1932-1933 yılları arasında Türkiye'de görev yapan ABD'li bir diplomat, büyükelçi. Atatürk ile dini konulardaki sohbetlerini raporladı. Metinde dikkatimi çeken üç bölüm var:
1. "Agnostic olduğuna dair genellikle kabul görmüş inancı kesinlikle reddediyor ancak dininin sadece kainat'ın mucidi ve hâkimi tek tanrı'ya inanmak olduğunu söylüyor. Ayrıca beşeriyetin böyle bir tanrı'ya inanmaya ihtiyacı olduğuna inanıyor. Buna ilaveten dualarla bu tanrı'ya seslenmenin beşeriyet için iyi olduğunu belirtti. Burada duruyor." Atatürk'ün dış basına verdiği "Benim bir dinim yok ve bazen bütün dinlerin denizin dibini boylamasını istiyorum(...)" diye başlayıp devam eden demeçinden hareketle Atatürk'ün ateist ya da agnostik olduğu kanaatindeydim. O tarihlerde de Atatürk'ün agnostik olduğuna yönelik bir kamuoyu oluşmuş gibi ancak ABD'li diplomatın dediğine göre Atatürk'ün tanrı inancı var.
2. "Türk halkının uzun zamandan beri ezberden okuduğu bazı Arapça duaların gerçek manasını anladığı zaman tiksineceğini söylüyor. Kur'an'dan alınan bir Arapça bölüm okudu. Bu duada Hz. Muhammed amcası ile amca kızının yaptıkları bir şeyden ötürü cehenneme gitmeleri için beddua eder. 'Düşünen bir Türk'ün böylesi bir duayı okumaktan elde edeceği dini ilhamı veya dine ilgi göstermesini tahayyül edebilir misin?' dedi. Bu fikrini geliştirdikçe ben de gitgide Kur'an'ın Türkçe okunmasını teşvik etmesinin sebebinin Kur'an'ın Türkler arasında gözden düşmesi olduğu neticesine varıyorum. Daha sonra umumi ve şaşırtıcı bir beyanda bulunarak Türk halkının gerçekte hiçbir şekilde dindar olmadığını, aralarından camiilere giden az sayıda kişinin alışkanlıktan veya yüksek sesle söylenen duaların cezbine kapılarak camiye gittiğini ileri sürdü." Atatürk'ün o dönemde ancak dış basına ve yakın çevresine yaptığı açıklamalar din konusunda bu kadar net, ulusal basında böyle demeçleri yok. Yukarıdaki alıntı ile Kazım Karabekir'in anılarında Atatürk'ün sözlerini paylaştığı meşhur bölüm tam anlamıyla uyuşuyor: "Karabekir! Kur'an'ı türkçeye çevirtiyorum. İstiyorum ki milletimiz okusun ve o arab oğlunun ne yaveler yediğini görsün!"
3. "Benimle bu konuda daha fazla konuşma arzusunu ifade etti. Bu beni şaşırttı zira Yusuf Akçura gibi samimi arkadaşları beni sürekli o'nunla din hususunda konuştuğum takdirde, Gazi'nin nazikçe 'dostluğumuz' olarak adlandırdığı münasebetlerimizin kesinlikle bozulacağı hususunda ikaz etmişlerdi. Konuşmamızın bu bölümünün sonunda, daha öncesi bir yabancı ile hiçbir zaman bu konuda bu kadar etraflı konuşmadığını ve özel dinî inançlarını da hiç dile getirmediğini söyledi." Bu bölümde ise Atatürk'ün din meselelerini konuşmaktan sıkıldığını öğreniyoruz. 1932-1933 yıllarına gelindiği düşünüldüğünde Atatürk'ün çevresindeki insanlara din konusunda laf anlatmaktan bıkıp bu konuları konuşmamayı tercih etmeye başlamış olabileceği ihtimalini kuvvetli görüyorum.
1. "Agnostic olduğuna dair genellikle kabul görmüş inancı kesinlikle reddediyor ancak dininin sadece kainat'ın mucidi ve hâkimi tek tanrı'ya inanmak olduğunu söylüyor. Ayrıca beşeriyetin böyle bir tanrı'ya inanmaya ihtiyacı olduğuna inanıyor. Buna ilaveten dualarla bu tanrı'ya seslenmenin beşeriyet için iyi olduğunu belirtti. Burada duruyor." Atatürk'ün dış basına verdiği "Benim bir dinim yok ve bazen bütün dinlerin denizin dibini boylamasını istiyorum(...)" diye başlayıp devam eden demeçinden hareketle Atatürk'ün ateist ya da agnostik olduğu kanaatindeydim. O tarihlerde de Atatürk'ün agnostik olduğuna yönelik bir kamuoyu oluşmuş gibi ancak ABD'li diplomatın dediğine göre Atatürk'ün tanrı inancı var.
2. "Türk halkının uzun zamandan beri ezberden okuduğu bazı Arapça duaların gerçek manasını anladığı zaman tiksineceğini söylüyor. Kur'an'dan alınan bir Arapça bölüm okudu. Bu duada Hz. Muhammed amcası ile amca kızının yaptıkları bir şeyden ötürü cehenneme gitmeleri için beddua eder. 'Düşünen bir Türk'ün böylesi bir duayı okumaktan elde edeceği dini ilhamı veya dine ilgi göstermesini tahayyül edebilir misin?' dedi. Bu fikrini geliştirdikçe ben de gitgide Kur'an'ın Türkçe okunmasını teşvik etmesinin sebebinin Kur'an'ın Türkler arasında gözden düşmesi olduğu neticesine varıyorum. Daha sonra umumi ve şaşırtıcı bir beyanda bulunarak Türk halkının gerçekte hiçbir şekilde dindar olmadığını, aralarından camiilere giden az sayıda kişinin alışkanlıktan veya yüksek sesle söylenen duaların cezbine kapılarak camiye gittiğini ileri sürdü." Atatürk'ün o dönemde ancak dış basına ve yakın çevresine yaptığı açıklamalar din konusunda bu kadar net, ulusal basında böyle demeçleri yok. Yukarıdaki alıntı ile Kazım Karabekir'in anılarında Atatürk'ün sözlerini paylaştığı meşhur bölüm tam anlamıyla uyuşuyor: "Karabekir! Kur'an'ı türkçeye çevirtiyorum. İstiyorum ki milletimiz okusun ve o arab oğlunun ne yaveler yediğini görsün!"
3. "Benimle bu konuda daha fazla konuşma arzusunu ifade etti. Bu beni şaşırttı zira Yusuf Akçura gibi samimi arkadaşları beni sürekli o'nunla din hususunda konuştuğum takdirde, Gazi'nin nazikçe 'dostluğumuz' olarak adlandırdığı münasebetlerimizin kesinlikle bozulacağı hususunda ikaz etmişlerdi. Konuşmamızın bu bölümünün sonunda, daha öncesi bir yabancı ile hiçbir zaman bu konuda bu kadar etraflı konuşmadığını ve özel dinî inançlarını da hiç dile getirmediğini söyledi." Bu bölümde ise Atatürk'ün din meselelerini konuşmaktan sıkıldığını öğreniyoruz. 1932-1933 yıllarına gelindiği düşünüldüğünde Atatürk'ün çevresindeki insanlara din konusunda laf anlatmaktan bıkıp bu konuları konuşmamayı tercih etmeye başlamış olabileceği ihtimalini kuvvetli görüyorum.