Öleceğim zaman, yakışıklı bir şekilde ölmek istiyorum. Bu duruma sevinmeli miyim, üzülmeli miyim bilmiyorum... Neden ölüm düşüncesi aklıma geliyor, gerçekten bilmiyorum. Yakın zamanda o kadar kötüydüm ki; estetik operasyonlar, diş düzeltmeleri, vücut şekillendirmeleri derken son bir yıldır kendime bakmaya başladım. Gerçekten güzel sonuçlar aldım, fakat nedenini sorguluyorum kendime. Yine yalnızım, lanet olsun! Son zamanlarda alkol ve sigarayı bırakmıştım, temizlenmeye başlayan bedenimi tekrar bu zararlı alışkanlıklarla kirletmek istemiyorum. Ama artık hiçbir tat alamıyorum, ölmek nereden çıkıyor şimdi? Bu suni olarak güzelleştirilmiş bedenime yazık olmaz mı? Aslında evet, yazık olur. Şu an için ölmeye niyetim yok gibi görünse de, neden bu akşam aklıma ölüm geldiği hakkında hiçbir fikrim yok. Belki de sorun beynimin kimyasındadır. Endorfin buradan, serotonin şuradan diye bir şeyler alabilirdim ama dünyaya ne zaman ve nasıl geldiğimizi seçemediğimiz gibi mutlu olma özgürlüğümüz de yok hayatta. Belki şanslı doğmuş olsaydık, biraz mutlu olabilirdik, ama imkanlarımız buna izin vermiyor! Nasıl bir psikopatsam, eski sevgilimin beni Ekşisözlük'ten takip ettiği sanrısına kapılacak kadar dünyadan soyutlanmış biriyim. Belki o beni kurtarır diye umut ediyorum. Evet, 70'lerin Yeşilçam filmlerinde bile böyle bir manyaklık yoktu. Anlamsız sürrealistik düşünceler içinde dolaşıyorum, biliyorum. Peki bir insan neden ölümü arzular? Yokluğumuzun bıraktığı boşluğu ölümle doldurabileceğimizi mi düşünüyoruz? Yoksa artık tüm dünyevi zevklerden soğuyup nihai gerçeğe ulaşmak mı istiyoruz? Ölüp dönmüş birisiyle konuşup sormalı, gerçekten ne hissederiz? Hiçbir şey hissetmeyiz. Kara bir boşluk, simsiyah, ölümden sonraki düşüncelerimizde canlandıramayacağımız bir şey. Değişiklikler yapmak isteyip kendimi nihai gerçeğe karşı bulmam çok ironik. Eğer elimden gelseydi, dünyayı değiştirir, insanları ölümsüz kılar, şiddeti yasaklardım. Fazla feminizm takıntılı kedili kızları başka bir gezegene yollardım. Herkesin çiçekli böcekli parklarda mutlu şekilde zaman geçireceği parklar yapardım, çocuk sahibi olmayı yasaklardım, anne baba eğitim kurslarını zorunlu kılardım. Dışlanmış insanlar için ayrı bir yer oluştururdum, onların yalnızlıklarından kurtulmalarını sağlardım. Uzayda seyahat eder, evreni keşfederdik. Ölümün ulaşamadığı bir yerde, hayatın kutsallığını her defasında anlardık. Ne kadar çelişkili düşünceler içindeyim değil mi? Belki biri beni sanal bir gerçekliğe hapsetmiştir, orijinal fikirler üretebilmem için bana işkence yapıyordur. Ürettiğim düşüncelerle para kazanıyor ve beni bu sanal gerçeklikten çıkarmıyordur, çünkü para tatlı geliyor. Eğer oradan kurtulursam, sonumun ne olacağını biliyorsunuz değil mi? Biliyor o ibne, o yüzden beni bırakmıyor. Sonuçta, acayip bir şekilde umursamıyorum, hissedemiyorum, deneyimleyemiyorum hiçbir şeyi. Ve zaman... Evet, en çok bana zarar veren şey, 30 yaşına geldim. Jonas'ın dediği gibi, "hep zamanım var" gibi kelimeler kullanıyoruz ama aslında bizler zamanın köleleri. Şimdilik daha genç gibi görünseler de zaman onları da alıp götürecek. En kötüsü, dünyada bir iz dahi bırakamamak ve buna çalışmaktan sıkılmak. Eskiden hayatı sıfırlayıp yeniden başlamak isterdim, ama insanın düşünceleri zamanla değişiyor. Artık hayatı sıfırlayıp tekrar başlama fikrine sahip değilim, hayallerim de yavaş yavaş soluyor. Sonunda, her şey karanlık olacak. O zamana kadar diyorum, takipte kalın.