Üç beş zamandır çok hastayım, ne yapsak düzelmiyorum. Sanırım daha derinlerde bir mesele var bedenimde. Özel hayatımda da çok acı çekiyorum, hiçbir şey yolunda değil. Para kazanmak ve hayatta kalmak için çok çalışıyorum, halsiz ve keyifsiz de olsa çalışıyorum. Şikayet etmeyi ve kendime dair bir sorunu yaşamayı pek öğrenemedim. Hala her sabah en tatlı halimle gülümsüyorum, hiç halimi hatırımı sormayan insanlara "nasılsın?" diyorum ve onlara iyi gelecek bir güzelleme muhakkak buluyorum. Kendimden biliyorum, insanın az da olsa şefkatli sesler duymaya ihtiyacı var. Kimisi unutulur bazen, kimisi ise çok unutulur. Hatırlanmak ısmarlama bir dilek değil ki, herkes payına düşeni yaşıyor işte.
Kendimi iyi hissetmiyorum. Uykularım ve uyanışlarım giderek keyifsiz bir hal kazanıyor. Kırk yaşıma çok az kaldı, sanırım kırk yaşıma daha halsiz ve mutsuz gireceğim. Bu kadar yol alacağımı sanmıyordum doğrusu. Kırk hala çok büyük bir sayı gibi geliyor bana. Bana sorarsanız kendimi hala on yedi yaşında hissediyorum. Tecrübelerim belki elli bile olmuştur ama ruhum hala o meraklı çocuğun saklandığı gülümsemenin ardında sanki.
Geçenlerde Hölderlin okuyorum, yine öteden beri çok sevdiğim bir şiirine denk geldim. Benim tanrılarım yoktu ama çocukluğum vardı, sonsuz bir inanışın gölgesinde sarıldığım hayallerim vardı çoğu kimse gibi. Zamanla dönüşüyor insan. Anımsarsanız bu şiiri muhakkak okuyun. Çocukken, çoğu kez bir tanrı kurtarırdı benibağırışlarından ve sopalarından insanların. Sonra oynardım güzelce ve güvenle, korudaki çiçeklerle, ve havası göklerin oynardı benimle. Ve nasıl sevindirirsenyüreklerini bitkilerin, sana uzattıklarından arin kollarını, sevindirirdin yüreğimi öyle, baba Helios! Ve, endimion gibi, sevgilindim senin, kutsal Luna! Ah, tüm siz sadık dost tanrılar! Bir bilseydiniz, ruhum nasıl severdi sizi!
Elbette o zamanlar seslenemezdim size adınızla, ve ne de sizler bana, birbirlerine seslendikleri gibi insanlarınsanki birbirlerini tanırmış gibi. Gene de daha iyi tanırdım sizi, insanları tanıdığımdan, etherin dinginliğini anlar, ama hiç anlamazdım sözlerini insanların. Ezgileri eğitti benim hışırdayan korunun ve sevmeyi çiçekler arasında öğrendim. Tanrıların kollarında büyüdüm ben.
Benim bir adım yok hala, evim, arkadaşım, sevgilim ya da bir yurdum yok. Yatağımın kenarında toza bulanmış onlarca kitap var, her parkta birkaç salyangoz, birkaç kedi, en azından bir köpek ya da üç beş sokak arayla evsiz bir tanıdığım var. Çayımı onlarla içiyorum. Geçen birisi kapıma gelmiş, zili çalmış, anneme denk gelmiş, dilenci sanmış kadıncağız, param yok demiş kaygıyla. Çocuk üzüntüyle "Ruhibey abimi aradım ben, bir şey istemiyorum ben teyze." demiş. Annem hasta olduğumu söyleyince bizim binanın karşısına geçip uzun uzun beklemişler, sokaktaki herkes rahatsız olmuş, sonra annem de farkedince beni kaldırdı, öyle mutlu oldum ki, indim aşağıya ve hepsine sarıldım. Topladıkları kağıtlardan arta kalan parayla bana meyve suyu almışlar, birlikte içtik, bütün sokak kibirle baktı bize, tüm sokak canlıları da yanımıza gelmişti, malûm onların hepsiyle ahbaplıkları var. İnsan kibirden bir yurdun karanlığı işte.. Çok yorgunum, kendimi iyi hissetmiyorum ama kalkıp işe gitmek lazım, geceye yine dinlenirim, belki heybemde başka hikayelerle gelirim.
Kendimi iyi hissetmiyorum. Uykularım ve uyanışlarım giderek keyifsiz bir hal kazanıyor. Kırk yaşıma çok az kaldı, sanırım kırk yaşıma daha halsiz ve mutsuz gireceğim. Bu kadar yol alacağımı sanmıyordum doğrusu. Kırk hala çok büyük bir sayı gibi geliyor bana. Bana sorarsanız kendimi hala on yedi yaşında hissediyorum. Tecrübelerim belki elli bile olmuştur ama ruhum hala o meraklı çocuğun saklandığı gülümsemenin ardında sanki.
Geçenlerde Hölderlin okuyorum, yine öteden beri çok sevdiğim bir şiirine denk geldim. Benim tanrılarım yoktu ama çocukluğum vardı, sonsuz bir inanışın gölgesinde sarıldığım hayallerim vardı çoğu kimse gibi. Zamanla dönüşüyor insan. Anımsarsanız bu şiiri muhakkak okuyun. Çocukken, çoğu kez bir tanrı kurtarırdı benibağırışlarından ve sopalarından insanların. Sonra oynardım güzelce ve güvenle, korudaki çiçeklerle, ve havası göklerin oynardı benimle. Ve nasıl sevindirirsenyüreklerini bitkilerin, sana uzattıklarından arin kollarını, sevindirirdin yüreğimi öyle, baba Helios! Ve, endimion gibi, sevgilindim senin, kutsal Luna! Ah, tüm siz sadık dost tanrılar! Bir bilseydiniz, ruhum nasıl severdi sizi!
Elbette o zamanlar seslenemezdim size adınızla, ve ne de sizler bana, birbirlerine seslendikleri gibi insanlarınsanki birbirlerini tanırmış gibi. Gene de daha iyi tanırdım sizi, insanları tanıdığımdan, etherin dinginliğini anlar, ama hiç anlamazdım sözlerini insanların. Ezgileri eğitti benim hışırdayan korunun ve sevmeyi çiçekler arasında öğrendim. Tanrıların kollarında büyüdüm ben.
Benim bir adım yok hala, evim, arkadaşım, sevgilim ya da bir yurdum yok. Yatağımın kenarında toza bulanmış onlarca kitap var, her parkta birkaç salyangoz, birkaç kedi, en azından bir köpek ya da üç beş sokak arayla evsiz bir tanıdığım var. Çayımı onlarla içiyorum. Geçen birisi kapıma gelmiş, zili çalmış, anneme denk gelmiş, dilenci sanmış kadıncağız, param yok demiş kaygıyla. Çocuk üzüntüyle "Ruhibey abimi aradım ben, bir şey istemiyorum ben teyze." demiş. Annem hasta olduğumu söyleyince bizim binanın karşısına geçip uzun uzun beklemişler, sokaktaki herkes rahatsız olmuş, sonra annem de farkedince beni kaldırdı, öyle mutlu oldum ki, indim aşağıya ve hepsine sarıldım. Topladıkları kağıtlardan arta kalan parayla bana meyve suyu almışlar, birlikte içtik, bütün sokak kibirle baktı bize, tüm sokak canlıları da yanımıza gelmişti, malûm onların hepsiyle ahbaplıkları var. İnsan kibirden bir yurdun karanlığı işte.. Çok yorgunum, kendimi iyi hissetmiyorum ama kalkıp işe gitmek lazım, geceye yine dinlenirim, belki heybemde başka hikayelerle gelirim.