İntiharından bir gün önce, cesare pavese kısa bir not alır günlüğüne, "artık acı sabahı da kaplıyor." 27 Mayıs'ta, güçsüzlüğü ve hiçbir şeye bağlanmamışlığı beni içine çeken bir girdabın içine soktuğunu yazar. Güçsüzlüğümü izlerken, beni ezdiğini, içimde hissettiğimi hissediyorum, bu sorumluluğu taşıyamıyorum. Tek çözüm intihar. Edebi kariyerinin zirvesinde olmasına rağmen, özel hayatı karmaşıktı. Sonu gelmeyen aşk ilişkileri onu bunaltmıştı. Torino'daki bir otel odasında tüm özel kağıtlarını yok edip, 21 uyku hapı alarak intihar etti. Eserlerine baktığımızda, kendi ölümünü bize sindirerek haber verdiğini anlayabiliyorduk. Pavese, içinde bulunduğu buhranı şu sözlerle ifade eder: Bir şey sona eriyor. Sigaranı içerek, içini kemiren, seni endişelendiren bir şey olduğunu hissediyorsun. Gündelik hayatın sorunları değil seni korkutan, içindeki boşluk. Dünyayı umursamadan yaşamın tadını çıkarabilen rahat biri olamadım hiçbir zaman. Henüz değerini kaybetmeyen çok az şeye karşı anlayışsız olan insanların varlığı neredeyse delirtiyordu beni. Bundan böyle, içinde bulunduğum karmaşık duruma ilk tepkim, bir çıkış noktası aramanın boşuna olduğu duygusuydu. Hayatını vazgeçtiği şeyler üzerine inşa eden insan, bu vazgeçtiği şeylerin peşinden gider. Farkındalığım şuydu: İntiharı düşünen biri için en kötü şey, bu düşüncenin bir alışkanlık haline gelmesi ve gerçekleşmemesidir. İntihar düşüncesi, manevi bir çöküntü haline geldiğinde, başka bir şey yoktur bu denizde. Acının düzenli vuruşları tekrar başlıyor. Her akşam hava kararıyor ve yüreğim gece olana dek sıkışıyor. Acının beni nasıl çarpıttığını, küçük düşürdüğünü fark ediyorum. Bir zamanlar duyum almama, dünyayı hissetmeme olanak tanıyan her şey, sanki kökünden kesilip kangren olmuş gibi hissediliyor. Ve son olarak, bir insanı en çok küçük düşüren şey, onun acı çektiğine inanmamaktır.