Anı yaşamak. Aynı tadı almaktan öte, bugün olmayan şeyler de var. Yani hatırlayacak şeyler bile kalmadı be. Bizim eski bir bahçemiz vardı sözlük. Çok dar bir kapısı olan, hatta o kapıya kadar diğer evlerin bahçe duvarlarıyla oluşmuş minik bir patika, sonrasında ise çok geniş bir iç bahçe. Duvar diplerinde uzun serviler, ortasında çok düz ve çim bir alan. Mis gibi incir, dut kokuları. Kör biri gelmişti geceleyin evimize. O anda yıldızlara bakmıştım bu güzelliği göremiyor diye. Yetinme vardı. Şimdi lambalar yaktık. Lambaları söndürsem de yıldızlar üstünde farklı görüntüler düşünüyorum. Karşı komşumuz vardı. Her gece kapımıza gelirdi. Annem çay ve yoğurtlu ekmek yapardı. Kapıda oturur onları tüketirken muhabbet ederdi annemgil. Ne yarın, ne de dün vardı. Ne bir kayıp ne de bir kazanç. Saflık o kadar ağır bir özlem ki benim için artık. Saftım, o yoğurtlu ekmeğe dünyaları vermek vardı. Onun için kendimden vazgeçebileceğim bir şeydi benim için. Yani o yoğurtlu ekmeğin anlamından dolayı şimdi mümkün değil bunun gibi bir tat bugün. Öyle güzel rüyalar görürdüm ki... Rüyalarımın bazısını acaba bu rüya mıydı yoksa gerçek miydi diye karıştırdığım netlikte görürdüm. Şimdi de görüyorum ama daha az ve yarısı kabus. O zaman yaşamda her şey benim için büyük bir kotarmaydı. Kendimi çok şanslı hissediyordum önüme gelen en küçük güzellikte. Bakkal bana resim yapmam için bedava karton verirdi. Sorumluluk yoktu. Sorumluluk yoksa, her şey güzel geliyor insana. O zamanlar kavga yoktu. Taraf değildim. Şimdi taraf değilsen bile seni bir tarafa sokuyorlar. Şimdi senin niteliklerin insanlarla ilişkinde yetmiyor. Yetmemeli de ama şimdi senin iyi biri olman da yetmiyor! İnsanlar bir garipleşti. Gördüm ki yaklaşık 20 senedir insanlar üstünde bir sıkıntı, vahşice bir tahammülsüzlük var. Bu cehalet değil sözlük, düpedüz yozlaşma. O zamanlar önüme hazır geliyordu, şimdilerde kavgayla alıyorum. O zamanlar ne almam gerektiğine değil, ne aldığıma bakıyordum. Şimdi ise şekil çiziyorum. Huzur yoksa, tat yok. Gözlerim daha saftı o zamanlar. Aşırı gelişmiş bir gözüm var şimdi. Şehirde yürürken inan midem bulanıyor şu niteliksiz binaları görünce. Gelişti de mutlu olmama yetti sanki! Sankı gelişmesi bana bir fayda sağladı! Sağlayacak, buna gönülden inanıyorum ama çocukluk... İlkokul başladı, 1. sınıfta 6. sınıftaki çocuklar ayakkabılarının ucuna iğne takıp tekmelediler beni. O günden beri hayatım anlatamayacağım kadar olayla doldu. Güzel günlerimimin önüne çok boktan anı girdi. Neredeyse unutturdu o günleri. İçimde katmerli bir nefret var. Hesapta olmamak hissi var. Yani çocuklukta tat alınan şeyden çok, düpedüz 'tat' vardı. Şimdi tat yok.