Fatih Akın hayatında hiç Dostoyevski okumuş mudur bilmiyorum ama Dostoyevski'yi en çok meşgul eden temalardan birinin iki binli yıllardaki çok güzel bir yansımasını yaratmış kendisi. Üstelik bunu göçmenlik/iki kültür arasında sıkışmışlık kalıbı içerisine çok iyi bir şekilde yedirmiş. Bu filmle zamanında Cannes Film Festivali'nde senaryo ödülü almış olmasına şaşırmamak gerek. Charlie Chaplin'in “güç sadece birisine zarar vermek istediğinizde lazımdır, geri kalan her şey için sevgi yeter” sözü bu temayı çok güzel özetliyor aslında… Düşmanlık, kin gütmek, ötekileştirmek birilerine, o da belki, geçici bir üstünlük sağlayabilir ama kutuplaşmaya yol açan tüm bu mefhumlar uzun vadede hep kaybettirirler. Düşmanlık giden insanın içi kurur, böyle bir kişi zamanla cansızlaşır ve ölür. Yaşamın olduğu yerde bağışlamak, başkasını anlamak, affetmek, ne olursa olsun dünyaya küsmemek vardır. Görünen o ki Fatih Akın bu meseleyi görece genç bir yaşta fark etmiş ve insanın sevebilme yeteneği üzerine çok güzel bir filme imza atmış. Keşke Türk sinemasından da güzel şeylerden konuşan bu kalitede üretimler görebilsek. Bizim koca koca yönetmenlerimiz (NBC olsun, Demirkubuz olsun, Emin Alper olsun) öteden beri durmaksızın insanın içindeki kötülüğü kurcalayıp duruyorlar. Oysaki insanlığı kötülük kurtarmayacak efendiler, iyilik kurtaracak, sadece iyilik…