Dil, bilinçdışının en önemli, en büyük koşuludur ve hiçbir zorlamayı kabul etmeyecek kadar partizan bir isyancıdır. Sembollere dayalı kalıplara atfedilen önem, dil içerisinde ortaya çıkar ve gelişir, hiçbir dil; “dil polisi” tarafından kontrol edilemez.
İnsanın, erkek ya da dişi şeklinde bir ayrıma gidilmeksizin arketipinden miras kalan dil, toplumun fertlerindeki davranışlarına paralel bir şekilde gün yüzüne çıkar. Mesela bir toplumda kadına bakışın evrim tarihini araştırmanın bir diğer yolu yaşayan dile bakılmasından “da” geçer. Bir çeşit disiplinlerarası çalışma da denilebilir. Michael Foucault’nun mikro-iktidar bağlamında şiddet, “insanlarca yorumlanması öğrenilmiş bir çeşit dil” olarak karşımıza çıkar.
Bir dil asla kontrol edilemez. Bunun tarihi bir örneği vermek gerekirse, en klâsiği “kamutay” kelimesidir. Moğolcadan Türkçeye bir hayli eski bir zamanda geçen bu kelimeye, Osmanlı öncesi Anadolu Türkçesinde rastlıyoruz. Galiba, Yunus Emre’nin bir şiirinde de geçiyor olmalı. Bu kelime Türkçeleştirme adıyla önceleri mazur görülebilir gerekçelerle başlayan ancak daha sonra katliam halini alan ve insanları kendi diline ötekileştiren bir hal alış sırasında, TBMM Genel Kurulu ve Meclis anlamlarına gelmesi için ikâme edilmiştir ve dönemin resmi yazışmalarının tamamında kullanılmıştır. “TBMM Genel Kurulu”, “Meclis Genel Kurulu” ya da “Genel Kurul” kelimelerine göre söylenişi çok daha işlevsel olan “kamutay” kelimesinin bugün esamisinin okunmaması da, dil polisliğine karşı müthiş bir isyandır; “evet isyan”…
Bir dil toplumsallığı, kültürü ve dolaysıyla da bunları ifade eden yasa ve yasakları taşır. Dil aracılığıyla, kültürel düzene dâhil olan insan yavrusu, daha farkında olmadığı ve hiçbir şeye karar veremediği bir evrede, bu düzen tarafından biçimlendirilecek, onun en temel değer yargılarını ve unsurlarını içselleştirecek ve bu yolla insan olmaya adım atar. Dilin simgesel sistemine geçişi kültürel düzene geçmekle aynı anlama gelir ve biyolojik canlı olmaktan düşünebilen canlı olmaya doğru bu geçişte, birey-özne kültürel bir kod olarak kodlanmış olur ve bu kodlanış, asla zorlama kabul etmez.
Sigmund Freud’un 1905 yılında “Esprler ve Onun Bilinçdışı İle İlişkisi” adlı makalesi ve 1918 yılında yayınladığı “Kurt Adam” makalesinde, psikanaliz açısından da dilde herhangi bir zorlamanın işe yaramayacağına dair enfes bilgilere ulaşılabilir.
İnsanın, erkek ya da dişi şeklinde bir ayrıma gidilmeksizin arketipinden miras kalan dil, toplumun fertlerindeki davranışlarına paralel bir şekilde gün yüzüne çıkar. Mesela bir toplumda kadına bakışın evrim tarihini araştırmanın bir diğer yolu yaşayan dile bakılmasından “da” geçer. Bir çeşit disiplinlerarası çalışma da denilebilir. Michael Foucault’nun mikro-iktidar bağlamında şiddet, “insanlarca yorumlanması öğrenilmiş bir çeşit dil” olarak karşımıza çıkar.
Bir dil asla kontrol edilemez. Bunun tarihi bir örneği vermek gerekirse, en klâsiği “kamutay” kelimesidir. Moğolcadan Türkçeye bir hayli eski bir zamanda geçen bu kelimeye, Osmanlı öncesi Anadolu Türkçesinde rastlıyoruz. Galiba, Yunus Emre’nin bir şiirinde de geçiyor olmalı. Bu kelime Türkçeleştirme adıyla önceleri mazur görülebilir gerekçelerle başlayan ancak daha sonra katliam halini alan ve insanları kendi diline ötekileştiren bir hal alış sırasında, TBMM Genel Kurulu ve Meclis anlamlarına gelmesi için ikâme edilmiştir ve dönemin resmi yazışmalarının tamamında kullanılmıştır. “TBMM Genel Kurulu”, “Meclis Genel Kurulu” ya da “Genel Kurul” kelimelerine göre söylenişi çok daha işlevsel olan “kamutay” kelimesinin bugün esamisinin okunmaması da, dil polisliğine karşı müthiş bir isyandır; “evet isyan”…
Bir dil toplumsallığı, kültürü ve dolaysıyla da bunları ifade eden yasa ve yasakları taşır. Dil aracılığıyla, kültürel düzene dâhil olan insan yavrusu, daha farkında olmadığı ve hiçbir şeye karar veremediği bir evrede, bu düzen tarafından biçimlendirilecek, onun en temel değer yargılarını ve unsurlarını içselleştirecek ve bu yolla insan olmaya adım atar. Dilin simgesel sistemine geçişi kültürel düzene geçmekle aynı anlama gelir ve biyolojik canlı olmaktan düşünebilen canlı olmaya doğru bu geçişte, birey-özne kültürel bir kod olarak kodlanmış olur ve bu kodlanış, asla zorlama kabul etmez.
Sigmund Freud’un 1905 yılında “Esprler ve Onun Bilinçdışı İle İlişkisi” adlı makalesi ve 1918 yılında yayınladığı “Kurt Adam” makalesinde, psikanaliz açısından da dilde herhangi bir zorlamanın işe yaramayacağına dair enfes bilgilere ulaşılabilir.