İlk oyun kadar beni içine çektiğini söyleyemem. Bunun nedenini net bir şekilde sıralamak istesem, elimde somut bir şey yok gibi. Bir yazar arkadaş, Zagreus'un espri anlayışından bahsetmişti; sanırım bu durum, bahsettiğim şey ile ilgili. İlk oyunda Hades, her ne kadar son boss olsa da, oyunun ana mekanında sürekli onunla etkileşim halindeydik. Utandığını, şaşırdığını, hatta karısıyla ilk karşılaşmasındaki o çekingen tavrını gözlemleme fırsatımız oluyordu. Karakterin her bir ruh hali, oyuna ayrı bir derinlik katıyordu. Ana mekandaki dekoratif değişikliklere verdiği tepkiler bile oyunu daha eğlenceli kılıyordu. Ancak, ikinci oyunun ana kötüsü Kronos için aynı şeyi söylemek zor. Kronos, saf kötülükle oğlunu zincirlemiş, ailesini zamanda hapsetmiş bir figür olarak karşımıza çıkıyor. Bizim için geriye kalan, yalnızca bu yapılanların intikamını almak oluyor. Kronos ile etkileşime girsek bile, bu karakterden bir espri ya da şaşırtıcı bir tepki beklemek mümkün değil. Bu eksiklik, oyunun genel atmosferini etkiliyor. İlk oyunda her karakterin farklı bir derinliği vardı; yalnızca Zagreus değil, yan karakterler de kendi hikayeleri ve tepkileriyle oyunu zenginleştiriyordu. Ancak ikinci oyunda, özellikle Kronos gibi bir ana karakterin derinlikten yoksun olması, oyuncu olarak benim oyuna olan bağlılığımı azalttı. Elbette, Kronos’un karakterinin bu kadar tek boyutlu olması oyunun hikayesini tamamen olumsuz etkilemiyor. Ama yine de, oyunda bir denge eksikliği hissediliyor. İlk oyunun güçlü yönlerinden biri, hem ciddi hem de eğlenceli anları başarıyla dengeleyebilmesiydi. Kronos’un sert ve katı yapısı bu dengeyi bozuyor gibi. Belki de bu, oyunun ilerleyen zamanlarında değişir; belki de Kronos’un arkasındaki motivasyonları ve derinliği daha iyi keşfetme şansı buluruz. Ama şu an için, bu eksiklik beni oyuna daha az bağladı.