İnsan küçük bir alem, alem ise büyük bir insandır. Bir insanı tanımak, koca bir alemi keşfetmekle eşdeğerdir. Sır, sırrın içindedir. Her birimiz içimizde yaratıcının sonsuz sayıda tecellisini taşıyoruz. Bir başkasının bu tecellilerin tümünü anlayabilmesi, biz dahi kendimizi hakkıyla tanıyorken, bir başkasının tamamen anlaması mümkün müdür?
İbn-i Arabi, "Ben, kendimi tanıdım ve hakikate ulaştım" der. Başkalarını tanıdım demez. Odak noktası kendisine ve dolayısıyla kendisinden Rabbine yönelmiştir. "Nefsi bilen, Rabbini bilir."
Bugün insanların çoğu kendisini tanımak bir kenara dursun, kendisinden kaçmanın derdindedir. Madde büyümüş, mana saklanmıştır. İnsanlar, merak ve sahip olma arzusu gibi ilkel güdülerle bir başkasının benliğine sızmaya çalışmakta, bunun için psikoloji ilmi ve kişisel gelişim kitapları gibi araçlardan sıklıkla yararlanmaktadır. Bunun da matah bir şey olduğunu ve bir sonuç vereceğini umarlar. Sonuç ise sadece hüsran olur. Çünkü insanı mutlak anlamda tanımaya çalışmak çıkmazlarla dolu bir sokakta yürüyüşe çıkmaktır, beyhude bir hayaldir, kaybolmak esastır ve gizinde, "Ben seni ele geçirmek istiyorum" diye bağırmaktır.
Tekrar edelim, insan bir alemdir. Aynı zamanda bir aynadır. Alemi, ele geçirmek, sömürgeleştirmek için değil, içinde hoşnutça ve güvenle seyahat etmek, nefes bulmak içindir. Aynaya baktığında ise ancak kendini görebilirsin. Tüm bunların anlaşılmaması, işlerin tam tersi şekilde yürümesi içinde bulunduğumuz arsız çağın bir yansımasıdır. Çağ sorunlu değil, sorunlu olan insandır. Dünyayı tüketen, insanı da tüketilecek, kullanıp atılacak bir meta olarak gören insandır. Bunun en masum şekli ise tanımak adı altında yapılan küçük büyük hesap kitaplardır.
Suale dönelim. Bir insanı tamamen tanımak mümkün mü? Hayır. Ama mümkün olsa ne yapardın, bunu sor önce kendine. Samimi ol ama. Onu, zihnini kendisine tutsak edeceğin bir köleye çevirmek istediğin fikri ile yüzleş. Sen bunu istiyorsun. Sadece bu gerçeği içten bir şekilde ikrar etmen bile büyük bir şey olur. Uyanırsın.
Bu tür soruların etrafında dönmek, bu konuyla ilgili kitaplar, hatta bilimsel araştırma çalışmaları yapmak, insanları kategorize etmek, hiçbiri saygıdeğer bir davranış gibi görünmüyor. Biz meta değiliz, insanız. İnsan, üstüne etiketler konulacak bir varlık olmamalıdır. O, eşref-i mahlukak'tır, varlıkların en şereflisi olma potansiyeli ile yaratılmıştır, bunu düşünmek yetecektir. Bir nesneyi dahi hakikati ile bilmek imkansıza yakınken, insanı mutlak suretle tanımak ancak Allah'ın işi olur.
İnsan ilişkilerini bu tür saçmalıklarla zorlaştıran bizleriz. Oysa tüm mesele, karşında da sen gibi muazzam bir alem olduğunu bilerek ona yaklaşmak kadar kolaydır. Ona gönlünde güzel bir yer açarsın, o da sana açar. Onun aynasında sen sana görünürsün, o kendisine. Tacizkar olmamak lazımdır. İnsana gerekli olan bir ruha, kıymetli bir varlığa, bir aleme, yani insana tesadüf etmenin şuuru içinde bulunmak, kabul etmek ve kabul edilebilmek kadardır. İnsan tanımak budur. Hem birlikte hem de karşılıklı yapılan bir yolculuğun hikayesidir. Bu kadar kolaydır. Ve fazlası haddi aşmaktır. "Sen sana ne sanırsan, ayruğa da onu sandört" kitabın manası, budur eğer var ise.
İbn-i Arabi, "Ben, kendimi tanıdım ve hakikate ulaştım" der. Başkalarını tanıdım demez. Odak noktası kendisine ve dolayısıyla kendisinden Rabbine yönelmiştir. "Nefsi bilen, Rabbini bilir."
Bugün insanların çoğu kendisini tanımak bir kenara dursun, kendisinden kaçmanın derdindedir. Madde büyümüş, mana saklanmıştır. İnsanlar, merak ve sahip olma arzusu gibi ilkel güdülerle bir başkasının benliğine sızmaya çalışmakta, bunun için psikoloji ilmi ve kişisel gelişim kitapları gibi araçlardan sıklıkla yararlanmaktadır. Bunun da matah bir şey olduğunu ve bir sonuç vereceğini umarlar. Sonuç ise sadece hüsran olur. Çünkü insanı mutlak anlamda tanımaya çalışmak çıkmazlarla dolu bir sokakta yürüyüşe çıkmaktır, beyhude bir hayaldir, kaybolmak esastır ve gizinde, "Ben seni ele geçirmek istiyorum" diye bağırmaktır.
Tekrar edelim, insan bir alemdir. Aynı zamanda bir aynadır. Alemi, ele geçirmek, sömürgeleştirmek için değil, içinde hoşnutça ve güvenle seyahat etmek, nefes bulmak içindir. Aynaya baktığında ise ancak kendini görebilirsin. Tüm bunların anlaşılmaması, işlerin tam tersi şekilde yürümesi içinde bulunduğumuz arsız çağın bir yansımasıdır. Çağ sorunlu değil, sorunlu olan insandır. Dünyayı tüketen, insanı da tüketilecek, kullanıp atılacak bir meta olarak gören insandır. Bunun en masum şekli ise tanımak adı altında yapılan küçük büyük hesap kitaplardır.
Suale dönelim. Bir insanı tamamen tanımak mümkün mü? Hayır. Ama mümkün olsa ne yapardın, bunu sor önce kendine. Samimi ol ama. Onu, zihnini kendisine tutsak edeceğin bir köleye çevirmek istediğin fikri ile yüzleş. Sen bunu istiyorsun. Sadece bu gerçeği içten bir şekilde ikrar etmen bile büyük bir şey olur. Uyanırsın.
Bu tür soruların etrafında dönmek, bu konuyla ilgili kitaplar, hatta bilimsel araştırma çalışmaları yapmak, insanları kategorize etmek, hiçbiri saygıdeğer bir davranış gibi görünmüyor. Biz meta değiliz, insanız. İnsan, üstüne etiketler konulacak bir varlık olmamalıdır. O, eşref-i mahlukak'tır, varlıkların en şereflisi olma potansiyeli ile yaratılmıştır, bunu düşünmek yetecektir. Bir nesneyi dahi hakikati ile bilmek imkansıza yakınken, insanı mutlak suretle tanımak ancak Allah'ın işi olur.
İnsan ilişkilerini bu tür saçmalıklarla zorlaştıran bizleriz. Oysa tüm mesele, karşında da sen gibi muazzam bir alem olduğunu bilerek ona yaklaşmak kadar kolaydır. Ona gönlünde güzel bir yer açarsın, o da sana açar. Onun aynasında sen sana görünürsün, o kendisine. Tacizkar olmamak lazımdır. İnsana gerekli olan bir ruha, kıymetli bir varlığa, bir aleme, yani insana tesadüf etmenin şuuru içinde bulunmak, kabul etmek ve kabul edilebilmek kadardır. İnsan tanımak budur. Hem birlikte hem de karşılıklı yapılan bir yolculuğun hikayesidir. Bu kadar kolaydır. Ve fazlası haddi aşmaktır. "Sen sana ne sanırsan, ayruğa da onu sandört" kitabın manası, budur eğer var ise.