Kafam kpss'ye çalışmaktan çıktı. Ne yazık ki, devrelerim yandı gibi görünüyor. Terimler, kavramlar, olaylar ve sayılar birbirine karıştı, içinde kitapların kaybolmuşum. Gerçekten tuhaf bir durumdayım ve hayal gücüm tükenmiş durumda. Aşağıda yazacaklarımı da aynen şu anda düşünüyorum. Bu durumu sınava hazırlanan diğer insanlarla paylaştığımı düşünüyorum. İsyanımı KPSS sınavının zorluklarıyla başa çıkanlara ithaf ediyorum. Diğer arkadaşlar için bu yazı belki de fazla anlamlı olmayacak, devam edin geçiniz.
Ayrıca, bu yazıyı okurken şu müziği dinlemenizi tavsiye ederim: [link]
Bugün kafamda Malazgirt Savaşı vardı. Meiji Restorasyonu sonrası Japon ordusunu Anadolu'ya getirdim. Belli bir yıl ve tarihte, düşmanla alüvyon topraklardan oluşan bir delta ovasında karşılaştık. Bağıl nemi aleyhimize işliyordu ve karasal iklimin zorlu şartlarıyla başa çıkmak zorundaydık. Ordumun düzenini titizlikle ayarladım. Sağ kanadı tecrübeli bir komutana, sol kanadı ise genç ve hırslı Adlof Hitler'e emanet ettim. Orta hücum görevi ise Mete Han'a verildi. Zamanında Abbasi Halifesi'ni kurtardığım için Araplar da safımızdaydı. Şafak vakti düşman fohn rüzgarını arkalarına alarak saldırdılar. En zor anlarımızı yaşadık ve yaşattık. Şeyh Said, bizi en çok zorlayan düşman generaliydi. Bölme ve bölünebilme konusundaki üstün bilgisi ve coğrafya hakimiyetiyle bizim için ciddi bir tehdit oluşturuyordu.
Çatışmanın kritik anlarında değeri anlaşılan De'yi kaybettik ve cesedi seyyit onbaşı tarafından arka saflara taşındı. Vasiyeti üzerine bedenini toprağa vermedik, vatanına geri götüreceğiz. Özgür Yunan kuvvetlerini Pisagor'un emrine vermem hayal kırıklığı oldu, çünkü çoğu askeri çarpanlarına ayrılarak can verdiler. Karesioğulları ile anlaşmıştık ancak onlar Malazgirt'e donanmalarıyla gelirken iskenderun limanında sıkışıp kaldılar.
Düşmanın ateşli silahları bulduğunu öğrendik ve bir süre siper oldum. Dördüncü günün sonunda ateşkes ilan ettik ve barış şartlarını görüşmeye başladık. Ancak düşmanın talepleri kabul edilemezdi. Gelecekteki tarih derslerinde öğrencilerin kafası karışsın diye savaşmaya devam etmemiz gerekiyordu. İngiliz bir general, Kuzey Irak petrolünü istediklerini belirtti ve başdanışmanım Ömer Hayyam'ın nezaketsiz cevabıyla gönderildi.
Uzun süren çatışmaların sonunda galip geldik, ancak durumun Almanya'nın yenilmesine bağlı olduğunu öğrenince yıkıldık. Yanımızda bolca kağıt ve matbaa getirdik, umarım batı medeniyetine katkıda bulunuruz. Savaştan sonra tüm Türklerle doğuya doğru hareket ettik ve Bering Boğazını geçerek sonradan "Amerika" diyeceğiniz topraklara vardık. İleride bizleri Kızılderililer olarak tanıyacaksınız. Hayat bazen saçma hikayeler yazar, mesela Uygurlar'ın göç destanı gibi...
Ayrıca, bu yazıyı okurken şu müziği dinlemenizi tavsiye ederim: [link]
Bugün kafamda Malazgirt Savaşı vardı. Meiji Restorasyonu sonrası Japon ordusunu Anadolu'ya getirdim. Belli bir yıl ve tarihte, düşmanla alüvyon topraklardan oluşan bir delta ovasında karşılaştık. Bağıl nemi aleyhimize işliyordu ve karasal iklimin zorlu şartlarıyla başa çıkmak zorundaydık. Ordumun düzenini titizlikle ayarladım. Sağ kanadı tecrübeli bir komutana, sol kanadı ise genç ve hırslı Adlof Hitler'e emanet ettim. Orta hücum görevi ise Mete Han'a verildi. Zamanında Abbasi Halifesi'ni kurtardığım için Araplar da safımızdaydı. Şafak vakti düşman fohn rüzgarını arkalarına alarak saldırdılar. En zor anlarımızı yaşadık ve yaşattık. Şeyh Said, bizi en çok zorlayan düşman generaliydi. Bölme ve bölünebilme konusundaki üstün bilgisi ve coğrafya hakimiyetiyle bizim için ciddi bir tehdit oluşturuyordu.
Çatışmanın kritik anlarında değeri anlaşılan De'yi kaybettik ve cesedi seyyit onbaşı tarafından arka saflara taşındı. Vasiyeti üzerine bedenini toprağa vermedik, vatanına geri götüreceğiz. Özgür Yunan kuvvetlerini Pisagor'un emrine vermem hayal kırıklığı oldu, çünkü çoğu askeri çarpanlarına ayrılarak can verdiler. Karesioğulları ile anlaşmıştık ancak onlar Malazgirt'e donanmalarıyla gelirken iskenderun limanında sıkışıp kaldılar.
Düşmanın ateşli silahları bulduğunu öğrendik ve bir süre siper oldum. Dördüncü günün sonunda ateşkes ilan ettik ve barış şartlarını görüşmeye başladık. Ancak düşmanın talepleri kabul edilemezdi. Gelecekteki tarih derslerinde öğrencilerin kafası karışsın diye savaşmaya devam etmemiz gerekiyordu. İngiliz bir general, Kuzey Irak petrolünü istediklerini belirtti ve başdanışmanım Ömer Hayyam'ın nezaketsiz cevabıyla gönderildi.
Uzun süren çatışmaların sonunda galip geldik, ancak durumun Almanya'nın yenilmesine bağlı olduğunu öğrenince yıkıldık. Yanımızda bolca kağıt ve matbaa getirdik, umarım batı medeniyetine katkıda bulunuruz. Savaştan sonra tüm Türklerle doğuya doğru hareket ettik ve Bering Boğazını geçerek sonradan "Amerika" diyeceğiniz topraklara vardık. İleride bizleri Kızılderililer olarak tanıyacaksınız. Hayat bazen saçma hikayeler yazar, mesela Uygurlar'ın göç destanı gibi...