştir. Ona göre, Millet her türlü isteğini yerine getirme gücüne sahiptir. Millet girişimlerinin önüne geçebilecek hiçbir kuvvet yoktur. Türkiye Büyük Millet Meclisinin açıldığı gün olan 23 Nisan Türkiye'de her yıl Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı olarak kutlanmaktadır. Ulusal birlik Ulusal birlik ve beraberlik ilkesi, Atatürk milliyetçiliğinin zorunlu bir sonucudur. Bu görüş ve anlayışa göre, millet ülkesiyle birlikte bölünmez bir bütündür. Atatürk, Türk milleti bir bütün haline gelmeden Türk Kurtuluş Savaşı'nı başlatmamıştı. Ancak bölücü, zedeleyici akımları ve ayaklanmaları bastırdıktan sonra başarı yolları kendisine açılmıştır. Atatürk konuşmalarında, sırası geldikçe, hem zaferin hem de devrimlerin ulusal birlikle gerçekleştiğini belirtmiştir. O, hiçbir zaman vatanı milletten ayrı düşünmemiştir. Atatürk, bu görüşünü "Biz esasen milli mevcudiyetin temelini milli şuurda ve milli birlikte görmekteyiz." sözüyle ifade etmiştir. Ulusal birlik ilkesi doğrultusunda Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 3. maddesi "Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir." şeklinde düzenlenmiştir. Çağdaşlık Çağdaşlık, siyasal bilimler açısından sanayileşmeye eşlik eden siyasal ve toplumsal değişiklikler olarak tanımlanır. Atatürk, uygarlığı bir milletin devlet hayatında, fikir hayatında ve ekonomik hayatta gösterdiği ilerlemenin bileşkesi olarak tanımlamaktadır. Atatürk önderliğinde başlatılan Türk çağdaşlaşması, herhangi bir dış baskıdan kaynaklanmamaktadır. Atatürkçü çağdaşlaşmanın temelinde devlet olarak tam bağımsızlık, millet olarak egemenlik, birey olarak hak ve hürriyetler söz konusudur. Çağdaşlaşma ilkesi de Ulusal Egemenlik ve Halkçılık anlayışının zorunlu bir sonucudur. Akılcılık Atatürk, "Ben manevi miras olarak hiçbir ayet, hiçbir dogma ve hiçbir kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevi mirasım bilim ve akıldır." sözüyle bilime ve akla verdiği önemi açıkça ortaya koymaktadır. Cumhuriyetin ilk yıllarında Türkiye'de bilimin gelişmesi hususunda, yüksek okulları da içine alan 2252 sayılı yasanın 31 Mayıs 1933'te kabul edilmesi önemli bir adım olmuştur. Bu yasa gereğince İstanbul Dârülfünun'u 31 Haziran 1933 günü kapatılarak, onun yerine 1 Ağustos 1933 tarihinde Batı Avrupa örneğine uygun İstanbul Üniversitesi açılmıştır. Bu üniversiteyi, Türkiye’de birçok yeni okulun veya bölümün açılması ya da modernize edilmesi takip etmiştir. Mesela, İstanbul Yüksek Teknik Okulu'nda Mimarlık Bölümü, Ankara’da Tarım ve Veterinerlik Okulu, Devlet Konservatuvarı ve diğer bazı okullar sayılabilir. Atatürk’ün gerçekleştirdiği Üniversite Reformu, gerek fen bilimleri ve gerekse sosyal bilimler alanlarında üniversitelerin batı örneklerine uygun araştırma geleneklerine ayak uydurmalarını birinci planda olmak üzere öngörmekte idi. Tarih ve dil alanlarında Atatürk, canlandırmak istediği bu akımı Tarih ve Dil Kurumlarını kurmak suretiyle güçlü biçimde destekledi. Ayrıca bakınız Altı Ok Üç Halk İlkesi Pancasila Kaynakça
 

Tema özelleştirme sistemi

Bu menüden forum temasının bazı alanlarını kendinize özel olarak düzenleye bilirsiniz.

Zevkine göre renk kombinasyonunu belirle

Tam ekran yada dar ekran

Temanızın gövde büyüklüğünü sevkiniz, ihtiyacınıza göre dar yada geniş olarak kulana bilirsiniz.

Izgara yada normal mod

Temanızda forum listeleme yapısını ızgara yapısında yada normal yapıda listemek için kullanabilirsiniz.

Forum arkaplan resimleri

Forum arkaplanlarına eklenmiş olan resimlerinin kontrolü senin elinde, resimleri aç/kapat

Sidebar blogunu kapat/aç

Forumun kalabalığında kurtulmak için sidebar (kenar çubuğunu) açıp/kapatarak gereksiz kalabalıklardan kurtula bilirsiniz.

Yapışkan sidebar kapat/aç

Yapışkan sidebar ile sidebar alanını daha hızlı ve verimli kullanabilirsiniz.

Radius aç/kapat

Blok köşelerinde bulunan kıvrımları kapat/aç bu şekilde tarzını yansıt.

Foruma hoş geldin 👋, Ziyaretçi

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Foruma üye olmak tamamen ücretsizdir.

Geri