Foruma hoş geldin 👋, Ziyaretçi

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Foruma üye olmak tamamen ücretsizdir.

Ermeni-Kürt ilişkileri

bullvar_katip

Administrator
Katılım
21 Mayıs 2024
Mesajlar
532,105
küçükresim|Geleneksel kıyafetleriyle bir Kürt ve Ermeni, 1862 sağ|küçükresim| 1923'te Balkan Yarımadası ve Küçük Asya'daki etnik grupların dağılımı, Tarihi Atlas, William R. Shepherd, New York (Harita, Yunanistan ve Türkiye arasındaki 1923 nüfus transferinin sonuçlarını yansıtmamaktadır) Ermeni-Kürt ilişkileri, Kürtler ve Ermeniler arasındaki tarihsel ilişkileri kapsamaktadır. İslam Fetihleri Dönemi [[Dosya:Riders_of_the_Caucasus_(Armenians_and_Kurdsjpg).jpg|küçükresim|Franz Roubaud (1856-1928) tarafından 1894'te basılmış nadir bir sanat dergisinden boyanan eser. Kafkasya'nın Atlıları adlı resim, 1894'te Kafkasya dağlarında Kürt ve Ermeni atlılarını tasvir etmektedir.]] Kürtler ve Ermeniler hem kültürel hem de politik açıdan zamanla giderek daha da belirgin bir hal aldılar. Ermeniler Hıristiyanlığı resmî dinleri olarak seçerken, Kürtler ise bölgeye yapılan Arap akınlarıyla beraber İslam'ı kabul ettiler. Ermenilerin çoğu Hristiyan kalmasına rağmen, bazıları Türk egemenliği altında müslüman oldu. Müslüman olan Vasburagan Ermenileri zamanla Kürt kültürüne adapte olarak asimile olmuşlardır. Bunun başka bir yerde de meydana gelmesi muhtemeldir. I.Dünya savaşı ve Ermeni tehcir'i gibi diğer faktörlerin yanı sıra, 20. yüzyılın başında Osmanlı İmparatorluğu'ndaki Ermenilerin varlığı nispeten düşük gösterilmiştir. 11. yüzyıla doğru, Orta Asya'dan gelen göçebe Türk kabileleri, Kürtler, Ermeniler ve diğer yerlilerin yerel nüfusu pahasına Orta Doğu ve Anadolu'ya taşınmış ve etnik karışımın daha da değişmesine sebebiyet vermiştir. Osmanlı imparatorluğu 1828-29 Rus-Türk Savaşı'na kadar, Kürtler ve Ermeniler arasında düşmanca bir tavır görülmemiştir. 1840'lara gelindiğinde ise bölgedeki idari düzenin değişmesine yönelik reformlardan sonra Kürt- Ermeni ilişkileri de payını almıştır. Özellikle II. Mahmud döneminden itibaren Kürt-Ermeni ilişkilerinde değişikler görülmeye başlanmıştır. Zira bu döneme kadar Osmanlı Devleti adına Kürt Emirleri'ne vergi veren Ermeniler artık Patrikhane'ye vergilerini vermeye başlamış ve bölgedeki idari düzenlemeler neticesinde Kürtler ile Ermeniler arasında arazi sorunları ortaya çıkmıştır. Bu tarihlerden itibaren 1877-1878 yıllarına kadar, her iki etnik grubun insanlarının birlikte sorunsuz ve birbirlerine hoşgörülü bir ortam içerisinde aynı şehirlerde ve köylerde yaşadığı da bilinmektedir. Fakat 1877-1878 yılları Osmanlı ve Rusya arasında gerçekleşen 93 Harbi sonrası Ermeniler açısından, Rusya yardımıyla kurulacak bağımsız bir Ermenistan umudunun artmasına sebebiyet verdi. Ermeniler, II. Abdulhamid'in Osmanlı'nın başına geçmesi ve Kanun-i Esasi'nin kabulü üzerine başlangıçta bu durumdan memnun ancak bağımsızlık fikriyatı içerisindeydiler. Ardından etkin bir meşruti yönetimin varlığını gören Ermeniler'in bağımsızlık ümitleri artmaya başlamış ve bulundukları illerde kendilerin baskı ve haksızlıkların mevcudiyetini belirterek meclis toplantılarında bu konular üzerinde dilekçeler sunmuşlardır. Bu dönemde Patrikhane tarafından alenen Bulgaristan ve Sırbistan'a herhangi bir bağımsızlık verilmesi durumunda, Ermeniler'inde bu durumdan yararlanacağı dile getirilmekteydi. Ancak bu süreç içerisinde Ermeni öncülerinin bağımsız bir devlet kurmasına engel teşkil eden en büyük unsurlardan biri Doğu Anadolu bölgesinde yer edinen feodal Kürtler olmuştur. Bu dönemde Kürtler, Beyler, Ağalar ve Şeyhler gibi bölgede yer alan feodal unsurlar tarafından yönetilmektedir. Kürt feodalizmi, 19. yüzyılın sonlarına kadar devam etmiş ve Kürt milleti üzerinde günümüz de dahi izlerinin belirgin bir şekilde görülebileceği bir sistemdir. Kürt feodalizminde, Kürtler'in çoğu bir aşirete mensup olurlardı fakat aşiretlere mensup olmayan Kürtler de mevcuttu. Yine kanaat önderi Şeyhler'in takipçileri olan mürid adı verilen bir kesimde mevcudiyetini korumaktaydı. Bununla beraber Kürdistan toprakları üzerinde yüzyıllardır hakimiyet sürmüş hanedanlara mensup Kürt Beyleri de varlığını sürdürmekteydi.Kurmançlar'ın üzerinde ise "Aşîr" adı verilen aşiret mensupları vardı. Aşîrler ise aşiretlere mensup aileler idi ve genellikle çok az bir toprağa sahip olmakla beraber aşiretin Ağasına bağlı idiler. Ağalar, aşiretlerin reisleri ve Aşîrler'in yöneticileriydiler. Ayrıca ağalar genellikle büyük bir toprak bütünlüğüne hakimdiler. Bununla beraber bir de Kürtler'in ruhban sınıfı olan Şeyhler mevcuttu, bunlar günümüzde dahi görülebilecek, mürid denilen takipçilere sahip ve Kürtler arasında saygı gören bir tabakadır. Bunların hepsinin üzerinde ise yüzyıllarca Kürt bölgelerine hükmetmiş hanedanların devamı niteliğinde Kürt Beyleri bulunmaktaydı. Kürt Beyler'i genellikle aşiret ağaları veya şeyhleri ile akrabalık bağlarıyla bağlanmış ve Osmanlı Devleti ile beraber hareket eden ailelerden oluşmaktaydı. Tüm bu düzen Ermeni üst yöneticilerinin, çoğunluğu Kürt otoritesinden oluşan bu bölge içerisinde; bağımsız bir devlet kurmayı amaçlayan fikirleri ve planlarını tehlikeye atmaktaydı. Kürtler bu dönem içerisinde, Doğu Anadolu'da bir Ermeni devletinin kurulabilmesi için engel teşkil eden en büyük etkenlerden birisi olmuştur. 93 Harbi sonrası, Ermeni Patriği Mgr. Nerses Varjabedyan ve patrikliğin öbür üyeleri, Rus orduları başkomutanı olan Grandük Nikola ile görüşerek Ayestefanos antlaşmasına Ermenileri kapsayan 16. Maddeyi eklemişlerdir. Bu madde'nin antlaşmaya eklenmesi için Ermeni patrikliği, Ermenilerin baskı gördüğünün ve Ermeni nüfusunun yer aldığı bölgelerde imtiyazlara ihtiyaç duyulduğunu öne sürmüştür. 3 Mart 1878 tarihinde imzalanan Ayastefanos Antlaşması’nın 16. maddesi ve 13 Temmuz 1878 Berlin Antlaşması'nın 61. maddeleri gereğince Osmanlı İmparatorluğu, Ermenilerin mevcut olduğu yerlerde Ermeniler açısından gerekli imtiyazları sağlayacak ve Ermeni halkını Kürtler ile Çerkesler'den gelebilecek saldırılara karşı koruyacağını taahüt etmiştir. Bu maddeler'in Osmanlı tarafınca kabul edilmesi üzerine Ermeniler bağımsızlaşma yolunda bir adım daha atmışlardır. Bunun neticesinde, 1878 Berlin Antlaşması sonrası Ermeniler sırasıyla büyük Ermenistan'ı kurmayı amaçlayan örgütler kurmuşlardır. Bu örgütler Kara Haç (Van), Vatan Savunucuları (Erzurum), Armenekan (Van), Hınçak (Cenevre), Taşnak (Tiflis) örgütleridir. Ayastefanos Antlaşması'nın 16. Maddesi ve Berlin Antlaşması 61. maddesi'nde yer alan ifadeler şu şekildedir ; Antlaşmalarda yer alan her iki madde birbirini tekrarlayan ve Ermenilere verilecek olan imtiyazlara yönelik maddelerdir. Ayrıca bu antlaşmalar Rusya tarafından Ermeni konusunu uluslararası bir konu hâline getirmiş ve Osmanlı'nın bölgede sıkıntılı bir sürece girmesine sebebiyet vermiştir. Bölgede Yaşayan Ermeni Nüfusu küçükresim|1895’te Ermeni (diğer Hıristiyanlar) ve Müslüman nüfusun Türk (Batı) Ermenistan’da ve Kuzeydoğu Osmanlı İmparatorluğu’nun diğer komşu bölgelerindeki dağılımının haritası|upright=1.36 Osmanlı İmparatorluğu içerisinde, Doğu Vilayetleri'ni kapsayan bağımsız bir Ermenistan düşüncesinin mevcudiyeti sırasında bölge nüfusu süregelen bir tartışma mahiyetini almıştır. Doğu Vilayetleri genellikle Kürtler'in ve Ermenler'in ağırlıklı yaşadığı vilayetleri ifade etmekteydi. Ancak Doğu Vilayetleri içerisinde Kürt nüfusu tarih boyunca en büyük nüfus olarak varlığını sürdürmüştür. Bölgede yaşanan Ermeni nüfusu hakkında her ne kadar kesin bir bilgi mevcut olmasa dahi dönemin kaynaklarından edindiğimiz bilgiler dahilinde mevcut Ermeni nüfusunda 1880 yıllarından sonra özellikle Hamidiye Alayları ve Ermeni tehciri nedeni ile yoğun bir düşüş görülmektedir. Ermeni nüfusunda görülen bu önemli düşüş, o dönem içerisinde yaşanan göçlerin ve savaşların bilançosunun ne denli ağır olduğunu göstermektedir. İlk milliyetçi Kürt Hareketleri ve Ermeni İlişkileri (1880-1890 Yılları) [[Dosya:Kurds and Orthodox priest, 1873.jpg|sol|küçükresim|upright=1.23|Ortodoks bir Ermeni rahip ve Kürtler]] 1877-78 Rus-Türk Savaşı'nın ardından Rusya ve Avrupa, Osmanlı'da yaşayan Hristiyan toplulukların daha iyi şartlar içerisinde yaşaması adına Osmanlı'ya baskılar yapıyor ve Hristiyanlara yönelik imtiyazlar yaratmaya çalışıyordu. Bu dönem içerisinde nüfuzu Hakkâri bölgesi ve İran Kürtleri üzerinde etkin olan Kürt kanaat önderi Şeyh Ubeydullah Nehri, İran Hükûmetinin bölge halkı üzerinde gerçekleştirdiği haksızlıklar ve Doğu Anadolu bölgesinde yaratılmak istenen olası bir Ermenistan'a karşı bölgede isyan etti. İsyan öncesinde, Berlin Konferansı sonrası İngiliz konsolosu Captain E. Clayton ve Rus konsolosu Albay K. Gamsaragan, Ermeniler'e sunulması istenen imtiyazları kontrol amaçlı Van'a gelmişlerdir. Konsolosların bölgeye geldiği dönem içerisinde Kürdistan dahilinde birden fazla olay gerçekleşmekteydi. 1880 yılında Hac'dan dönen Şeyh Ubeydullah Nehri, Şemdinli'ye gelerek neredeyse bölge içerisinde yer alan bütün Kürt halkını kendi ruhani liderliği altında toplamaya başladığı göze çarpmaktaydı. Ayrıca Ubeydullah Nehri'nin oluşturmuş olduğu bu mürid topluluğundan bir ordu yaratıp Ermeniler üzerine sefer düzenleyeceği dedikodusu da bölge dahilinde yaygın bir söylem halini almıştı. Bu dedikodular üzerine Süryani Patriarkı Mar Şimon, Van'a gelen konsoloslara haber yollayarak Ubeydullah Nehri'nin içerisinde bulunduğu sefer hazırlığını kendilerine bildirmiştir. Ardından haberi alan Rus konsolos bu bilginin gerçekliğini araştırmak üzere adamlarını görevlendirirken, İngiliz konsolos ise bölgeye gelerek Ubeydullah Nehri ile iletişime geçmek istemiştir. İngiliz konsolosu, Ubeydullah Nehri ile konuşmasında Doğu vilayetlerinde Ermeniler ile Süryani Hristiyanlar'ına verilecek olan imtiyazlardan bahsetmiş ve Osmanlı ile barış içerisinde yaşamalarını dilediklerini ifade etmiştir. Ardından Ubeydullah Nehri'ye bölgede yayılmış olan dedikodulara değinerek Kürtler'in ileri gelenlerinin neden çevresinde toplandığını sormuş ve niyetini öğrenmek istemiştir. Tecrübeli bir din adamı ve siyasi bir kişiliğe sahip olan Ubeydullah Nehri ise kendilerinin Sultana bağlı olduklarını dile getirerek herhangi bir isyan hazırlığı içerisinde olmadıklarını, Kürt ileri gelenlerinin Hac dönüşü kendisini ziyarete geldiğini ifade etmiştir. Bunun üzerine İngiliz konsolos Ubeydullah Nehri'nin ifadelerinden ikna olmuş ve Van'a dönmek üzere yola koyulmuştur. Ancak yolda Çölemerik'te bulunan Süryani Başpiskoposu ile görüşmesi ardından başpiskopos, Şeyh'in niyeti hakkında kendisini uyarmış ve konsolos durumu İstanbul'daki elçiliğe bildirmek üzere rotasını İstanbul'a çevirmiştir. Şeyh Ubeydullah ise hızla çevresindeki Kürt ileri gelenlerine isyan haberini yayıyor ve İsyanın alt yapısı için büyük bir çaba harcıyordu. Ubeydullah Nehri hazırlıklarını bitirdikten sonra bir mektup ile isyanı İngiltere'ye bildirmiş ve İran ile Ermeniler'e verilecek imtiyazlar aleyhine bölgede büyük çapta bir isyan başlatmıştır. Bölgede yaşanan dini alt yapı ile gelişen isyan Kürt-İran çatışmasının ardından kendini Kürt milliyetçiliğine bırakmıştır. Şeyh Ubeydullah bu isyan girişiminde, bağımsız Ermenistan girişimini önlemeye çalışırken bir yandan da bağımsız Kürdistan adına hareket etmeye başlamıştır. Şeyh Ubeydullah Hareketinin milliyetçiliğe dönüşmesi, Ubeydullah Nehri'nin Dr.Cocharan'a gönderdiği 5 Ekim 1880 tarihli mektubunda apaçık gözükmektedir. Ubeydullah Nehri içinde bulunduğu milliyetçilik duyguları ile yazdığı mektubun bir kısmı şu şekildedir; Bu mektupta dikkat edilmesi bir önemli kısım da Ubeydullah Nehri'nin şu ifadesidir; "Diğer milletler gibi ayrıcalıklarımız olsun.." bu cümleden bölgede Ermeniler'e verilen ayrıcalıklardan ötürü duyulan rahatsızlık ve Kürtler'in çoğunlukta olduğu bir bölgede dahi arka planda kalmış olması sebebiyle bir hoşnutsuzluk mevcuttur. Bu dönemde Kürtler, Avrupa destekli Ermenilerin, Kürt nüfusunun bulunduğu bölgeleri içerecek bağımsız bir Ermenistan'dan ötürü tedirginlik içerisine girmişlerdir. Dönemin milliyetçilik akımının Ermenilere yönelik gerginliklerine rağmen Şeyh Ubeydullah, adamlarına İran'ı işgal etmeye başladıklarında Ermenilere zarar vermemelerini emretmiş ve bunu güvence altına alabilmek için, bir fetva yayınlayarak kesinlikle herhangi bir Ermeni'nin dahi zarar görmeyeceğine kadar birçok kuralı hakimiyeti altındaki Kürtler'e tembihlemiştir. Şeyh Ubeydullah'ın bu fetvayı yayınlaması ve ordusuna Ermeniler'e zarar verilmemesini tembihlemesinin altında yatan sebep, başlattığı isyanın Bâb-ı Âli tarafından, bölgedeki Ermeni ve Nesturilerin nüfusunu katletmek için bir bahane olarak kullanılmak istendiğinin farkında olmasıydı. Bununla ilgili olarak, 1880 yılında Şemdinli'de bir konuşma yaptı ve konuşmasında şunlara yer verdi: "Şimdiye kadar Bâb-ı Âli Kürtleri her desteklediğinde, Anadolu'daki Hristiyan unsurlarına karşı koyma arzusu nedeniyle bunu gerçekleştirmiştir ve Ermeniler burada ortadan kaldırılırsa, Kürtler de aynı şekilde Türk hükûmeti için önemlerini kaybedecek ve sıra bizlere gelecektir. " Eleşkirt'in Kürt Şeyhine yazdığı bir mektupta Şeyh Ubeydullah, Ermenileri, Farslardan ve Türklerden çok daha fazla sevdiğini belirtmekteydi. Başarısızlığa rağmen, ayaklanma Ermeni nüfusu ile Grigor Artsruni arasında sempati yarattı ve şöyle devam etti: "Ermenistan'ın Ermeni, Nesturi ve Kürt nüfusunun nihayetinde Ermenistan'ın sakinleri olduğunu ve aynı ilgi alanlarına sahip olduklarını anlamaya başlamış ve Osmanlı'nın baskısının hepsini eşit derecede rahatsız ettiğini görmüşlerdir. Ayrıca bu dönem içerisinde Muş, Bitlis, Kiğı ve Eleşkirt'in karma şehirlerinde Ermeniler tarafından Kürt okulları açıldı. Kürt nüfusun bulunduğu bölgelerde ise Ermeni okulları açma girişimleri yapılmıştır. Bu hareketin sebebi Ermeni aydınlar arasında Kürtlerin Osmanlı İmparatorluğu ile birleşmesini önlemek ve Kürtlerin dönemin politik olaylarında yer alması gerektiğine olan inançtı. Bunun üzerine Sosyal Demokrat Hınçak Partisi ve Taşnaklar da Kürtlerle işbirliği çağrısında bulunmuşlardır. 1890'lı yıllarda ise Bedirhaniler yani Botan Emirleri'nin soyuna mensup olan ünlü Kürt Emir'i Bedirhan Bey'in ailesi, Kürt milliyetçiliğinin savunuculuğunu üstlenmiş ve Osmanlı Hükûmeti aleyhine Rus yetkilileri ile görüşmeler yapmışlardır. Kürt milliyetçi ideolojisinin temel yapı taşlarından olan bu aile 1898 yılında Kahire'de "Kürdistan" adlı gazeteyi çıkarmış ve bu dönem içerisinde önemli derecede milliyetçilik faaliyetlerinde bulunmuşlardır. Kürdistan gazetesinin editörleri yine bu aileye mensup olan Mithat Bedirhan, Abdurrahman Bedirhan ve Süreyya Bedirhan'dır. Bedirhaniler'in dönemin Kürt Halkı üzerinde uyandırmaya çalışılan Kürt milliyetçiliği etkin olarak amacına ulaşamamış olsa dahi bir süre daha gazete basımı devam etmiştir. Özellikle Abdurrahman Bedirhan, Ermeniler ile Kürtler için ilk iletişime geçen isimdir. Abdurrahman Bedirhan'ın, Ermeniler ile olan iyi ilişkilerini dönemin Ermeni gazeteleri olan Hınçak ve Troşak gazetelerinde görmek mümkündür. Bölgedeki olaylardan sonra özellikle de Sason olaylarından sonra Ermeniler, Kürtlerin güvenini tekrar kazanabilmek adına büyük bir çaba göstermişlerdir. Louise Nalbandian’ın Varandian'dan aktardığı ifadelerden Ermeniler'in çabasını görmek mümkündür; Ayrıca yayınlanan "Kürdistan" gazetesi içerisinde Kürt halkı ile Ermeni Halkı'nın birlik içerisinde hareket etmesine yönelik bildirilere de yer verilmiştir. Bunun üzerine bu dönem içerisinde Taşnaklar ile iyi ilişkiler içerisine girdikleri de bilinmektedir. Hamidiye Dönemi (1891-1894) [[Dosya:Kurdish_Hamidiye_officer.png|küçükresim| Hamidiye askeri, binbaşı . ]] Berlin Antlaşmasının 61. Maddesi gereğince Babıâli’nin yapılması beklenen reformlara net ve aydınlatıcı bir yaklaşım içerisinde olmaması şikayetlere sebebiyet veriyordu. Avrupalı Devletler, Osmanlı hükûmetini Doğu Anadolu bölgesinde yer alan Ermenileri, Müslüman nüfustan az göstererek Berlin Antlaşması'nın 61. maddesini kısıtlamak ile suçluyordu. Bunların haricinde Avrupalı Devletler, Babıâli’nin Kürtler'e ve Ermenilere aynı reformaları sunmak istemesini uygun görmüydu. Ermeniler'e özgü bu reformların Kürtler üzerinde uygulanmamasını savunuyor ve Kürtler'e özgü bir yönetim biçiminin hayata geçmesini istiyorlardı. Kürtler, yine bu dönem içerisinde Ermeniler'e verilecek olan reformlara yönelik benzer talepler de bulunmaktaydılar. Bu dönem içerisinde özellikle Kürtçü bir aydın olarak ön plana çıkan Şükrü Mehmet Sekban, Kürtler'in Doğu Vilayetleri içerisinde talep ettiği reformları şu şekilde dile getirmiştir; Kürtler'in reform taleplerinin karşılık bulmaması, Ermeniler'e bölgede ayrıcalık sunulması gibi nedenlerden ötürü Kürtler arasında Ermeni karşıtlığı hızla baş göstermeye başlamıştır. Bu dönemde Kürtler de kendi aralarında örgütleşmeye başlamış ve Kürt birliği gibi milliyetçi söylemler yaygınlaşmıştır. Yine bu dönem içerisinde Kürt Aşiretleri, Ermeni köylerine baskınlar düzenlemiş ve zorla Ermeni halkından vergi almıştır. Yaşanan bu gerginlikler neticesinde Kürt-Ermeni ilişkileri olumsuz etkilenmiş, özellikle 93 Harbi sonrası Kürt-Ermeni ilişkilerinde büyük oranda şiddet artışları görünmüştür. Kürtler'in yapmış olduğu bu saldır ve Kürt- Ermeni ilişkileri dahilinde yaşanan şiddete, Kürt asıllı Erzurum Valisi Hakkı Paşa'nın bilerek engel olmadığı öne sürülmüştür. Tüm bu yaşananlar bölgede idari yapının bozulmasına ve Kürt aşiretleri'nin bölgede kontrol edilememesine sebebiyet veriyordu. II. Abdülhamit ise genellikle merkezi otokrat bir yönetim sağlamak istiyor ve Ermeniler'e sunulması gereken reformların uygulanmasını da hayata sokmuyordu. Ermenilere uygulanması gereken reformların ana sebebi ise Sultan Abdülhamit'in, Vilayet-i Sitte ve Anadolu’yu Müslümanlığın son kalesi olarak elinde tutmak istemesiydi. Tüm bu gerginlikler'in yaşandığı dönem dahilinde Müşir Zeki Paşa’nın, Sultan Abdulhamit'e sunduğu önergesi ile Kürt Aşiretler'inden faydalanılarak oluşturulacak askerî birlikler'in projesi kabul görmüştür. IV. Ordu kumandanı Müşir Zeki Paşa, Anadolu Islahat-ı Umumiye Müfettişi Mehmet Şakir Paşa, Teftiş-i Askeri Komisyon Üyesi Miralay İbrahim Bey öncülüğünde kısa bir süre içerisinde kurulacak olan bu alaylar'ın teşkilatlandırılması gerçekleştirilmiştir. Sultan Abdülhamit, kayınbiraderi olan Müşir Zeki Paşa'nın Böylelikle resmî olarak 1891 yılında Osmanlı padişahı II. Abdülhamit'in Doğu Anadolu Bölgesi'nde oluşturduğu Hamidiye Alayları genellikle Sünni Kürtler'den oluşan hafif süvari birlikleri olarak tarihte yerini almıştır. Fakat başta Sünni Kürtler'den oluşan bu birlikler daha sonra Doğu Anadolu'da yaşayan azınlıklardan Çerkesleri , Türkleri, Türkmenleri ve Yörükleri de kapsamıştır. Ermenilerin 13 Haziran 1878'de Berlin Konferansı'na "Ermenistan'a ilişkin Proje" sunması ve bu projenin olumlu karşılanmasından sonra Osmanlı Devleti sınırları içindeki terör ve katliam eylemleri hızlanmıştır. Bunun üzerine Ermeni Hınçak ve Taşnak örgütleri düzenli ordu hâline dönüşmüştür. Rusya ise bu dönemde "Şark Vilayetleri"ne yönelik emellerini açıkça ifade etmektedir. Rusya bu yaşananlar üzerine hızla işgal hazırlıklarına başlamıştı. II.Abdülhamit, doğu meselesi adı altında, Avrupalı devletler tarafından istenilen reformların, Hristiyan tebaa için önce özerklik sonra ise bağımsızlığın; Osmanlı Devleti için de zayıflama ve parçalanma anlamına geldiğini düşünmekteydi. Bölgede "asayişin temini, Ermeni şaki ve katillerin tedip edilmesi ve Rus işgaline karşı" halktan silahlı güçler oluşturmayı kararlaştırmış ve bu sebeple, 1890 yılı sonrasında Doğu Anadolu'da bir Ermenistan devletinin kuruluşunu engellemek amacıyla Hamidiye Alayları'nın kurulmasını sağlamıştır. 20. yüzyılın başlarında Ermenilerin çoğu, Türk mütesellimleri tarafından sömürülen ve ezilen köylülerdi. Rus yardımcı konsolosu Tumanskii'ye göre, Ermeni köylüler bir Türk mütesellimine bağlı köleler olarak muamele görmekteydiler. Ermeni-Kürt işbirliğinden korkan Osmanlı İmparatorluğu, Kürtleri kendisine bağlamak ve Ermeni yönetiminin herhangi bir bağımsızlık girişimini önlemek için bir araç olarak kullanmıştır. Kürtler'i, Rusya'ya karşı güçlü bir kalkan özellikle de Ermeniler'in bağımsızlık hareketine yönelik kullanmak amacıyla böyle bir projeye girişmiştir. Ayrıca Hamidiye Alayları'nın kurulmasındaki bir başka amaç ise bölgede kontrol edilemeyen Kürt aşiretlerine unvanlar vererek Devlet'e bağlanmalarını sağlamak ve aşiret isyanlarını önlemek olmuştur. Osmanlı askerî idaresi zorunlu asker alımı nedeniyle birçok Kürt'ü isyan etmeye zorlarken kurulan Hamidiye Alayları içerisinde (özellikle Murat nehrinin Kürtleri), Mazrik aşireti gibi bazı aşiretler süvari içinde yer almayı seçmişlerdir. Daha sonra Rus konsolos Ivanov, yazılarında Türklerin, kabile kavgalarını kışkırtarak ya da kış aylarında dağlardan ovalara inen Kürt kamplarına saldırarak süvarilere katılmayan Kürtlere baskı kurduğunu ve ezdiğini ifade etmiştir. Hamidiye Alayları, Kürtler'in büyük çoğunluğunun Halifeye bağlılığını sağlamış ve doğu vilayetleri içerisinde Rus ve Ermeni tehditlerine karşı güçlü bir kalkan olarak görev yapmıştır. 1891 senesine gelindiğinde Doğu Vilayetlerinde, her biri bin iki yüz atlıdan oluşan 36 adet Hamidiye Alayı kurulmuştur. Her alayın başında, alayın mensup olduğu aşiretin reisi, iki binbaşı, dört yüzbaşı ve sekiz mülazım bulunmaktaydı. Aşiretlere ait silahların birçoğu devlete karşı isyanlar da kullandıkları silahlardan oluştururken devlet tarafından kendilerine sağlanan silahlar da mevcuttu. Hamidiye alaylarına mensup oluşturulan Kürt birlikleri, Aşiret reisleri ve adamlarından oluşturulmuş ve kırsal bölgelerde asayişi sağlamak adına silahlandırılmışlardı. Ayrıca Hamidiye Alaylarına mensup aşiret reislerine kendileri hakkında yapılacak olan şikayetlerden endişe duymaması söylendiğinden hem kendi aşiretleri dahilinde hem de bölgedeki rakip aşiretler karşısında kendilerini muazzam bir güce sahip olduklarını hissetmişlerdir. Hamidiye alaylarına tanınan imtiyazlar 1894 yılına gelindiğinde birçok Ermeni ve Kürt'ün bu alaylar tarafınca zarar görmesine sebebiyet vermiştir. Başta Sultan Abdülhamit'e sadık bu alaylar sonraları merkezi otoriteye de karşı gelmeye başlamış ve Ermeni ile rakip Kürt Aşiretlere saldırmaları ile ön plana çıkmışlardır. Dönemin Rus Büyükelçisi İ.A. Zinoviev bu konu hakkında şunları ifade etmiştir; Bu ifadeler dahilinde Hamidiye saldırılarında sadece Ermeniler değil Kürtler de büyük çapta zararlar görmüştür. Hamidiye Alayları içerisinde yer alan Kürt aşiretleri kendilerine sunulan avantajları bölgedeki Ermeni ve Kürt halkı üzerinde otorite kurmak için kullanmış ve bölgede bir süre sonra büyük kayıpların yaşanmasına sebep olmuşlardır. Bu vaziyet Kürtler'in özellikle Ermeniler ile olan ilişkilerinde büyük ölçüde olumsuz etki yaratmıştır. Birçok Kürt, Ermeniler arasında İslamiyeti yaymayı cihad niteliğinde algılamış ve aşiretler ile devlet nezdinde saygı göreceklerini düşünmüşlerdir. Özellikle Kürtler arasında o dönemde "Fermana Ermeniyan" olarak adlandırılan bu durumu birçok yabancı kaynaklardan da örnekleyebiliriz. Bilal Şimşir'in İngiliz belgelerinden aktardığı kadarıyla Diyarbakır'da yaşayan Ömerli Aşiretinden bir şahısın, Ermeniler tarafından öldürülmesi üzerine aşiret mensupları Ermeni köyüne gelerek Ermeniler'e adam öldürme suçu üzerine üç şart sunarlar. Bunlar; Ermeniler'in 25.000 kuruş ödemeler, dört Ermeni kızının Ömerli aşiretine verilmesi ya da Ermeniler'in İslam dinini kabul etmeleridir. Alman kaynaklarında ise 1894-1896 yılları içinde Kürtler'in 2493 köye zorla İslam dinini kabul ettirdikleri, 456 kiliseyi yıktıkları ve 649 kiliseyi de camiye çevirdikleri yönünde bilgiler yer almaktadır. Bu örnekler dahilinde görüldüğü üzere Hamidiye alaylarının büyük çoğunluğunun Kürtler'den oluşması Kürt-Ermeni ilişkilerini büyük çapta sarsmıştır. 19. yüzyılın başlarından başlayıp devam etmekte olan arazi kavgaları,baskınlar ve yağmalamalar daha da artmaya başlamıştır. Yerleşik Kürtler, Ermeniler ile iyi ilişkiler geçinirken aksine göçebe Kürtler ve Hamidiye alaylarına mensup aşiretler Ermeniler ile sürekli bir mücadele içerisinde bulunmuşlardır. Hamidiye Alaylarında yer alan aşiretler ve birlikleri; Kürt Musa Bey Olayı 1883 Yılında Amerika ve İngiliz hükûmetleri tarafından verilen nota ile tarihe "Kürt Musa Bey olayı" olarak geçen bu olay, Bitlis vilayeti içerisinde saldırıya uğrayan misyonerlere dayanmaktadır. Asıl adı Musa Suphi olan Musa Bey, 1853 yılında Muş'un, Huyut kazasında yer alan Cinyar köyünde doğmuştur. Mutki Aşireti reisi olan Musa Bey, bölgenin köklü ailelerinden birine mensup olup bölgede geniş topraklara sahip ve yöre halkı tarafından saygı gören bir kişiliktir. Musa Bey, 1883 yılında bölgeye gelen misyonerlere yönelik saldırılar ile suçlanmış ancak olaylar dahilinde bir suçu olmadığı ispatlanmasına rağmen Amerikan ve İngiliz yetkilileri cezalandırılması için Osmanlı Hariciye Nezaretine baskı uygulamışlardır. Dr. Reynolds ve Knapp adındaki Amerikalı misyonerlerin uğradığı soygun girişiminin ardından Amerikalı yetkililer olayı Osmanlı'dan tazminat talep etme noktasına kadar sürdürmüşlerdir. Ardından Bitlis'te bir Ermeni'nin evinde ölü bulunması üzerine Musa Bey ve Kürtler tekrar hedef alınmış ve bu olaylara İngiltere tarafından bir Ermeni propagandasına dönüştürülmüştür. Ermeniler'in ve Batılı Devletlerin yoğun propagandası üzerine Osmanlı Hükûmeti, Musa Bey'i gözetim altında tutmak için iki yıl Muş ve bir yıl Bitlis olmak üzere iskana zorlamıştır. Soygun,cinayet, ırz düşmanlığı gibi suçlamalar ile karşı karşıya kalan Musa Bey'in mahkemelerde en dikkat çeken olay Ermeni bir Papazın yeğenini kaçırma olayıdır. Mahkemeye yansıyan suçlamalar dahilinde Musa Bey'in, Gülizar isimli Ermeni Papaz'ın yeğenini kaçırıp ırzına geçtikten sonra kardeşi ile evlenmeye zorladığı ifade edilmiştir. Ayrıca kızın bunu kabul etmemesi üzerine Musa Bey tarafından darp edilerek bir gözünü kaybettiği de mahkemelerde dile getirilmiştir. Bu yaşananlarla ilgisi olmadığı görülen Musa Bey suçsuz görülmüş ve beraat etmiştir. Ardından Musa Bey'in, Ermenileri isyana hazırlayan Bagos Natyan adlı rahibi devlet aleyhine hazırlanmış bir takım zararlı evraklar ile yakalayıp Muş Mutasarrıflığına teslim etmesi üzerine "Musa Bey olayı" 1889 yılında yeniden gündeme gelmiştir. Bagos Natyan'ı Muş Mutasarrıflığına teslim etmesi üzerine Musa Bey'in aleyhinde büyük bir propaganda başlatılmıştır. Musa Bey, hakkındaki suçlamalardan ötürü yargılanıp beraat etmesine rağmen İngiliz elçiliğinin müdahaleleri ve Avrupa'da hakkında yaratılan olumsuz imajdan sıyrılamamıştır. Ermeni düşmanı olarak nitelendirilen Musa Bey üzerinden Avrupa basınında Kürtler katil olarak gösterilmiştir. Musa Bey olayı, Ermeni örgütlerinin Avrupadaki uzantılarının birer aracı olarak işlev görmüş ve Ermeniler'in Osmanlı'ya karşı Avrupalı devletlerin desteğini sağlamak için bir propaganda aracı olarak kullanılmıştır. Bu olayları abartarak Avrupa'nın desteğini elde etmek isteyen Ermeniler amaçlarına ulaşamamış ve çeşitli iller de silahlı olaylar başlatmışlardır. Bu isyanlar Muş, Kahramanmaraş, Kayseri, Diyarbakır, Malatya, Şanlıurfa, Yozgat, Erzurum, Erzincan, Bitlis, Harput, Arapgir, Sivas gibi iller başta olmak üzere yirmi beşe yakın ilde patlak vermiştir. Musa Bey’in hakkındaki suçlamalardan berat etmesi üzerine İngiltere sefareti, Adliye Nazırı Cevdet Paşa’ya muhtıra göndererek gereğinin yapılmasını istemiş ve sonuçlara itiraz etmiştir. Bölgede yaşanan Ermeni olayları, Ermeni-Kürt ilişkilerine olumsuz yansımış ilişkilerin daha da gerginleşmesine sebebiyet vermiştir. Kürtler için Ermeniler'e tanınacak özerkliğin ardından bölgede kurulacak bağımsız bir Ermenistan endişesini arttırmıştır. Karşılıklı faili meçhul cinayetler işlenmiş ve iki halk için de büyük çapta olumsuzluklar yaşanmıştır. Avrupa basınının ve İngiltere'nin, Osmanlı üzerindeki baskıları sonucu Musa Bey yeniden yargılanmış ve beraat etmiştir. Ancak Musa Bey, Avrupa Basını ve İngiltere'nin baskılarını dindirmek için daha sonra Medine'ye sürgün edilmiştir. Birinci Sason İsyanı Sason günümüzde Batman iline bağlı bir ilçe olmakla beraber Diyarbakır ile Muş arasında kalan dağlık bir bölgedir. İsyan birçok eserde "Sason isyanı" olarak anılsa dahi bazı kaynaklarda "Talori İsyanı" olarak da geçmektedir. Bazı kaynaklarda Talori İsyanı denmesinin sebebi isyanın Sason'a bağlı Talori vadisinde başlamasından ötürüdür. Talori Vadisi ise Sason ile Muş arasında dağlarla çevrili geniş bir vadidir. Ayrıca bu vadi Silvan'lı Bekran aşireti'nin yaz aylarında yayla olarak kullandığı bir yerleşim yeridir. 1875 yıllarında bölgede üç Ermeni köyü mevcutken zamanla köy sayısı on dörde çıkmış ve bölgede Ermeni nüfusunda hızlı bir artış yaşanmıştır. Hızla artan Ermeni nüfusu, Bekranlılar'ın bölgeden çıkmasını istiyor ve bölge aşiretleri ile manastır rahiplerinin desteklerini alarak kendilerinden şikayetçi oluyorlardı.Nitekim bölgede Ermeniler ile Kürtler arasında uzun süredir bir ihtilaf sürüyordu. Ermeniler emniyetlerini sağlamak adına Kürtler'e her yıl vermeleri gereken geleneksel haracı aşiret reislerine vermiyor ve Kürt aşiretlerine karşı direniyorlardı. Osmanlı Devleti ise Kürt aşiretlerini bir Ermeni kalesi olarak görülen Sason'a yönlendirerek direnen Ermenileri kontrol altında tutmak istemekteydi. Bunun üzerine İstanbul Kumkapı Olayın'dan sonra olayın sorumlularından Damadyan isimli Ermeni 1891 senesinde Sason'a gelerek yerli Ermeni halkı örgütlemeye yönelik girişimlerde bulunmuştur. "Damadyan Çetesi" adıyla Sason dahilinde kurulan çete Sason'da yaşayan Kürtler'e yönelik saldırılar düzenlemiştir. Çete lideri Damadyan'ın yakalanmasının ardından 1894'te Ermeni Taşnak örgütü, Sason halkının kendilerini Hamidiye tasfiyelerine karşı savunmasına yardımcı olmak için yerel nüfusa silah sağlayarak bölgedeki gerginliklerden yararlanmış ve Talori vadisinde birinci Sason isyanını başlatmıştır. Ardından Damadyan'ın yakalanması üzerine isyancılar Hınçak cemiyeti üyesi olan Hamparsun Boyacıyan önderliğinde, Sason Talori’de kanlı eylemler gerçekleştirmiş ve Hınçaklar, Zadyan ile Behran aşiretlerine saldırarak yağmacılığa başlamışlardır. Boyacıyan'ın Sason bölgesinde halkı kışkırtarak yaptığı propagandalara dair II.Uluslararası Türk-Ermeni İlişkileri ve Büyük güçler sempozyumunda şu ifadeler yer almıştır: [[Dosya:1895erzurum-victims.jpg|küçükresim|W. L. Sachtleben tarafından Kasım 1895'te çekilen ve Erzurum'da öldürülen Ermenileri gösteren fotoğraf.]] 1894'te özerklik için mücadele adı altında Kürtler'e gerçekleştirilen saldırılar Osmanlı Birlikleri ve Zilan Şeyhi'nin de arasında bulunduğu Kürt aşiretlerinin saldırılara cevap vermesi ile beraber 1894 yılında binlerce Ermeni'nin hayatını kaybetmesine sebebiyet verdi. Sason'a gelen vergi memurlarının Ermeni çete üyeleri tarafından darp edilmesi ve bölgede Kürtler ve Ermeniler arasında yaşanan şiddetli çatışmalar üzerine Dördüncü Ordu Kolordusu'nun katıldığı Bitlis ve Muş İlleri'nden Hamidiye alayları ve Osmanlı düzenli birlikleri, Sason çevresindeki Ermeni bölgelerine gönderildi. Ardından, 18 Ağustos'tan 10 Eylül'e kadar 23 günlük bir operasyona başlandı. Bu harekât dahilinde en az 8.000 Ermeni öldü. Hamparsun Boyacıyan bölgede Bekran aşiretinin çıkarılması yönünde halkı kışkırtarak Kürtler ile Ermeniler arasında çatışmalara sebebiyet vermiş ve Avrupalı devletler'in dikkatini çekmek istemiştir. Boyacıyan, üç bin Ermeni'yi harekete geçirmekle de bu amacını sağlamıştır. 23 Ağustos 1894 senesinde isyan hareketinin lideri Hamparsun Boyacıyan'ın tutuklanması üzerine isyan son bulmuştur. Boyacıyan mahkemede yargılanması neticesinde idama mahkûm edilmiş ancak Avrupalı devletlerin müdahil olması ile cezası Trablusgarp'ta ömür boyu hapis cezasına çevrilmiştir. Fakat Boyacıyan, dokuz yılın ardından firar etmiş ve yeniden komite faaliyetleri içerisine girmiştir. 1894 yılı gerçekleşen Sason isyanı Avrupa komuoyunda büyük bir yankı uyandırmış ardından bu isyan üzerine içinde Fransız temsilcisi Vilbert, Rus temsilcisi Jevasky, İngiliz temsilcisi Shipley, Şefik Bey, Ömer Bey, Celalettin Bey ve Mecit Bey'in yer aldığı Uluslararası Tahkikat komisyonu kurulmuştur. Kurulan komisyonca 20 Temmuz 1895 senesinde Ermeniler'in masum olmadığına dair hazırlanan raporda; Tahkikat komisyonunun yedi ay süren incelemesi neticesinde olayları Ermenilerin başlattığı ve elde ettikleri silahlar ile olayı bastırmak adına bölgeye gelen güvenlik güçlerine saldırdıkları beyan edilmiştir. Van İsyanı (1896) sol|küçükresim|upright=1.5|Van isyanında Ermeni savunma hatları ve Ermeni isyancılar. Kazım Karabekir'e göre 1895 senesinde Van dahilinde Ermeni - Kürt ilişkilerinin çok iyi seyrettiğini ancak aynı senenin sonunda Ermeni komiteciler tarafından Kürtler'in Ermeniler'e karşı kışkırtılması neticesinde ilişkiler tam aksi yönde gelişmiştir. 1895 senesinin sonlarına doğru Ermeni komiteciler, Van vilayetinde güçlü bir oluşum içerisine girmiş ve Kafkasya ile İran'dan yüklü miktarlarda silah ve cephanelik getirmişlerdir. Ayrıca Hınçak grubunun Taşnak grubu ile birleşmesi neticesinde komiteler arasındaki anlaşmazlıklar giderilmiştir. Ardından isyana öncülük edecek ve isyan hazırlıklarını tamamlamak üzere içlerinde Amerikan, Rus ve Bulgar uyrukluların da olduğu komite üyeleri Rusya ve İran'dan Van bölgesine gelerek isyan hazırlıklarına başlamışlardır. Aynı sene içerisinde komiteciler tarafından yöre halkı arasında husumetler yaratılıyor veyahut askerlere saldırılar düzenleniyordu. Bölgede komiteler tarafından bir isyan girişimi olduğunu fark eden Osmanlı Devleti, bölgeye Sadettin Paşa'yı göndererek bölgede yaratılmak istenen husumetlerin giderilmesini amaçlamıştır. Bölgede yaşanan husumetleri giderebilmek için Sadettin Paşa, Ermeni ile Kürt köylerini dolaşmış ve İstanbul'a gelişmeleri telgrafla rapor etmiştir. Ancak Osmanlı İdaresinin tüm çabalarına rağmen Ermeniler ile Kürtler arasındaki gerginlikler önlenememiş ve Kürtler'den oluşan Hamidiye alayları Ermeniler üzerine saldıralar gerçekleştirmiştir. Uzun süredir isyan hazırlığında bulunan Ermeni Komite üyeleri 5 Haziran 1896 yılında Van'da Hamidiye alaylarının Van ilindeki Ermenilere saldırmak üzere iken isyanı gerçekleştirdiler. Ermeni komite üyeleri Van'daki Ermeniler'in Hamidiye alaylarına karşı kendilerini savunabilmesi için tüm Ermenileri silahlarla donatmışlardı. Ateşli silahlar ile donatılmış Ermeniler, Kürtler'e karşılık vermiş ve saldırı sonrasında sivil zayiatı önlemişlerdir. Ermeni ihtilal kuvvetleri isyan sürecinde Avrupa'nın dikkatini tekrar Ermeni meselesine çekmek üzere çaba sarf ediyorlardı. Ermeniler'in, Hamidiye alayları ile girdikleri çatışmalar gittikçe yayılmış ve olaylar Adilcevaz ile Erciş'e de sıçramıştır. Ermeni ihtilalcileri Van'a doğru hareket ederken çevre Kürt aşiretlerine saldırmaları neticesinde büyük kayıplar yaşamış ve sayıları azalmıştır. Nitekim, İran'dan bekledikleri kuvvetlerde geri dönmüş ve zor duruma düşmüşlerdir. Ancak ilerleyen süreçte çatışmalar artmış ve isyan Abak, Erçek bölgelerine de yayılmıştır. İsyanın yayılması üzerine Müşir Zeki Paşa, Erzincan'a gelerek Van üzerine 20 tabur asker sevk etmiş ve olaylar ancak 24 Haziran 1896 yılında kontrol altına alınmıştır. Ancak 10-15 Eylül 1896 yılında şiddetlenen olaylar üzerine özellikle Kürtler ile Ermeniler arasında uzun vadeli ve büyük çapta çatışmalar meydana gelmiştir. Sadettin Paşa'nın aktardığına göre Osmanlı birliklerinden 340 ölü 260 yaralı varken; Ermenilerden ise 219 ölü ve 69 yaralı mevcuttur. Ayrıca çatışmalar sonucunda 80 Ermeni'nin evi kullanılamaz hale gelmiştir. İngiliz konsolosunun ifadelerine göre Van isyanına öncülük eden ve halka zarar vermiş Ermeniler, İran'a sürülürken olaylarda suçsuz olduğu tespit edilen Ermeniler ise affedilmiştir. İngiltere'nin Van konsolosuna göre; kendisi tarafından Ermeniler'in defalarca uyarılmasına rağmen olaylara mani olamamış ve bu olaylar komiteciler'in tükenmek bilmeyen tahrikleri sebebi ile yaşanmıştır. Van'da yaşanacak olan isyanı önceden haber alan Osmanlı bu konu üzerine sınır boylarında Ermeniler'e gelebilecek yardımları önlemek açısından büyük çaba göstermiş ve gelecek olan yardım kuvvetlere mani olmuştur. Ayrıca yabancı devletler'in de olaya müdahale etmesini önlemiş ve bu meselenin uluslararası kamuoyuna yansımasına izin vermemiştir. 1897 senesinde Kürtler'i ve Ermeniler'i tahrik eden Ermeni komitecilerin bölgeden sürgün edilmesi üzerine Ermeni-Kürt ilişkileri neredeyse eski hâline geri dönmüş ve her iki millet arasında barışmalar görülmüştür. II.Sason İsyanı [[Dosya:General Andranik Armenak Yekarian Group of Defenders of Van 1915.jpg|küçükresim|upright=1.65|Ermeni General Andranik, Van isyanında askerleri ile beraber|alt=|sol]] Ermeni komite üyeleri tarafından başlatılan birinci Sason isyanı başarılı olamayınca 1897 yılında Ermeni komitecileri ile alınan karar neticesinde Sason'da ikinci bir isyan gerçekleştirilmiştir. İran'dan bölgeye Van üzerinden gelen Taşnak komite üyeleri, 25 Temmuz 1897 yılında geçiş güzergahları üzerinde bulunan ve kendilerine rahatsızlık veren Mazrik aşiretine saldırmış ancak başarılı olamadıkları için kaçarak Sason bölgesine gelmişlerdir. Taşnak komite üyeleri bölgeye vardıklarında yerli Ermeni halkı örgütleyerek Osmanlı Devleti tarafından Sason'da kurulacak olan askerî kışlaların kurulmaması için 1901 yılında Askeri kışlalara yönelik protestolar düzenlemişlerdir. Uzun süre Sason'da devam eden olaylar ise 1903 yılında isyan niteliği kazanmıştır. Uzun süren protestolar ve olayların ardından Sason Ermeni komitecileri 21 Kasım 1901 yılında Muş'a yakın bir bölgede yer alan Varak Manastırında saklanarak bölgede yaşayan birçok kadın ve çocuğu rehin almıştır. Bunun üzerine Muş ahalisi durumu gizlice hükûmete bildirmiş ve Ermeni komiteciler Osmanlı birlikleri tarafından ablukaya alınmışlardır. Ocak 1902 senesinde ise Muş ve çevresinde Müslüman kıyafetleri giyerek birçok Ermeni'yi katlederek bölgede Kürt-Ermeni çatışmalarını alevlendirmek istemişlerdir. Yine aynı yıllarda Pasinler, Kiğı ve Hınıs kazalarında da birkaç Ermeni'ye saldırarak Sason'a kaçmışlardır. Ermeni komiteciler'in kumandanı olan Andranik 1903 yılı sonlarında Kafkasya'dan kendisine yaya ve atlı komite kuvvetleri gelmesi için destek istemiş ardından yardıma gelen kuvvetler sayesinde Sason dağlarındaki faaliyetlerini arttırmıştır. Civardaki Ermeni köylerinden de destek alan Andranik faaliyetlerini hızlandırmış ayrıca civar illerden de birçok silahlı Ermeni'nin kendisine katılması ile faaliyetlerinin hız kazandığı arşivlerde yer almıştır. Başlangıçta 300 kişilik bir kuvvete sahip olan Andranik, civar illerden gelen Ermeniler ve silahlandırılan Sason Ermeniler'in katılması ile 600-700 kişiye ulaşmıştır. Andranik öncülüğünde hızla ilerleyen olaylar 25 Temmuz 1897 yılından 27 Mayıs 1905 yılına kadar devam etmiştir. Andranik'in kuvvetleri 20 Şubat 1904 yılında Kulp'a bağlı Tapik köyüne saldırmış ve 140 Kürt'ü köyden sürmüşlerdir. Onlarca Kürt'ün hayatını kaybettiği olaylar sırasında Andranik ve kuvvetleri Bozıkan aşiretine saldırmış köylerini yakarak 1200 adet büyük baş hayvanlarını gasp etmişlerdir. Olayların büyümesi ile 4. Ordu'ya bağlı Salih Paşa birlikleri ile beraber 23 Nisan 1905 yılında Andranik ve kuvvetleri üzerine taarruza geçmiştir. 24 Mayıs 1905 senesinde Salih Paşa ve birliklerinin bölgeye gelmesi ile olaylar sona ermiş ve bölge asayişi tekrar sağlanmıştır. Hamidiye Alayları'nın Bölge Halkı Üzerindeki Faaliyetleri Hamidiye Alaylarının 1895 yılının ardından Ermeni komiteleri tarafından gerçekleştirilen ihtilal hareketleri neticesinde özellikle bölge halkına karşı gerçekleştirdiği saldırılar arşivlerde apaçık görülmektedir. 1895 yılında Van'da Ermeni köylerine yapılan saldırılardan bahsedilmektedir. Haydaranlı aşiretine mensup Hamidiye Alaylarının bölge halkına ve yöreden geçen Kürt göçebelere saldırıları 4 Nisan 1895 yılında Dahiliye Nezaretine çekilen telgraflarda hükûmete bildirilmektedir. 1895 yılına ait bir diğer telgrafta ise Hamidiye Alaylarına mensup Şemski aşireti hakkında bir kısım şikayetlerde mevcuttur. Bu şikayetlerde bahsedilenlere göre Ermeni köylerine baskın yapıldığı ve Ermenilerin mallarına zarar verildiği ifade edilmektedir. Bu olaylar neticesinde Erzurum İngiliz Konsolosu Robert Bendam Graves Doğu Vilayetleri Umumi müfettişi Şakir Paşa'dan gerçekleşen olaylar hakkında yardım istemiştir. Yine Osmanlı arşiv belgeleri dahilinde Garzan bölgesinde Ermeni Patrikliğinin, Garzanlı Fettah Bey'in ve oğlu İslam Bey'in zulmüne yönelik şikayetleri de yer almaktadır. Bir diğer belge de ise 1895 yılında Bitlis'te Ermeniler tarafından çıkarılan saldırılar üzerine Hamidiye alaylarına mensup Hüsnanlı ila Cibranlı aşiretleri tarafından Ermeni köylerine saldırı düzenleneceği yönünde haber alındığı ve bu nedenle Ermeni köylerinin korunmasına yönelik tedbirlerin alınması talep edilmiştir. Hamidiye Alaylarının, Ermeniler üzerine yapılan saldırılar sonucu ölenlerin sayısı 80.000 ile 300.000 arasında gösterilmektedir. Dönemin gazetelerinde ise bu sayının 50.000 olduğu yazmaktadır. Bu saldırılar, dağılmakta olan Osmanlı İmparatorluğunun korunmasına yönelik Ümmetçilik ideolojisini benimseyen Sultan II. Abdülhamid dönemi sonrasında katliam olarak nitelendirilmiştir. 1894 yılında başlayan saldırılar daha sonrasında yaygın bir hal almış ve 1897 yılında uluslararası kamuoyunun baskıları nedeniyle saldırılar son bulmaya başlamıştır. II. Abdülhamid'in 1890 yıllarında başlayan ayrılıkçı Ermenileri bastırmak için Kürt aşiretlerini kullanarak oluşturduğu Hamidiye Alayları ayrılıkçı ve sivil ayrımı yapmadan saldırılarda bulunmuş, birçok insanın hayatını yitirmesine sebebiyet vermiştir. Hamidiye Saldırılarına ve yaşanan ölümlere tepki çekmek için Ermeni Taşnak örgütü, Avrupalıların işletmekte olduğu Osmanlı Bankasına baskın yapmışlardır. Ayrıca olayların yaşandığı dönem içerisinde telgraf kullanımı yaşanan ölümlerin Batı Avrupa ve Kuzey Amerika'da büyük tepki uyandırmasın, geniş çevrelerce duyulmasını ve rapor edilmesini sağlamıştır. Yaşanan saldırılarda ölü sayısı her ne kadar belirsiz ve kesin rakamların verilmesi imkânsız olsa dahi tarihçiler bu sayının 80.000 ile 300.000 arasında olduğunu düşünmekteler. Johannes Lepsius adlı Alman papaz tarafından toplanan bilgiler ve hesaplamalar doğrultusunda, 88.243 Ermeni'nin öldüğünü, 546.000'inin göç etmek zorunda kaldığını, 2.493 köyün yok edildiğini, bu köylerden 456'sında yaşayan halka zorla Müslümanlığın kabul ettirildiği 649 kilisenin kapatıldığını ve bu kiliselerden 328 tanesinin camiye dönüştürüldüğünü raporlarında yer verdiğini görmekteyiz. Ayrıca Türkolog ve Almanya dış işlerinde yer alan diplomat Ernst Jäckh iddiasına göre 200.000 Ermeni'nin öldürüldüğünü, 50.000'ünün sürgüne yollandığını ve 1 milyonunun yağmacılığa uğradığını belirtmiştir. Fransız diplomat Pierre Renouvin'ın ifadesine göre; görev süresindeki belgeler dahilinde 250.000 Ermeni'nin öldürüldüğünü belirtmiştir. Birleşik Krallık büyükelçisi ise 1895 yıllarının sonlarında 100.000 kişinin öldürülmüş olduğu tahmininde bulunmuştur. Birinci Dünya Savaşı [[Dosya:World_War_I_Caucasus_Campaign_-memory.loc.gov.png|sağ|küçükresim| 24 Ocak 1915'te Kürt Süvarileri |394x394px]] küçükresim|1895’te Ermeni (diğer Hıristiyanlar) ve Müslüman nüfusun Türk (Batı) Ermenistan’da ve Kuzeydoğu Osmanlı İmparatorluğu’nun diğer komşu bölgelerindeki dağılımının haritası|upright=1.36 19. yüzyılın sonlarındaki Ermeni ihtilal hareketleri sırasında, çoğunlukla Kürt Hamidiye Alayları ve Türk Osmanlı Düzenli birlikleri, Ermeni ihtilalcilerin ana karşıtlarıydılar. Ermeni ihtilal hareketinin oluşumu, kabaca 1878 Rus-Türk Savaşı'nın sonunda başladı ve Osmanlı Ceza Kanunu'nun 166. Maddesi ve Erzurum Katedrali baskını ile yoğunlaştı. 166. Maddenin silah bulundurmayı kontrol etmesi amaçlanmış, ancak silah bulundurmalarını kısıtlayarak Ermenileri hedeflemek için kullanılmıştır. Bazı yerel Kürt aşiretleri Hamidiye Alayları ile silahlanmış ve Ermenilere saldırmaları sağlanmıştır. Bununla birlikte, tüm Kürtlerin, Ermenilerin öldürülmesine katılmadıkları ve birçok Ermeni'nin Osmanlı İmparatorluğu'ndan kaçmasına yardımcı olduğu da belirtilmelidir. Birinci Dünya savaşının hemen öncesinde Osmanlı Devleti'nin, girmiş olduğu Balkan Savaşlarından yorgun düşmesi üzerine Avrupalı devletler'in, Osmanlı iç işlerine daha fazla karışmasına sebep olmuştur. Ermeni ihtilal güçlerine destek sunan Rusya amaçlarına ulaşabilmek için bu durumdan yararlanarak daha önce Ermeniler'e gizlilik ile sunduğu desteğini artık alenen sunmaktaydı. Osmanlı'nın zayıf olduğu bu dönemi fırsat bilen Rusya, Ermeniler'in yanı sıra Kürt liderleri ve Şeyhler'ini de kendi yanına çekebilmek için özel girişimlerde bulunmuştur. İttihat ve Terakki yönetiminin yanlış politikaları sebebiyle Kürtler'in merkezi yönetime yabancılaştıklarını gören Rusya yönetimi, hoşnutsuzluğu giderek artan Kürtleri kazanmak adına dönemin önemli Kürt liderlerini birçok kez Rusya'ya davet etmiştir. Rus konsolosluğu, bölgede yer alan Kürt Liderlerine, II. Abdülhamid sonrası Osmanlı'nın bölge siyasetinin Ermeniler lehine değiştiğini ifade ederek Kürtler'i isyana teşvik etmekteydi. İslamiyete sıkı sıkıya bağlı olan Kürtler, İttihat ve Terakki'nin bilinçli bir şekilde halifenin topraklarında bağımsız bir Ermenistan temeli oluşturduğunu düşünmüş ve yönetime nefretleri artmıştır. Ermeni meselesinin uluslararası kamuoyunda ne kadar hassas bir mesele olduğunu bilen Rusya bu meseleyi tekrar gündeme getirebilmek için Kürtler'i kışkırtmıştır. Ruslar, I.Dünya Savaşı sırasında alenen Kürdistan'da ayrılıkçı bir takım faaliyetlerde bulunmuşlardır. Özellikle Rus konsolosu Çerkov'un Kürtler'e bölgede bağımsız bir Kürdistan için yapmaları gerekenleri ifade ederken Rusya'nın sergilediği tavır apaçık görülmektedir; Ayrıca bu süreçte silahlanmaya devam eden Ermeniler'in durumunu ise Kazım Karabekir şu ifadelerle dile getirmektedir; Süreç bu şekilde işlerken Botan Kürt beylerinden Abdurrezzak Bedirhan tarafından Hoy'da büyük bir Kürt kongresi tertiplenmiştir. Bu kongre dahilinde alınan kararların ikinci maddesi gereğince "Rusya'dan tedarik edilen silahların Simko Şikakî emrindeki Kürt ordularına dağıtılması" meselesi söz konusu olmuştur. Bu karar üzerine Van valisi Tahsin Bey'in ısrarı üzerine ahaliye silah dağıtma fikri ciddiyet kazanmıştır. Enver Paşa'nın 24 Mayıs 1914 senesinde yazdığı mektubunda ifadeleri de bu fikri doğrulamaktadır. Harbiye Nezaretinin de bu görüşü kabul görmesi üzerine Dahiliye Nezareti, Van'da gereğinin yapılması için talimat vermiştir. I. Dünya Savaşı başladıktan sonra savaşın neden olduğu kargaşa bölgede Devlet'in otoritesini kaybetmesine sebep olmuş, Ermeni ve Kürtler'in bağımsızlık arzuları da git gide artmıştır. Bununla beraber devlet nezdinde Ermeniler ile Kürtler'in birleşerek devlete isyan etme ihtimali de her zaman mavcudiyetini korumuştur. Devlet bunun için doğu vilayetlerinde güvenilir istihbarat teşkilatları oluşturmuş ve sıkı tedbirler almıştır. Çarpışmaların başladığı alan neredeyse doğu vilayetlerinin tümünü kapsıyordu. Kuzeyde Sarıkamış'tan başlayan çarpışmalar güneyde Mukri'ye kadar uzanmaktaydı. Doğuda ise Erzurum'dan başlayıp Erzincan'a kadar ilerlemekteydi. Çarpışma alanları Kürtler'in ve Ermeniler'in yaşadığı alanlar olması sebebiyle savaşın ilk zamanlarında yerle bir olmuştur. Büyük bir insan gücü ihtiyacının doğduğu I. Dünya Savaşında, Hamidiye Alaylarına katılmış olan Kürtler gibi Ermeniler de tüm gücüyle Osmanlı tarafında yer almak zorunda kalmışlardır. I.Dünya Savaşı sırasında Kürtler neredeyse tamamen Osmanlı saflarında yer almış sadece Dersim, Hakkâri ve Sason'un bazı kesimlerinin tümü orduya dahil olmamıştır. Ruslar'ın bütün propagandalarına binaen Kürtler'in I.Dünya savaşı sırasında net bir tavırla Osmanlı ordusu tarafında yer almasında; Alman ajanlarının faaliyetleri, Pan-İslamist politikalar ve cihat çağrılarının yanı sıra Alman silahlarının büyük çapta etkisi olmuştur. Özellikle İslamiyete sıkı sıkıya bağlı olan Kürtler üzerinde en büyük etkiyi cihat fetvası yaratmıştır. Bilhassa aşiretler bu fetvayı Müslüman- Hristiyan savaşı olarak algılamış ve İran sınırlarında Ruslar ile beraber hareket eden Kürt aşiretleri dahi Osmanlı ordusunda yer almıştır. Bu dönem içerisinde Ermeniler'in ise bölgede Rusya himayesinde bağımsız bir Ermenistan için çalışmaları hız kazanmıştır. Ermeni Katogikos'u V.Kevork, 1914 senesinde Rus Çar'ı II.Nikolay'ın huzurunda alenen Ermeniler'in kurtuluşunun ancak Rusya himayesinde kurulacak olan Ermenistan ile mümkün olacağını dile getirmiştir. Savaşın ilk yılları Eçmiyazin Katogigosu Rus Çarını tüm Ermeniler'in koruyucusu ilan etmiş ve Ermeniler'e çarlığa bağlı kalarak Rus ordusunun desteklenmesi yönünde talimatlar vermiştir. Katogigos'un bu talimatları 1914 senesinde yayımlanan Ararat Gazetesinde yayınlanmıştır. Bu sırada savaş Avrupa'da devam ederken Taşnaklar Erzurum'da 8. kongrelerini gerçekleştirmiş ve Ermeniler'in tüm ülkelerde teşkilatlanması yönünde karar alınmıştır. Taşnaklar'ın 8. kongresinde, bazı delegeler Ermeniler'in Osmanlı halkı olduğu için imparatorluk tarafında savaşta yer almasını savunurken bazı delegeler ise Rusya tarafında yer almasını istemiştir. Erzurum'da toplanan kongre dahilinde İstanbul'dan, Amerika'dan ve Avrupa'dan gelen delegeler ise tarafsızlığını korumuşlardır. Ancak Taşnaklar dahil hiçbir Ermeni örgütü bu savaşta İngiltere, Fransa ve Rusya'ya karşı savaşmak istemediği için Taşnak komitesi de Hükûmet karşıtı bir politika izlemiştir. Ancak Patrikhanenin görevlendirdiği Rahip Gaprie Cevahirciyan öncülüğünde toplanan Ermeni komiteciler; Osmanlı'nın, Rusya karşısında savaşa girmesi hâlinde devleti şüphelendirmemek adına ”Ermenilerin, Osmanlı Hükûmeti’ne sadık kalmaları, askerî görevlerini yerine getirmeleri ve dış tahriklere kapılmamaları” yönünde karar almışlardır. Bu süreçte Osmanlı Hükûmeti, Patrikhanenin gizliden gizliye Rusya'ya destek verdiğini düşünmekteydi lakin dönemin Ermeni Patriği Zaven Efendi aksine böyle bir durumun Osmanlı toprakları içerisinde Ermeniler'e zarar vereceğini tahmin ettiği için Gürcistan'daki Ermeniler'e temsilciler yollayarak bu durumun önüne geçmek istemiştir. Ancak Zaven efendi bu süreçte kendisinin de ifade ettiği üzere ne Osmanlı hükûmetini muhalefet olmadıklarına ikna edebilmişlerdir ne de Rusya'ya olası girişimler dahilinde en çok zararın Ermeniler'in göreceğini anlatabilmiştir. Rusya ise süreç içerisinde Ermeniler'i tahrik ediyor, Rus tahriki üzerine Ermeni komiteciler Osmanlı dahilindeki şubelerine şu talimatı veriyordu; Bu talimat üzerine 3 ağustos 1914 senesinde seferberliğe çağrılan Ermeniler askere gitmemiş gidenler ise askerden kaçmışlardır. Askerden kaçarak Rus cephesine sığınan ve kendi gruplarını kuran Ermeniler bölgede yaşayan Müslüman Kürt halkına saldırmaya başlamışlardır. Bu durum ilk kez Kahramanmaraş'ın Zeytun bölgesinde bulunan Ermeniler'in kaçtıktan sonra Türk askerlerine saldırması ile başlamış ardından öbür bölgelere de yayılmıştır. 1914 senesinin Ekim ayında Rusya'nın, Osmanlı Devleti'ne savaş ilan etmesinin ardından Ermeniler Rusya ve İtilaf Devletlerinin yanında yer almışlardır. Osmanlı'nın Doğu vilayetlerini diğer güçlere kaptırmamak adına Rusya, bölgedeki Kürtleri ve Ermenileri kendi tarafına çekebilmek adına Rus konsolosluğunu görevlendirmiş ve bölge halkına silah dağıtmıştır. Ancak Rusya'nın kışkırtma politikasından rahatsız olan Kürtler bunun üzerine 1914 yılında Bitlis yakınlarında ayaklanmalar başlatmışlardır. Ayrıca Rusya bu süreç içerisinde, Doğu vilayetlerinden gelmekte olan şikayetleri Ermeni patrikliği üzerinden Babıâli’ye aktarılmasını sağlamak, Ermeniler'in Rus vatandaşlığına geçmeleri yönünde imza kampanyaları düzenlemek gibi politikalar da izlemiştir. Rusya, Van üzerinden doğu vilayetlerinde büyük bir ilerleme kaydetmiş ve Muş ile Bitlis'e kadar dayanmıştır. Kürt birlikleri ise Osmanlı Birlikleri ile beraber bölgede Erzurum'dan Palu'ya kadar gönüllü milis kuvvetler şeklinde Rus ordusuna karşı savaşmıştır. Rus ordusuna karşı beraber gönüllü olarak çarpışan Kürt kumandanları genellikle Kürt halkı üzerinde büyük bir nüfuza sahip kişiliklerdi. Bu kumandanlar Hazret mahlası ile tanınan Norşinli Şeyh Muhammed Diyauddin, Zokaydli Şeyh Mahmud, Küfrevi Şeyhi Şeyh Abdülbaki, Gaydalı Şeyh Selahaddin, Said-i Kurdî, Pencinar aşireti reisi Bîşarê Çeto ve kardeşi Cemîlê Çeto, Mutkili Musa Bey, Müküslü Mutiullah Bey gibi isimler de yer almaktaydı. Bu kumandanlar arasında yer alan ve ön plana çıkan Norşin Şeyh'i, Şeyh Muhammed Diyauddin birçok aile üyesini ve talebesini savaş dahilinde kaybetmiş ayrıca sağ kolunu da Rus ordusuna karşı savaşırken yitirmiştir. Birinci Dünya Savaşı ve Ermeni Tehciri Savaşın şiddetle sürdüğü ve tarihin 1915 senesini gösterdiği vakit Van'ı işgal eden Rus ordusu ve Ermeni milisleri Çatak'a kadar ilerlemişlerdir. Rus ordusunun himayesinde yer alan Ermeniler özellikle Beyazıt ve Eleşkirt'te yaşayan Kürt halkı üzerine şiddetli saldırılar gerçekleştirmişlerdi. Van'ın korunması için yeterli sayıda askerin bulunmaması Ermeni komiteciler'in yerli Ermeniler'e silah dağıtmasına ve ayaklanmalarına neden olmuş ve Rus ordusunun bölgede başarı elde etmesine sebebiyet vermiştir. Van ve Bitlis'in işgali sırasında Rus ordusu ve Ermeni milis kuvvetleri halk üzerinde büyük bir katliam gerçekleştirmiş ve Rus ordusundan kaçan Kürtler, Ermeniler'in yollarını kapaması sonucu bölgede esir mahiyetinde kalmış ayriyeten birçok işkenceye uğramışlardır. Özellikle Van'a bağlı birçok Kürt köyü, Ermeniler tarafından kıyıma tabii tutulmuştur. Bilhassa 1915 senesinde intikam amacıyla Aladağ'a giren Rus Kazakları ve Ermeniler, Kürtlere ait 40 köyü yağmalamıştır. Ruslar ile olan savaştan etkilenen sadece Kuzey Kürdistan değildi, ayriyeten Ruslar Güney Kürdistan'a da çok ağır saldırılarda bulunmaktaydı. Güney Kürdistan'ın Revandiz bölgesinde yer alan köylerin birçoğu harap olmuş durumdaydı. Bradost aşiretinin Revandiz kolunun yaşadığı bölgelerde ise bilanço daha ağırdı. Savaş başlamadan önce 1080 hane sayısı olan aşiretin savaştan sonra hane sayısı 157'ye kadar düşmüştür. Bu yaşananlar devam ederken ve Rus işgali hızla ilerlerken Ermeniler için çıkarılan tehcir kararı Kürtler ve Ermeniler adına yeni bir dönemin başladığını göstermekteydi. Kürt bölgelerinin Ruslar tarafından işgali, Kürtler için adeta bir intikam operasyonu gibi işlemiş ve bölge halkı üzerine sert müdahalelerde bulunulmuştur. Aynı şekilde Ermeniler'de bu süreç içerisinde Tehcir Kanunu ile karşı karşıya kalmışlardır. Osmanlı ordusu'nun Sarıkamışta yenilgisi ve Ermenilerin bölgede Ruslar'a olan destekleri neticesinde Osmanlı İmparatorluğu bölgedeki Ermeni nüfusu göç ettirmeye yönelik karar almıştır. 9 Mayıs 1915 senesinde Van ve Bitlis Valilerinin, Van merkezi başta olmak üzere çevrede yaşayan Ermeniler'in her an isyan için hazır bulunmaları gerekçe gösterilmiş ve nüfusça yoğun olan Ermeniler'in yerlerinden edinip güneye doğru sevk edilmeleri kararlaştırılmıştır. Osmanlı İmparatorluğu'nun almış olduğu bu karar neticesinde Rusya, Fransa ve İngiltere Devletleri bir bildiri yayınlayarak Ermeniler'in tehcir edilmesi sürecinde öldürüldüklerini ileri sürmüş ve bu olayı uluslararası kamuoyuna taşımışlardır. Bunun üzerine dönemin Dahiliye Nazırı Talat Paşa tehcir kararını kanun hükmünde kararname hâline getirmiş ve 26 Mayıs 1915 senesinde hazırlamış olduğu tezkeresini sadarete sunmuştur. Ermeni Tehcirinin Nedenleri 1915 senesinin Mayıs ayına dek Ermeniler'in, gerek bölge halkı gerekse Devlet karşıtı yürüttükleri faaliyetler ve tehcir kararının nedenleri bu şekilde sıralanmıştır; Savaş Bölgelerine yakın yerlerde mevcut Ermeniler, Osmanlı sınırlarını müdafaa ile görevlendirilmiş Osmanlı Askeri kuvvetlerinin hareket alanını güçleştirmektedir. Ermeniler bölge dahilinde Osmanlı İmparatorluğuna karşı savaşmakta olan düşmanları ile aynı arzuları paylaşmakta ve düşmanla işbirliği yapmaktadır. Ermeniler'in bir kısmı düşman cephesine katılarak Osmanlı İmparatorluğuna ve tebaasına karşı savaşmaktadır. Osmanlı İmparatorluğu içerisinde yer alan askerî birliklere ve suçsuz halka yönelik silahlı saldırılarda bulunmaktadırlar. Osmanlı Vilayetlerine ve kasabalarına saldırarak halkı katletmekte ve yağmacılık yapmaktadırlar. Osmanlı İmparatorluğu'nun, mevcut düşmanlarının deniz kuvvetlerine erzak yardımında bulunmaktadırlar. Osmanlı saflarının gizli mevkiilerini düşmana bildirmektedirler. Osmanlı sıralı bu sebepler üzerine 27 Mayıs 1915 senesinde geçici sevk ve iskan kanunu çıkararak, bu kanunla beraber Dahiliye Nezareti, Ermeniler'in sevk edilmesini kanuna bağlamış ve bu görevi askerî makamlara bırakmıştır. Bunun üzerine Dahiliye Nezaretinin belirlemiş olduğu hususlar ile Ermeniler göç ettirilmiştir. Dahiliye Nezaretinin bildirisi üzerine Ermeniler'in yerleştirildikleri yerlerde tekrar edecekleri herhangi bir isyan girişimini önlemek adına bir takım önlemler de alınmıştır. Ermeni nüfusun yerleştirildikleri yerlerin bölge aşiretleri ve yerel halktan çoğunlukta olmamaları ayrıca yerleşecekleri kasabalarda elli haneyi geçmeyip yer değiştirmelerine de katiyen izin verilmemesi hususunda önlemler alınmıştır. 1 Haziran 1915 tarihinde yayınlanmış olan Takvîm-i Vekâyi'de kanun maddeleri şöyledir; Harp sırasında Osmanlı Ordusu, ahali tarafından herhangi bir sebepten ötürü Osmanlı Hükûmetininin hüküm ve emirlerine, memleket müdafaasına, asayişin korunmasına yönelik düzenlemelere karşı çıkarsa, saldırı ve direnme görüldüğü takdirde bunu önlemeye yetkili ve mecburdur. Osmanlı Ordusu, bölgede ihanet içerisinde ve düşmana casusluk etmekte olan bir vaziyet hissederse, köylerdeki ve kasabalardaki halkı tek tek veyahut topluca başka bir yere iskan etme yetkisine sahiptir. İş bu kanun yayın tarihinden itibaren geçerlidir. Bakanlar Kurulunun, 30 Mayıs 1915 tarihinde aldığı bu karar dahilinde 15 maddelik bir yönetmelik hazırlanmış ayrıca tehcir'in süresiz olduğu belirtilmiştir. Kanunun yürürlülüğe girmesi ile beraber Patrikhane bu duruma tepkiler göstermiş ve Ermenistan'ı Ermeniler'den temizlemek olarak yorumlamış, Avrupa devletlerine şikayetler sunarak Kanunun yürürlükten kalkmasına yönelik çalışmalarda bulunmuştur. Tehcir döneminde topraklarından çıkarılıp farklı bölgelere sevk edilen Ermeniler, Kürt aşiretlerinin saldırılarına uğramıştır. Avrupalı Devletlerin sürekli Ermeniler'i desteklemesi, Kürtler için büyük bir tehlike arz ediyor ve iki millet arasında yaşanan düşmanlığın artmasına, bölgede kanlı çatışmaların yaşanmasına sebebiyet veriyordu. Türk Kurtuluş Savaşı I. Dünya Savaşı'nda Osmanlı İmparatorluğu'nun yenilgisinin ardından İtilaf Devletleri, Anadolu topraklarını Sevr Antlaşması'na bölmeyi önerdi. Anlaşmanın tam olarak uygulanması Ermenistan Demokratik Cumhuriyeti'nin Fırat nehrinin doğusundaki Kürt yerleşim bölgelerine yerel özerklik verirken Bitlis, Van, Erzurum ve Trabzon gibi bölgeleri de kapsayacak şekilde genişlemesine ve Ermenistan'ın güneyinde. Paris Barış Konferansı'ndaki Kürt temsilci Şerif Paşa, 20 Aralık 1919'da Ermeni temsilcilerle anlaştı ve her iki taraf da konferansa ortak beyanlarda bulundu. Ancak Mustafa Kemal Atatürk liderliğindeki Türk ulusal hareketi, anlaşmayı "kabul edilemez" olarak reddetti ve Türk Kurtuluş Savaşı'nda tüm Anadolu'nun tam kontrolü için savaştı. Sevr antlaşması daha sonra yerini, kabaca Türkiye Cumhuriyeti'nin bugünkü sınırlarını (Hatay hariç) oluşturan Lozan Antlaşması aldı. Lozan antlaşması, yalnızca bağımsız bir Kürt devleti umudunu atmakla kalmadı, aynı zamanda Kürt halkına Rumlara, Ermenilere ve Yahudilere verilen azınlık statüsünü (ve bununla ilgili haklarını) vermedi. Ağrı Cumhuriyeti 1920'lerde Türkiye'ye karşı bir dizi Kürt isyanı yaşandı, 1927'de Ağrı ilinde, Sovyet Ermenistan sınırına yakın bir yerde bulunan Ağrı Cumhuriyeti'nin geçici kurulması ile bu isyanlar doruğa ulaştı. Bununla birlikte, tanıma veya dış destek olmadan gerçekleştirilen Kürtler'in bu isyanı, sonrasında devlet'in bölge kontrolünü yeniden başlatan Türk hükûmeti tarafından yenilgiye uğradı. Ağrı hareketine Ağustos 1927'de Lübnan'ın Bihamdun şehrinde kurucu kongresini düzenleyen bir Kürt siyasi partisi olan Xoybûn önderlik etmiştir. Bir Ermeni Taşnak lideri Vahan Papazyan toplantıya "Ermeniler ve Kürtler arasındaki ittifakın sembolü olarak" katılımını gerçekleştirmiştir. PKK ASALA Ermenistan'ın Kurtuluşuna Yönelik Ermeni Gizli Ordusu (ASALA), asıl amacı "Türk Hükûmeti'ni 1915'te 1.5 milyon Ermeni'nin ölümü için iddia edilen sorumluluğunu kamuoyuna açıklamak, tazminat ödemek ve bölgeyi ilan etmek zorunda bırakmak olan Marksist-Leninist bir örgüttü. PKK ve ASALA, 8 Nisan 1980'de Sidon'da işbirliğini ilan eden ve 9 Kasım 1980'de Strasbourg ve 19 Kasım 1980'de Roma, ASALA ve PKK işbirliğinin faaliyetleri ile sonuçlanan bir basın toplantısı düzenledi. Ancak Temmuz 1983'ten sonra ASALA, PKK'nın kamplarını kurduğu Lübnan Beqaa Vadisi'nde ortadan kayboldu. Ermenistan'daki Kürtler küçükresim|Ermenistan'ın Kürt nüfusu (koyu yeşil). |alt=|sağ Sovyet dönemi Kürt kültürü 1930-1980 yılları arasında Sovyet Ermenistan'da gelişti ve Kürtler devlet destekli önemli kültürel destek aldılar. Erivan'dan bir Kürt radyosu yayınlandı. Modern Kürt edebiyatı ve kültürünün öncüleri çoğunlukla Türkiye'den göçmen olan Ezidilerdi. Bu dönemdeki ünlü Kürt yazarlar arasında Casimê Celîl, Emînê Evdal, Kurdoev, Arap Shamilov (Erebê Şemo) ve Celile Celil sayılabilir. Erivan'da yayınlanan ünlü Kürt gazetesi Riya Teze'', en eski Kürt gazeteleri arasında yer almaktadır. Bu gazete, Ermenistan Komünist Partisi'nin Kürt kesiminin organıdır. Birçok Ermeni edebi eseri C. Celîl, H. Cindî, E. Evdal, Q. Murad, N. Esed ve T. Murad gibi çevirmenler tarafından Kürtçeye çevrilmiştir. İlk Kürtçe roman 1935 yılında Shamilov tarafından yazılmıştır. 1937'deki Stalinist etnik temizlik döneminde bazı Ermenistan Kürtleri zorunlu göç mağduru oldular. Ermenistan'daki Kürt yansımaları 1969 yılında Ermeni Bilimler Akademisi, Kürt kültürünün tüm yönlerini belgelemek ve araştırmak için değil, aynı zamanda Ermeni ve Kürt ilişkilerini incelemek için bir Kürt Araştırmaları Dairesi kurdu. İlk Kürt gazetelerinden biri aslında Ermenistan'ın başkenti Erivan'da kuruldu ve yayınlandı. Gazeteye Riya Teze (Kürtçe: Yeni yol) adı verildi. Daha sonra iki haftada bir yayınlanan Botan adlı başka bir Kürt gazetesi kuruldu. Ermeni radyo istasyonu Dengê Erivan (Erivan'ın Sesi) günde bir saat Kürtçe yayın yaparak Türkiye'nin güneydoğusundaki etnik Kürtlerin dinleyicilerini çekiyordu. Öyle ki, bir yazar altmışlı yıllarda Dengê Erivan radyosunu dinlemek için okulda alay konusu olan bir çocukluk arkadaşı olduğunu kitabında yazıyordu. Ermenistan'ın Yezidi Kürt azınlığı 2001 sayımına göre, Yezidilerin Ermenistan'daki nüfusunun 40.620 olduğu belirtilmektedir. 2007 ABD Dışişleri Bakanlığı insan hakları raporuna göre, "Önceki yıllarda olduğu gibi, Yezidi liderleri polis ve yerel makamların toplumlarını ayrımcılığa maruz bıraktıklarından şikayet etmemişlerdir". Yezidi çocukların büyük bir yüzdesi hem yoksulluk hem de ana dillerini konuşan öğretmenlerin eksikliği nedeniyle okula gitmiyordu. Ancak, ilk Yezidi okulu 1920 yılında Ermenistan'da açıldı ve bu sorun kısmende olsa çözüme ulaşmaya başladı. Azerbaycan ile savaşın yarattığı etnik gerginlik sırasında Yezidi Kürtleri, ülkeden kaçan ve kendisini farklı bir etnik grup olarak kurmaya çalışan çoğunlukla Müslüman Kürtlerle olan ilişkilerinden vazgeçtiler. Ayrıca Yezidiler Dağlık Karabağ savaşı sırasında Ermenilerle birlikte savaşan ve çok sayıda kişinin öldüğü zaman diliminde Ermeniler lehine büyük bir vatanseverlik göstermişlerdir. 30 Eylül 2019'da dünyanın en büyük Yezidi tapınağı Ermenistan'ın Aknalich köyünde açılmıştır. . Notlar Kaynakça Kategori:Ermenistan'ın ikili ilişkileri Kategori:Sovyet Kürtleri Kategori:Hamidiye Alayları Kategori:Türkiye Kürtleri
 

Tema özelleştirme sistemi

Bu menüden forum temasının bazı alanlarını kendinize özel olarak düzenleye bilirsiniz.

Zevkine göre renk kombinasyonunu belirle

Tam ekran yada dar ekran

Temanızın gövde büyüklüğünü sevkiniz, ihtiyacınıza göre dar yada geniş olarak kulana bilirsiniz.

Izgara yada normal mod

Temanızda forum listeleme yapısını ızgara yapısında yada normal yapıda listemek için kullanabilirsiniz.

Forum arkaplan resimleri

Forum arkaplanlarına eklenmiş olan resimlerinin kontrolü senin elinde, resimleri aç/kapat

Sidebar blogunu kapat/aç

Forumun kalabalığında kurtulmak için sidebar (kenar çubuğunu) açıp/kapatarak gereksiz kalabalıklardan kurtula bilirsiniz.

Yapışkan sidebar kapat/aç

Yapışkan sidebar ile sidebar alanını daha hızlı ve verimli kullanabilirsiniz.

Radius aç/kapat

Blok köşelerinde bulunan kıvrımları kapat/aç bu şekilde tarzını yansıt.

Foruma hoş geldin 👋, Ziyaretçi

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Foruma üye olmak tamamen ücretsizdir.

Geri