9-17 yaş arası yaşadığım en büyük hayal kırıklılıklarının sebebidir. Aslında bu süre 9-14 yaşla sınırlı kalabilirdi lakin yaşadığım tatminsizlik öyle bir raddedeydi ki 17 yaşına kadar umutla bekledim. Keriz gibi, mal gibi. 9 yaş öncesini ise hatırlayamıyorum. Özellikle akşam misafirlikleri, bu post travmatik stres bozukluğunun ana kaynağıydı. Zaten annemin, "yok sevim hanım. vallaha bişey hazırlamayın, zahmet etmeyin. zaten gündüz çok çay, kahve içtik" hamlesi ile birinci demoralizasyon dalgasını yaşamışım. Acaba evin hanımı annemin sözüne uyar da çay koymaktan, kakaolu kek yapmaktan, üstü kızarmış taze poğaça ikramından vazgeçiverir mi diye korkuyorum; üstüne bir de annemin savaş yılları tedbirlerini andırır çıkışı hepten tarumar ediyor bu hamur işini arzu eden bünyemi. Neyse. Bunun ananevi bir prosedür olduğunu anlıyorum. Misafir "zahmet etme" derken ev sahibi de "aa aa bi çay değil mi bu canım" diyerek bu ata sporunu illa ki icra etmek zorunda.
Devamında algılarımı bileyen bazı uyarıcılar geliyor mutfaktan. Kâh fırında kabarmak üzre olan kek kokusu yahut peynirli poğaça... Çay bardaklarının hazırlanışı, açılıp kapanan fırın kapağı gibi. Keyfim artıyor. Durduk yere şımarıyorum. Anlamsızca muhabbete ortak olma gayretleri, saçma sorular... Fakat ev sahibesi elinde bir tepsi ile çıkıp geliyor. Üstünde bir dantel işi, onun üstünde de çaylar. Sonra maşalı şekerlik... Kötüye işaret. Tecrübelerim önce pasta, börek tabaklarının gelmesi gerektiğini hatırlatıyor bana. Sonra hep beraber içiliyor çay. Yalnızca çay. Zehir gibi... Zıkkım gibi... Kadına da kocasına da kin kusuyorum. E peki onca koku, şıngırtı, kapak sesi bir yanılsama mıydı? Apartman havalandırmasından gelen, başka bir daireye ait bir koku olduğunu tuvalete gittiğimde anlıyorum (havalandırmalar ortak sanırım). O an, o evde olamadığım için adeta ağlamaklı oluyorum yalan yere işerken. İşte bu hayal kırıklığı ile 17 yaşına kadar misafirlikte kek peşinde, kurabiye peşinde koştum durdum. En büyük eğlencemdi lan onlar benim.
Hatta artık bu üzüntünün eşiklerini asgari düzeye çekebilmek için su içme bahanesiyle mutfağa bile gider olmuştum bir aralar. Sırf önceden kontrol etmek ve sonrasında hüsrana uğramamak maksadıyla. Elimde su bardağı ile tarayabildiğim kadar yeri tarayıp, eğer evsahibi yoksa fırını sessizce açma girişimin de bile bulunuyordu. Tabii bu durumun farkında olan bazı açıkgöz ev sahipleri de yok değildi. Sırf bu tepkiyi göğüsleyerek şiddetini azaltamak için tarihin en kifayetsiz muhteris bisküvisi (büsküvüt o aslında büsküvüt. İsmini doğru telaffuz etmeyi hak etmiyor), pötibörü iskambil kağıdı gibi dizerek sunuyorlardı. Lakin bu kandırmacaya, bu bir nevi takiyeye benzer harekete de aynı öfkeyi duydum. Hasılı artık kekimi poğaçamı kendim yapabilecek düzeye geldiğimde gençliğe adım atmıştım (öehera).
Devamında algılarımı bileyen bazı uyarıcılar geliyor mutfaktan. Kâh fırında kabarmak üzre olan kek kokusu yahut peynirli poğaça... Çay bardaklarının hazırlanışı, açılıp kapanan fırın kapağı gibi. Keyfim artıyor. Durduk yere şımarıyorum. Anlamsızca muhabbete ortak olma gayretleri, saçma sorular... Fakat ev sahibesi elinde bir tepsi ile çıkıp geliyor. Üstünde bir dantel işi, onun üstünde de çaylar. Sonra maşalı şekerlik... Kötüye işaret. Tecrübelerim önce pasta, börek tabaklarının gelmesi gerektiğini hatırlatıyor bana. Sonra hep beraber içiliyor çay. Yalnızca çay. Zehir gibi... Zıkkım gibi... Kadına da kocasına da kin kusuyorum. E peki onca koku, şıngırtı, kapak sesi bir yanılsama mıydı? Apartman havalandırmasından gelen, başka bir daireye ait bir koku olduğunu tuvalete gittiğimde anlıyorum (havalandırmalar ortak sanırım). O an, o evde olamadığım için adeta ağlamaklı oluyorum yalan yere işerken. İşte bu hayal kırıklığı ile 17 yaşına kadar misafirlikte kek peşinde, kurabiye peşinde koştum durdum. En büyük eğlencemdi lan onlar benim.
Hatta artık bu üzüntünün eşiklerini asgari düzeye çekebilmek için su içme bahanesiyle mutfağa bile gider olmuştum bir aralar. Sırf önceden kontrol etmek ve sonrasında hüsrana uğramamak maksadıyla. Elimde su bardağı ile tarayabildiğim kadar yeri tarayıp, eğer evsahibi yoksa fırını sessizce açma girişimin de bile bulunuyordu. Tabii bu durumun farkında olan bazı açıkgöz ev sahipleri de yok değildi. Sırf bu tepkiyi göğüsleyerek şiddetini azaltamak için tarihin en kifayetsiz muhteris bisküvisi (büsküvüt o aslında büsküvüt. İsmini doğru telaffuz etmeyi hak etmiyor), pötibörü iskambil kağıdı gibi dizerek sunuyorlardı. Lakin bu kandırmacaya, bu bir nevi takiyeye benzer harekete de aynı öfkeyi duydum. Hasılı artık kekimi poğaçamı kendim yapabilecek düzeye geldiğimde gençliğe adım atmıştım (öehera).