Kahveyi bazen sütlü, bazen hem sütlü hem şekerli, bazen sade içiyorum. Çayı da öyle. Bazen öyle ki kahvenin yanında sütü ayrıca sipariş ediyorum, biraz sade içip, ardından sütlü, ardından hem sütlü hem sütsüz içiyorum. Canım tatlı istediğinde çayıma bir küp şeker katmak beni kesiyor. İlle de tatlı yemem gerekmiyor. Yeşil çayını dahi sütle içmeye başladım, soğuk soğuk harika.
Spagettiyi bazen kırıp yiyorum, canım hiç istemiyor uzun uzun çatala dolamayı. Bazen tam tersi, uzun makarnaları çekiyor canım. Bazen demleyerek pişiriyorum makarnayı, bazen haşlayıp sosluyorum. Bazen sıfır şeker besleniyorum, bazen sadece meyve yiyorum. Kendime dengeli tabaklar sofralar kurmayı da seviyorum, ekmek üstü peynirle karnımı doyurmayı da.
Hayatımdaki bütün her şeye aynı esenlikle yaklaşıyorum, yaklaşmaya gayret ediyorum. “Tanımlamak kısıtlamaktır” mottosu. Yüzyıllar geçse de arkasındayım. Tanımlamak hapsetmektir diye el attırmak bile mümkün. Ömür dediğimiz bu oluşumun, tanımlara sığdırılması, tanımlar halinde yaşanması, çok büyük bir israf, kayıp gibi geliyor. Kadın dediğin şöyledir. Erkek dediğin böyledir. Ben şöyleyimdir. O böyledir. Bitti. Noktayı koydun ve artık başka türlüsünden mahrumsun. Bu manifestleme ile ilgili bişey değil. İnsan beyni kolaycı. Hazırcı. Ona ne verirsen hemen işlemciye kaydediyor ve oradan yürüyor. Tanımladın mı? Kapatıyor o defteri. Karşındakine hele sözle sen şöylesin dediğin an bütün büyü bozuluyor. Karşındaki öyle olsa dert böyle olsa dert bir pozisyonda kalıyor. Ve işler gerçekten de tanımını haklı çıkaracak şekilde ilerliyor. Buna kendimi gerçekleştiren kehanet diyenler de var. Çünkü zihin böyle çalışıyor.
Esneklik üzerine düşündüğümde en uç noktada aklıma hava geliyor. Var ama öyle bir oluş ki varlığını ancak kuvvetlendiğinde idrak edebiliyoruz. Rüzgar estiğinde, nem coştuğunda. Ve düşünüyorum, havaya galip gelebilecek hiç bir şey gelmiyor aklıma. Hava toprağı yok edebiliyor, hava ateşi alevlendirebiliyor, suyu kurutabiliyor ama ona hiç bir şey olmuyor. Öyle işte.
Spagettiyi bazen kırıp yiyorum, canım hiç istemiyor uzun uzun çatala dolamayı. Bazen tam tersi, uzun makarnaları çekiyor canım. Bazen demleyerek pişiriyorum makarnayı, bazen haşlayıp sosluyorum. Bazen sıfır şeker besleniyorum, bazen sadece meyve yiyorum. Kendime dengeli tabaklar sofralar kurmayı da seviyorum, ekmek üstü peynirle karnımı doyurmayı da.
Hayatımdaki bütün her şeye aynı esenlikle yaklaşıyorum, yaklaşmaya gayret ediyorum. “Tanımlamak kısıtlamaktır” mottosu. Yüzyıllar geçse de arkasındayım. Tanımlamak hapsetmektir diye el attırmak bile mümkün. Ömür dediğimiz bu oluşumun, tanımlara sığdırılması, tanımlar halinde yaşanması, çok büyük bir israf, kayıp gibi geliyor. Kadın dediğin şöyledir. Erkek dediğin böyledir. Ben şöyleyimdir. O böyledir. Bitti. Noktayı koydun ve artık başka türlüsünden mahrumsun. Bu manifestleme ile ilgili bişey değil. İnsan beyni kolaycı. Hazırcı. Ona ne verirsen hemen işlemciye kaydediyor ve oradan yürüyor. Tanımladın mı? Kapatıyor o defteri. Karşındakine hele sözle sen şöylesin dediğin an bütün büyü bozuluyor. Karşındaki öyle olsa dert böyle olsa dert bir pozisyonda kalıyor. Ve işler gerçekten de tanımını haklı çıkaracak şekilde ilerliyor. Buna kendimi gerçekleştiren kehanet diyenler de var. Çünkü zihin böyle çalışıyor.
Esneklik üzerine düşündüğümde en uç noktada aklıma hava geliyor. Var ama öyle bir oluş ki varlığını ancak kuvvetlendiğinde idrak edebiliyoruz. Rüzgar estiğinde, nem coştuğunda. Ve düşünüyorum, havaya galip gelebilecek hiç bir şey gelmiyor aklıma. Hava toprağı yok edebiliyor, hava ateşi alevlendirebiliyor, suyu kurutabiliyor ama ona hiç bir şey olmuyor. Öyle işte.