Bi duygudurum şekli. Yabancıların bunun için güzel bi ismi var, fractured but whole ama nasıl çevirsem bilemedim, ben de başlığı bu şekilde açayım dedim. Hani yaşadığınız şeyler sonrasında benliğinizi, artık kaldıramadığınız zorluklara güçlükle dayanabilen bir duvar gibi hissettiğiniz bir an gelir. Duvarı oluşturan tüm kişilik parçalarınızı hissediyorsunuzdur, zorlukların karşısında gün geçtikçe incelip zayıflayan bağlarla bir arada, bütün olarak da duruyordur parçalar ama o bağlar bir kopsa, tuz buz olup dağılacak gibisinizdir. İşte o his.
"Hani ağlamak gelir içinden ama akmaz yaş, hani çığlığın kalır içinde ölür yavaş yavaş, hani gözlerin, hani gözlerin kağıtlara dolar bomboş bakar yazmak gelir içinden ama yazamazsın, umursamazlık bir hastalık gibi sarar kalemini, kurtulamazsın."
Tabi o parçaların, o bağların, o duvarın, o zorlantıların da bu benzetimde nelere denk düştüğü kişiden kişiye değişecektir. Ama işte insanın bazen içini serbest şekilde bir yere dökesi geliyor.
"Geçemiyorum serden, kar kış dolu sergen, ayaklarım buz tutmuş ben nedense hep şikayetçiyim terden, burada cambaz olmak gerekmiş burada zayıfı ezmek erdem, yürümem bu ipte bu ip fazla alçak ve fazla yüksekte yerden!"
Bir teoriye göre homo sapiens'in varoluşsal sancıları, üst beyin'ini geliştirmeyi başardığı günden beri hiç değişmedi. Doğada yaşar kalıp bir de üreyebilmek için gerekenden fazla bilinçlendik ve donanımımız varoluşsal çan eğrisinin üzerine çıktığı andan itibaren zihin gözümüz yaşadığı gerçeklikten asla memnun olmadı, "Bu mu lan sadece hayatın olayı?" dedi, bilişsel ve duygusal buhranlara düştü, geçtim yazıyı daha doğru düzgün maden bile kullanamazken dahi, zihninin içindeki 'kendine bakan göz'ü köreltmeye çalıştı. (bkz: psikiyatrik hastalıkların esas sebebi/@braga) Bugünü yaşayan bize kalan ise fractured but whole kişilikler oldu.
"Söyle kaç yaşındasın? Derte başındasın. İnce ince titremen soğuktan mı sanırsın? Bilmem kaç yaşındasın, gözleri yaşlardasın. Acılar biriktirip damla damla harcarsın." (bkz: varoluşsal sancılara dair türkçe şarkı olmaması)
Olmayanı bu kadar işte, bir de olsa ne olacaktı kim bilir? Muhatabı mı kalırdı acaba?
"Delilik üç yarayla gelir: beden'de yara, ruh'ta yara ve akıl'da yara. Üçünü de edinmeden, gözlerin bu dünyanın ötesini göremez." Der Merlyn çırağı Nimue'ye, The Warlord Chronicles'ta. Okuduğum en iyi tespitlerden biridir.
"Günaydın gece, günaydın karanlık, günaydın bütün sabahlar. Baş başayız gene, mutlu muyuz değil miyiz bilmiyoruz gene. Kızmıyorum sana, kızmıyorum yine. Bugün de ölmüyorum diyip bulutlardan en aşağıya atlıyorum gene!"
Peki sen ey okuyucu, bu yazıyı bitirip kendine baktığında yolun kaçta kaçını geçtiğini fark edeceksin?
"Tarihimi, ey okur, sana vasiyet ediyorum." Nox.
"Hani ağlamak gelir içinden ama akmaz yaş, hani çığlığın kalır içinde ölür yavaş yavaş, hani gözlerin, hani gözlerin kağıtlara dolar bomboş bakar yazmak gelir içinden ama yazamazsın, umursamazlık bir hastalık gibi sarar kalemini, kurtulamazsın."
Tabi o parçaların, o bağların, o duvarın, o zorlantıların da bu benzetimde nelere denk düştüğü kişiden kişiye değişecektir. Ama işte insanın bazen içini serbest şekilde bir yere dökesi geliyor.
"Geçemiyorum serden, kar kış dolu sergen, ayaklarım buz tutmuş ben nedense hep şikayetçiyim terden, burada cambaz olmak gerekmiş burada zayıfı ezmek erdem, yürümem bu ipte bu ip fazla alçak ve fazla yüksekte yerden!"
Bir teoriye göre homo sapiens'in varoluşsal sancıları, üst beyin'ini geliştirmeyi başardığı günden beri hiç değişmedi. Doğada yaşar kalıp bir de üreyebilmek için gerekenden fazla bilinçlendik ve donanımımız varoluşsal çan eğrisinin üzerine çıktığı andan itibaren zihin gözümüz yaşadığı gerçeklikten asla memnun olmadı, "Bu mu lan sadece hayatın olayı?" dedi, bilişsel ve duygusal buhranlara düştü, geçtim yazıyı daha doğru düzgün maden bile kullanamazken dahi, zihninin içindeki 'kendine bakan göz'ü köreltmeye çalıştı. (bkz: psikiyatrik hastalıkların esas sebebi/@braga) Bugünü yaşayan bize kalan ise fractured but whole kişilikler oldu.
"Söyle kaç yaşındasın? Derte başındasın. İnce ince titremen soğuktan mı sanırsın? Bilmem kaç yaşındasın, gözleri yaşlardasın. Acılar biriktirip damla damla harcarsın." (bkz: varoluşsal sancılara dair türkçe şarkı olmaması)
Olmayanı bu kadar işte, bir de olsa ne olacaktı kim bilir? Muhatabı mı kalırdı acaba?
"Delilik üç yarayla gelir: beden'de yara, ruh'ta yara ve akıl'da yara. Üçünü de edinmeden, gözlerin bu dünyanın ötesini göremez." Der Merlyn çırağı Nimue'ye, The Warlord Chronicles'ta. Okuduğum en iyi tespitlerden biridir.
"Günaydın gece, günaydın karanlık, günaydın bütün sabahlar. Baş başayız gene, mutlu muyuz değil miyiz bilmiyoruz gene. Kızmıyorum sana, kızmıyorum yine. Bugün de ölmüyorum diyip bulutlardan en aşağıya atlıyorum gene!"
Peki sen ey okuyucu, bu yazıyı bitirip kendine baktığında yolun kaçta kaçını geçtiğini fark edeceksin?
"Tarihimi, ey okur, sana vasiyet ediyorum." Nox.