Yalan, tüm egemenliklerin temelidir. Babadan çocuğa aktarılan ev, devletteki vatandaş, tanrı ile kul ilişkisi, erkegnin kadını domine etmesi, sömürgecilik, ırkçılık ve patronun işçi üzerindeki gücü; hepsi yalanın temelleri üzerine kuruludur. Yalan, tıpkı iktidar gibi gasp ile başlar ve hakikatin gaspı ile devam eder.
Yalan, görmemeyi, görmek istememeyi, başka yöne bakmayı ve en sonunda bir şeye adını vermemeyi içerir. Yalansız bir iktidar, tahakküm veya egemenlik düşüncesi saçaklı bir hayaldir. Yalan, iktidarın hem rahim hem de bedenidir; sansür, gasp, çarpıtma, yasaklar, endoktrinasyon, dezenformasyon ve manipülasyon gibi organları vardır.
Yalanın kurumsallaşmış biçimleri yaşamın her yerinde bulunur ve sorgulanmaz bir rejim haline gelmiştir. Erkeğin kadına yönelik şiddeti meşrulaştıran romantik düğünler, "egemenlik hakkı" yalanı, "iyilik ve adalet" adı verilen tanrısal buyruklar, "düzen ve huzur" için yasalar ve "merhamet ve vicdan" adına yapılan yardımlar; tüm bunlar sorgulanmayan ve sorgulanmasına izin verilmeyen yalan rejiminin parçalarıdır.
Yalanı kınarken bile yalanlara muhtaçız çünkü yönetme ve hükmetme arzumuzden vazgeçmiyoruz. Yalan, gerçek olduğuna inandırıldığımız bir şeydir ve hakikatin açığa çıkmamasını sağlamak için gösterdiğimiz çabanın ta kendisidir. Yalanlar, artık gerçekler olarak sunulur ve yalan olmaması durumunda gasp ettiğimizi geri vermek zorunda kalacağımız gerçeğini görmemiz engellenir.
Yalan, bakmaya can attığımız her yerde bulunurken, gerçek ise görmek istemediğimiz her yerde saklıdır. Yalanlar, sorgulanmayan bir rejim olarak yaşamlarımızın her köşesinde yer etmiş ve hakikatin yerini almıştır.
Yalan, görmemeyi, görmek istememeyi, başka yöne bakmayı ve en sonunda bir şeye adını vermemeyi içerir. Yalansız bir iktidar, tahakküm veya egemenlik düşüncesi saçaklı bir hayaldir. Yalan, iktidarın hem rahim hem de bedenidir; sansür, gasp, çarpıtma, yasaklar, endoktrinasyon, dezenformasyon ve manipülasyon gibi organları vardır.
Yalanın kurumsallaşmış biçimleri yaşamın her yerinde bulunur ve sorgulanmaz bir rejim haline gelmiştir. Erkeğin kadına yönelik şiddeti meşrulaştıran romantik düğünler, "egemenlik hakkı" yalanı, "iyilik ve adalet" adı verilen tanrısal buyruklar, "düzen ve huzur" için yasalar ve "merhamet ve vicdan" adına yapılan yardımlar; tüm bunlar sorgulanmayan ve sorgulanmasına izin verilmeyen yalan rejiminin parçalarıdır.
Yalanı kınarken bile yalanlara muhtaçız çünkü yönetme ve hükmetme arzumuzden vazgeçmiyoruz. Yalan, gerçek olduğuna inandırıldığımız bir şeydir ve hakikatin açığa çıkmamasını sağlamak için gösterdiğimiz çabanın ta kendisidir. Yalanlar, artık gerçekler olarak sunulur ve yalan olmaması durumunda gasp ettiğimizi geri vermek zorunda kalacağımız gerçeğini görmemiz engellenir.
Yalan, bakmaya can attığımız her yerde bulunurken, gerçek ise görmek istemediğimiz her yerde saklıdır. Yalanlar, sorgulanmayan bir rejim olarak yaşamlarımızın her köşesinde yer etmiş ve hakikatin yerini almıştır.