İnsanlar sefil yaratıklardır. Hiçbir şeyden habersiz şekilde, hiçbir seçeneğe sahip olmadan, hiçbir şekilde fikirlerimiz sorulmadan dünyada buluruz kendimizi. İmkanlarımızı, çevremizi, niteliklerimizi belirleyemeyiz. "Neden" sorusunu kimseye cesaretle sormaya kalkışamayız. Sorsak bile aldığımız cevabın doğruluğundan emin olamayız. Zira, sağlıklı düşünebilen insan kavramının varlığına inanmak istemesek de gerçek olmadığını biliriz. Acı çekeriz ve bunalırız. Aslında yaşamak istemez ve huzur dediğimiz hayali diyara ulaşabilmek için dünyadan ayrılmayı arzularız, ama içimizde var olan, anlamını veremediğimiz ve sahip olmayı seçmediğimiz yaşam isteğine karşı baskın gelemeyiz. "Yuvarlanıp gitmek" deriz bu duruma. Sadece kendimizi kandırmak zorunda olduğumuz için. Yuvarlanırız ama gidemeyiz çünkü. Siktir olup gidemeyiz. Önceleri hayat hakkında iyimser düşüncelere kapılır, hayaller kurarız. Umutlara, hedeflere sahip oluruz. Kendimizi keyif aldığımız bir yaşam sürdüğümüzü düşleriz. Buna inanırız. Zaman geçtikçe fark ederiz ki hayat, zihnimizdekiyle hiç örtüşmemektedir. Başlarda pes etmek istemeyiz. Tekrar ve tekrar denemeye kalkışırız. Sadece, her seferinde başarısız oluruz. Olayın asla gerçekleşmeyeceğini anlamak zaman alır. "İstediğim olmayacaksa istemediğim olmasın" deriz kendimize. Okullar kurarak, derse giren çocuklara "İleride kötü durumda olmamak için kurallara uymalısın, herkesin yaptığını yapmalısın" gibi cümlelerle zehirleriz. Çünkü biz denemeyi göze alamayız ve bu fikri kabullenemeyeceğini düşündüğümüz çocukların da aynı fikre sahip olmalarını istemek içimizi ferahlatır. Onurlu bir ölüme sahip olamadığımız için hayatta kalma eyleminin onursuz bir eylem olmadığına inanmak isteriz. İnanmak için yaparız. Kendisini mutlu hissettirmek için sahte gülümsemeler takınır, ancak hala içinde ikna olamadığı için başkalarını da gülümsetmeye çalışırız. Gidemediğimizi kabullenmemek için kalmak istediğimizi kanıtlamaya çalışırız dünyaya. Hayatta kalmaya çalıştıkça, sahip olmayı seçmediğimiz kısıtlı vaktimizi yaşamak için kullanmaktan kaçınız. Günlerimizi yapmaktan hoşlanmadığımız bir işte, hep birlikte kurduğumuz ve neden var olduğunu sorgulamadığımız bir medeniyeti ayakta tutabilmek adına 8/5 çalışarak geçiririz. Taştan topraktan yapılmış kafeslere, ilerledikçe zehir saçan metal kutulara, gözümüzde büyüttüğümüz şekilsiz markalara, sahip olduğumuzu sandığımız hayali kişiliklere, kendi kendimize göklerden bizi gözettiğini düşündüğümüz yaşlı adamlara taparız. Varlığımıza anlam katabilecek, çektiğimiz acının boşa olmadığını gösterebilecek tanrıların bunlar olduğunu düşünürüz çünkü. Çok azımızın aklına, kendi başına görmeyi denemek gelir. Merakını bastırmak yerine hayatta kalma zorunluluğundan kurtularak içine düştüğü anlamsız oyunu cesurca oynamaya cesaret edebilen çok az kişi vardır. Çok azımız sahip olmayı tercih etmediği zamanda efendi olabilir. Olamayanlar, bu durumu kabul edemedikleri için olamadıklarının farkındayım. Yine de, onlardan tiksinmemek zor. Bu satırları yazma nedenim, özgür iradesi olmasına rağmen sadece şansa güvenmeyi tercih eden, hiçbir şey yapmayan böcekler gibi davranan insanların sesini duysun diye. Ben böyle biri olarak doğmadım ve böyle biri olarak ölmeyeceğim.