affedilmez bir kabahat olmadıkça, ruhların birbirine dokunduğu bir noktada, ne kadar zaman geçerse geçsin, ne kadar badire atlatılırsa atlatılsın, hiçbir şeyin eksilmeyeceği kadar derin bir yerde duran, kopmayan, aşınmayan ve erkeğin varlığına işlenen bir güven bağıdır. Nitekim ancak böyle bir bağ varsa bir kadın, erkeğin zayıflıklarına şahit olduğunda onun yanında kalabilir. O zaaflara rağmen değil, onunla yüzleşebilmesi için yapar bunu. Bir ilişki tabii bir güç ve denge oyunu olmaktan çıkıp, ancak bu sınanmışlığın tecrübesi ile gerçek anlamda insanileşir. Olduğu ve olamadığı kişinin, ailesinin, maddi ve manevi imkanlarının, koşullarının ve yapabileceklerindeki aşılması ancak kaderi bir lütfun sonucu olabilecek meçhuliyetlerin kınanmadan, tahrik edilmeden ve yargılanmadan kabulü, erkekte ancak ve son olarak annesinde bulduğu o eşsiz yakınlığa benzer ama ondan tümüyle farklı olan yeni bir duyguyu uyandırır. Kadının ona güveni ve itaati böylece erkeği de ona karşı teslim hale getirir. Varlığın özüne dair sarsılmaz bir teslimiyettir üstelik bu. Erkek böyle bir güveni hissettiğinde bağlılık ve sadakat duygusu perçinlenir. Kendisini görebildiği ve yeniden keşfedebildiği bir ayna gibi görür karşısındaki kadını. Kendisini onunla sigaya çeker. Zayıflıklarını giderir, istikrar kazanır ve kendi sınırlarını dahi aşar. Bir erkek, bir kadının kalbinde kendini bulur çünkü. Böyle bulur. Ve bir defa daha doğar.