aydınlık sabahlar... ah nasıldılar sahi?.. unuttum onları. hepsi bir fısıltı gibi yitip gittiler. gökyüzü alacakaranlık, dünya zifiri zindan. bedenime balçık kıvamında bir keder pompalıyor nasıl atacağını unutmuş kalbim. ruhum, derinlikleri korku, ızdırap ve dehşet dolu o kör uçurum.biz mutlu olmayı ne zaman unuttuk? sırtımızda bir kambur oldu hayat, yalnızlığın mavi duvarlı saraylarıda taşıdık onu durmadan. sonsuzluğun ortasında silik bir nokta misali yok olup gideceğimiz anı bekler olduk. mutluluğu ararken neden yaşamın binlerce engeli yığılır önümüze? hangisiyle savaşacağız bunca yitiklik içinde, ne bulacağız umutsuzluktan, yenilgiden başka... ne bulacağız?.. ne...nedir yaşama sevinci dedikleri? bende ondan yok. sık sık geçmişe dönüyorum bu soruya bir cevap verebilmek için. sonra bakıyorum soluk bir boşlukta boynumda yağlı ilmek. herşey düş ile gerçek arasında süregelen bir savaş.tüm o acılar kendi kendine mi doluştu yüreğimize yoksa şartlar bizi olgunlaştırdıkça biz mi bulduk onları? küçük umutlarımızla büyük beklentilerimiz yoktu oysa. herkes gibi olamadık belki, ruhumuzdaki huzursuzluğu sahte sevgilerle, yalan hislerle veya bir yerlere gitmekle, bir eşyayla kapatmayı başaramadık. kim bizi ne kadar anlayabilir?nasıl vazgeçtik konuşmaktan bile? kelimeler boğazımıza düğümlendiğinde mi? ağzımızı açıp da dudaklarımızı kıpırdatamadığımız o anlarda mı? bizden geriye ne zaman büyük bir sessizlik kaldı? kör gözlerden içimizdeki derinliği görmesini beklediğimiz o anlarda mı? gerçi neye yarardı ki kimsenin kimseyi duymadığı bir dünyada konuşmak.jilet dolu çukurlardayız, bir başkasına her yüreğimizi açtığımızda bir parçamız orada kalır, azala azala tükeniriz. ne büyük aldanış!yoruldum gökyüzüne dokunamamaktan. uyuyamamaktan. uyanamamaktan. bir gece içinde bilmeden öldüm, kimseler görmedi. yüzümde bana ait olmayan bir garip gülümseme, yerini kaybetmiş bir içtenlik.korkunç kolleksiyonlar için tutulmuş bir kelebeğin hüznü var içimde.ürperiyorum.deliriyorum.