2021 yılının mart ayıydı, sanırım 17 mart gibi Bozcaada'ya düştük. Daha sezon açılmamış tabii. Bomboş sokaklar, kaldığımız yer mükemmel, manzara mükemmel. Herkes çantasını odasına koydu. Çıktık sokaklara. İlk önce kaldığımız yerin sahibine sordum, nerede ne yeriz? Nereye gitmemeliyiz? Anlattı nerelerin bizi üzmeyeceğini. Sağ olsun hala görüşürüm, bayramda seyranda arar sorar. Akşam üzeri oldu, yemek yiyeceğimiz, bir şeyler içeceğimiz mekana doğru gidiyoruz ama, uzaktan mekan kapalı gibi duruyor. Ne yse kapıyı açtım, içeride oturan ve sırtı kapıya dönük bir kadın direkt arkasını döndü ve göz göze geldik (Böyle dupduru bir güzellik, minimum makyaj sade güzellik), sonra masamıza geçtik oturduk. Mekandakilerin hepsi oranın yerlisi ve birbirlerini tanıyorlar, ama bizim dışarıdan geldiğimiz belli oluyor yani, Kadıköy'deki AK Parti amblemi gibiyiz. Cam kenarında oturuyoruz, sol tarafımızdaki masa bunu anladı ki, "Tatile mi geldiniz arkadaşlar?" diye sordu. Ben böyle ortamlarda pek kimseyle konuşmayı sevmem, arkadaş da benim tersim ve hemen başladı çocukluğundan anlatmaya. Yan masamızda bir anne, kızı ve kızının da küçük kızı var. Küçük mekanın dışında oynuyor. Arada benim kızı da göz kulak olun dedi annesi. Bizim bu yan masayla ilişkimiz, biraz daha alkol aldıktan sonra, hadi bizim masamıza gelin cümlesine döndü. E gittik masaya tanıştık, artık ok yaydan çıktı yani. Sonra mekana biri geldi, uzun paltosu, sakalları, kafasında beresiyle hemen masaya oturdu. Garson arkadaş direkt 70'lik rakıyı getirdi. Kim bu ya diyorum? İçimden, tanıyorum ama çıkaramadım diyorum kendime. "Amannn nereden tanıyayım yahu, iyice sarhoş oldun diye" de konuşuyorum kendimle. Mekan artık kapanacak, masasına misafir olduğumuz kişiler şey dedi, "Hadi bizim evde devam edelim." Haydaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaa. (R.O.K. sesiyle) Tanıştığımız kişiler Bozcaada'da yaşayan Rum'lardan. "Ne kadar Rum var?" diye sorduğumda artık çok az kaldık dedi zaten ablamız. Gidene kadar yoldan kasayla bira, şarap vs. ne varsa alındı. Eve vardığımızda zaten aklımı yitirdim. Bir ev bu kadar mı güzel olur arkadaş. Her katı şahane, terasına çıktığımızda zaten ben ben değildim. "Burada insan şair olur" diye yüksek sesle düşününce, ev sahibi ablamız hemen cevap verdi zaten, "Kardeşim zaten şiir yazıyor, bak hemen arkandaki kitapların hepsi onun dedi." Baya alkol alındı o gece, işte herkes oturduğu yerde biraz mayışmışken şu cümlelerle doğruldum. "Aa Feridun ve Alev nasıl pişti oldular ama!" Direkt benim kafam puzzle'ın parçalarını yerlerine oturttu. Mekana paltosuyla gelen ve hemen masaya oturan kişiydi Feridun Düzağaç. "+ Peki Alev kim?" dedim. "-Alev işte, Alev Alev şarkısını yazdığı kişi. Girişte oturuyordu." Bundan sonraki konuşmaları sanki suyun altındaymışım gibi dinledim. Çünkü kafamda nasıl bir aşk ve hissiyatla bu sözleri yazdığını anlamakla geçti. Anlamak mümkün değil sanırım. Dönüş yolunda kaç defa dinledim bilmiyorum, çalıştığım yerde merkezi bir müzik sistemi var, sürekli bu parçayı çaldırdım. Herkes, "Sana ne oluyor? Aşık mı oldun?" diye kaç kez sordu ama bu çok başka bir şeydi. Burada Alev Alev şarkısını anlatıyor aslında, daha doğrusu anlatmak ve konuşmak istemiyor. "Sen ışığını arayan güzel günebakan Ben tozuna dumanına hasret bir enkaz" Ne diyeyim, ciğerine sağlık.