Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun son dönemdeki kararları adeta bir "adalet şöleni" sunuyor. Bu kararların sonuncusu, oldukça enteresan bir olayı içeriyor. Tacize uğradığını iddia eden bir genç kız, özel bir televizyon kanalının teknolojik imkanlarını kullanarak kendisini taciz ettiğini öne sürdüğü doktorun muayenehanesine gidiyor ve orada yaşananları görüntülemiş.
Görüntülerde, doktorun bacakları ve göğüsleri okşadığı, önünde diz çökerek gözlerine bakmasını istediği, "ne güzel kızsın sen" gibi hitaplarla şeker, dondurma, çay ikram etmeye çalıştığı, muayene parası almadığını ve hatta tüm ailesine ücretsiz doktorluk hizmeti vereceğini söylediği görülüyor.
İstanbul 6. Asliye Hukuk Mahkemesi, bu olayın kamuya açıklanmasında kamu yararı olduğuna karar veriyor ve doktorun taciz davranışlarını net bir dille eleştiriyor. Mahkeme, doktorun davranışlarını "bir doktor ile hastası arasında asla yaşanmaması gereken incitici ve son derece sakıncalı" olarak nitelendiriyor.
Ancak işin garip tarafı, bu kararın temyiz incelemesini yapan Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin, mahkemenin kararını bozarak davanın kabul edilmesi gerektiğine karar vermesi. Yargıtay, anayasanın özel hayata saygı gösterilmesi ve gizliliğinin korunması hakkına dikkat çekiyor. Kişinin rızası olmadan gizli kamera ile görüntülenmesinin ve bu görüntülerin kamuya açıklanmasının kişilik haklarına saldırı niteliği taşıdığına hükmediyor.
Bu karar, adeta suçlulara "hadi gelin, istediğiniz her şeyi yapın, kimse sizi görüntüleyemez ve suçlayamaz" mesajı veriyor. Rüşvet alan memuru, kokain kaçakçısını veya böbrek kaçakçısı doktoru görüntülemek, özel hayatlarına müdahale etmek olarak görülüyor. Peki, bu durum suçlulara karşı mücadelede adeta bir "af" mı demek?
Yargıtay'ın bu kararı, adalet sisteminde garip bir çelişki yaratıyor. Bir yandan, mağdurların sesini duyurmak ve suçluları yakalamak için gizli görüntüleme yöntemleri teşvik edilirken, diğer yandan bu görüntüler kamuya açıklandığında kişilik hakları ihlali olduğu gerekçesiyle suçlu konumuna düşüyorlar.
Bu durum, adalet sisteminde bir "çifte standart" mı yaratıyor? Suçluların haklarını koruyan bu karar, mağdurların adalet arayışını engelliyor mu? Bu sorular, Yargıtay'ın bu garip kararının yarattığı etik ve hukuki tartışmaları alevlendiriyor.
Sonuç olarak, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun bu kararı, adalet sisteminde bir "anlam karmaşası" yaratıyor. Suçluların haklarını koruyan bu karar, mağdurların adalet arayışını zorlaştırıyor ve toplumda adalet algısını zedeliyor. Bu kararın yarattığı etik ve hukuki tartışmalar, adalet sisteminin daha adil ve etkili bir şekilde çalışmasına yönelik reformları gündeme getiriyor.
Görüntülerde, doktorun bacakları ve göğüsleri okşadığı, önünde diz çökerek gözlerine bakmasını istediği, "ne güzel kızsın sen" gibi hitaplarla şeker, dondurma, çay ikram etmeye çalıştığı, muayene parası almadığını ve hatta tüm ailesine ücretsiz doktorluk hizmeti vereceğini söylediği görülüyor.
İstanbul 6. Asliye Hukuk Mahkemesi, bu olayın kamuya açıklanmasında kamu yararı olduğuna karar veriyor ve doktorun taciz davranışlarını net bir dille eleştiriyor. Mahkeme, doktorun davranışlarını "bir doktor ile hastası arasında asla yaşanmaması gereken incitici ve son derece sakıncalı" olarak nitelendiriyor.
Ancak işin garip tarafı, bu kararın temyiz incelemesini yapan Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin, mahkemenin kararını bozarak davanın kabul edilmesi gerektiğine karar vermesi. Yargıtay, anayasanın özel hayata saygı gösterilmesi ve gizliliğinin korunması hakkına dikkat çekiyor. Kişinin rızası olmadan gizli kamera ile görüntülenmesinin ve bu görüntülerin kamuya açıklanmasının kişilik haklarına saldırı niteliği taşıdığına hükmediyor.
Bu karar, adeta suçlulara "hadi gelin, istediğiniz her şeyi yapın, kimse sizi görüntüleyemez ve suçlayamaz" mesajı veriyor. Rüşvet alan memuru, kokain kaçakçısını veya böbrek kaçakçısı doktoru görüntülemek, özel hayatlarına müdahale etmek olarak görülüyor. Peki, bu durum suçlulara karşı mücadelede adeta bir "af" mı demek?
Yargıtay'ın bu kararı, adalet sisteminde garip bir çelişki yaratıyor. Bir yandan, mağdurların sesini duyurmak ve suçluları yakalamak için gizli görüntüleme yöntemleri teşvik edilirken, diğer yandan bu görüntüler kamuya açıklandığında kişilik hakları ihlali olduğu gerekçesiyle suçlu konumuna düşüyorlar.
Bu durum, adalet sisteminde bir "çifte standart" mı yaratıyor? Suçluların haklarını koruyan bu karar, mağdurların adalet arayışını engelliyor mu? Bu sorular, Yargıtay'ın bu garip kararının yarattığı etik ve hukuki tartışmaları alevlendiriyor.
Sonuç olarak, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun bu kararı, adalet sisteminde bir "anlam karmaşası" yaratıyor. Suçluların haklarını koruyan bu karar, mağdurların adalet arayışını zorlaştırıyor ve toplumda adalet algısını zedeliyor. Bu kararın yarattığı etik ve hukuki tartışmalar, adalet sisteminin daha adil ve etkili bir şekilde çalışmasına yönelik reformları gündeme getiriyor.