sevmek. ama'sız, fakat'sız sevmek. bunu doğru yapabilmek için önce sevme eyleminin neyle alakalı, neyle alakasız olduğunu anlamak gerekiyor. sevmek her dediğini yapmak değildir. her istediğini almak da değildir. her hatasına göz yummak hiç değildir. zaten çoğunluk böyle poposundan anladığı için ortalık çok sevildiği için her şeye hakkı var zanneden erişkin veletlerden geçilmiyor. özünde basit bir eylem denebilir sevmek ama zorlaştırma eğilimimiz var bir yandan. kendi adıma, bazen kolay olana kafamın basmadığı oluyor. akıl nimet olduğu gibi lanet de aynı zamanda. kontrol etmek gerekiyor ki saçmalamasın. öpmek, koklamak, sarılmak, onu hayata hazırlamak, anlayamadığı şeylerde, yaşadığı sorunlarda aynı yollardan çok önceden geçmiş oluşumuzu kullanarak yardımcı olmak, yorgunluğu bahane edip dinlememezlik etmemek, derdini küçümsememek. bizler yetişkin olunca hemen çocukluğunu unutan, unutmak zorunda hisseden, acımasız ve hızlı bir zamanın çocuklarıyız. kabul edilemez şeylere tanık olduk, duyduk, gördük, öğrendik, anlamak zorunda kaldık. bütün bu saçmalıklar kimimizi zalim, kimimizi küstah ve bayağı, kimimizi sarkastik, kimimizi bedbin yaptı. bu kişilik tiplerinin hiçbiri bir çocuğa sevgi ve anlayış veremez oysa. romain rolland'ın jean christophe'u epey uzun bir roman serisi. sanırım 1 yıl veya daha fazla bir süredir okuyorum. artık sonlarına yaklaştım diyebilirim. christophe'un annesi louisa'nın son demlerini okuyunca aklıma geldi bu sevgi meselesi. louisa kayıp ruhlardan. hiç sevilmemiş, hiç sayılmamış, hiç merak edilmemiş. sadece üstüne yapıştırılan görevleri iyi kötü yerine getirmiş, oksijen alıp karbondioksit vermiş hepsi bu. odasında bir köşe var. sevdiklerinin resimlerini koymuş. kendisine zerre kadar iyi davranmış (belki selam vermekten başka bir şey yapmamış bile olabilir buradaki iyi davranmak) herkese minnet dolu. ruhun ezikliği dikkatimi çekti. sevilmiş bir insan böyle şeylere minnet filan duymaz, layık olduğunu bilir ve olağan karşılardı. oysa louisa o kadar sevilmemis ki, ufacık şeyler -hatta bayağı insanlar bile- büyük gelmiş gözüne. mesela bunlardan biri de kocası. sert, kaba, geçimsiz bir herifti. ya alkol ya kumar problemi vardı. geçmiş ciltlerde kaldığı için tam hatırlayamıyorum. neyse işte o herif bile lütuf louisa için. kıssadan hisse; bir ailenin çocuğuna yapacağı en büyük iyilik onu ne yaptığını bilerek sevmektir. ki çocuk ileride sevgi eksikliğinin yarattığı boşluğu asla doldurmayacak şeylerle kapatmaya kalkarak ruhuna eziyet etmesin. geri kalan her şeyi halleder zaten. seven bir ebeveynin nasıl halledeceği konusunda çocuğa yardım etmesinin doğal olduğunu yazmama bile gerek yok sanırım. "seni seviyorum ama bunu bilmene/hissetmene gerek yok. ne halin varsa gör." böyle bir şey yok. sevme eyleminin doğasına aykırı bu. ve ortalıkta yaşanan bütün sevgi parodisi de budur zamanımızda.