Güneş, piyade komando astsubay üstçavuş, gök güneş, emir ve görüşlerinize hazırdır komutanım!
Kural: Rahat asker... otur…
Güneş oturdu. Komutan gergin ve stresliydi. Aynı anda onlarca görevi kendine yük etmiş, her birini aklında çözümlerken elleriyle ağzıyla aklıyla her bi görevi sonlandırmaya çalışıyordu. Aynı güneş gibi bin görev yapan bir adam. Güneş, komutanı gözlemlemeye devam ederken adamın telefonları susmuyor, sürekli ayağıyla ritim tutar gibi dizini sallıyor, ayağa kalkıp bir kitap, bir evrak alıp tekrar oturuyordu. Bir yandan bilgisayarına bakıyor, bir yandan sürekli konuştuğu birilerine emirler yağdırıp başarısızlıklarına küfrediyordu, bir yandan önündeki evrakları inceliyor. Hiç boş durmuyordu. Komutanın yaydığı stresi ve kaygıyı iliklerine kadar hissetti ama komutanın yüreğinde korku yoktu bunu da hissetti. Kendi gibi korkmayan bir adam…
“Her insanın korktuğu bir şeyler vardır” diye düşündü. “Ama benim yok… bu adamında yok” diye düşündü. “Eskiden… kendimden korkardım. Onlar gibi olmaktan, onlara dönüşmekten korkardım” diye düşündü.
Komutanın mimiklerinden, vücut dilinden, ses tonundan ve yaydığı isim veremediği o dalgalardan bunları hissedebiliyordu. Bunları hayatı boyunca anlayamadı. Neydi bu dalgalar? Bir insana yaklaştığında daha onu gözlemlemeden çözümleyip analiz etmeden önce dürtüsel olarak karşısındakini görür görmez bu dalgaları hissederdi. İçinden ilk hissettiği dalgalara aydınlık veya karanlık derdi. Onların hislerini hissederdi, içlerinde yüzlerinin arkasında sakladıklarını hissederdi. Canlıların yaydığı bu manyetik dalgalara benzeyen enerji? Sinerji? Yada her neyse işte? Bu dalgalar tenine, vücuduna, yüreğine ve aklına vuran bu dalgalar…. Neydi bu dalgalar? Bilmiyordu... artık eskisi kadar da merak etmiyordu...
Komutanın yüreği aydınlık taraftaydı. İçinde korku yoktu, yüce bir cesaret, güçlü bir ışık ve sağlam erdemleri vardı. Bundan emindi, hissedebiliyordu. Öz güven ve karakteri sağlam, aydınlık yolda korkusuz bir adamla karşılaşmanın verdiği huzuru içinde hissetti. Sadece var olduğu için komutana minnet duyuyordu… Uzun zamandır korkmayan birini görmemişti. Kalabalık karmaşık hayatına sadece birkaç korkusuz girmişti. Korkusuzlara ve kendi gibi olanlara karşı bir sempatisi vardı. Ama gördüğü korkusuzlar kendi gibi değildi. Onlara karanlıklar derdi ve onlarla empati kurduğunda, hissettikleri için kendinden iğrenmiş ve hissettikleri için kendini suçlamıştı... Çünkü o bir aydınlıktı. Karanlığa sempati duymaktan korktu. Doğduğundan beri hiç bir şeyden korkmamıştı… Karanlığı hissedince kendinden korktu… Karanlık olmaktan korktu…
Kendine söz verdi. Asla onlar gibi olmayacaktı. Kendine güveniyordu, erdemleri kuvvetli, özgüveni sağlam, aydınlık yolun yolcusu bir savaşçıydı. Zaten ne yaşarsa yaşasın neyle karşılaşsa karşılaşsın onun içi kirlenemezdi. Bunu bilmiyordu, bunun farkında değildi. İyilik onun içine, aklına ve yüreğine, bozulamaz kırılamaz bir efsun gibi çok daha yüce bir güç tarafından işlenmişti.
İlk defa aydınlık birinin kendi kadar korkusuz ve güçlü olduğunu hissetti… Komutanında kendi gibi olduğunu hatta ondan daha güçlü ve bilge olduğunu hissetti… Haklıydı… Komutan kural genç asker kadar olmasada bu isimsiz dalgaları hissedebiliyordu. Onlardan daha tecrübeli ve bilgeydi. Bu genç askeri görür görmez onun potansiyelini ve gücünü anladı. Görür görmez onu yanına almak istedi.
Komutan telefonla konuşmasını bitirince küfrederek cep telefonunu sessize aldı. Dahili telefonunu meşgulde tutmak için ahizesini kaldırarak masaya koydu. Bilgisayarının monitörünü kapattı ve önündeki dosyaları, evrakları kaldırarak yanındaki diğer küçük masaya koydu. Ayağa kalktı, arkasına döndü, elini beline bağladı ve genç askere sanki yanında yokmuş gibi başı eğik, kısık sesle tam bir asker gibi kelimeleri heceleri vurgulayarak kendi kendine konuşmaya başladı:
Kural: *Mına kodumun dangalakları! Memleketi emanet ettikleri heriflere bak! Ne bir erdemleri ne adam akıllı muhakeme yetenekleri, ne doğru düzgün bir öngörüleri… Herkes götünün derdinde… Bu sosyal medya boku insanları doyumsuz hayvanlar gibi bencilleştirdi…
Başını kaldırdı. Atatürk portresine bakarak daha kısık ve sıcak bir ses tonuyla:
Kural: Bak gördün mü "Bi tane daha" buldum… dedi.
Arkasına genç askere döndü. Bir nefes kadar keskin bakışlarıyla genç askeri süzdü. Tekrar konuşmaya başladı:
Kural: Evet! Gök güneş… *Dedikten sonra yan masaya kaldırdığı evrakların arasından ince bir dosya klasörünü eline aldı ve sesli okumaya başladı.
Kural: Özel kuvvetler brövesi, paraşütçü komando brövesi, dalgıç brövesi, sat sualtı taarruz brövesi, EOD patlayıcı madde imha brövesi, keskin nişancı brövesi, dağcı komando brövesi, ilk yardım, zırhlı araç kullanma…
Kural: Doğruyu söyle lan! Sen süpermen misin?
Genç asker en son ne zaman güldüğünü hatırlamıyordu. Bu ağzı bozuk, stresli, öfkeli komutanın samimi esprisine kayıtsız kalamadı ve sıcak bir tebessüm etti. Komutan yine kendi kendine konuşurcasına:
Kural: Lafı uzatmayacam… Bundan sonra benim birliğimdesin. Birliğimizin bir adı yok… Bizim birliğimiz yok… Şimdilik üç kişiyiz… İstihbarat birliklerindeki güvenilir vatansever cumhuriyet evlatlarıyla paralel çalışıyoruz. Ülkemiz içeriden işgal ediliyor… Amacımız; gizli operasyonları, gizli suikast ve sabotaj teşebbüslerini tespit edip engellemek. Cumhuriyet düşmanı iç hainleri hatta dünyanın ve evrenin düşmanlarını bulup yok etmek…
“Dünyanın ve evrenin düşmanları?” Bunu olacağını biliyordu… İki gün önce bu olayları rüyasında görmüştü… Hiç soru sormadan direkt cevap verdi:
Güneş: Emredersiniz komutanım!
Kural: Artık bir rütben yok. Aslında ailende yok. Adını da unut. Yeni kimliklerini istihbarat subayı teslim edecek. Belirli aralıklarla kimliklerin, isimlerin sürekli değişecek…
Güneş: Emredersiniz komutanım!
Kural: Evini yok edilecek, gök güneş öldü süsü verilecek. Çantanı topla, yanına silah ekipman, alet edevat alma. Bundan sonra ihtiyacın olan tüm silah ve ekipman temin edilecek. Saatini ayarla 03:00'da bu birliğin pistinden helikopterle ikimiz kalkıcaz. Pilot bröven yok ama iki turdan sonra eminim sen kesin uçmayı da öğrenirsin *mına koyim. Neyse… Yarın sabah seni üçüncü adamımızla tanıştırcam.
Güneş: Emredersiniz komutanım!
Kural: Kendini hazırla hayatın boyunca görmediğin, duymadığın, hayalini dahi kuramayacağın şeyleri göreceksin. Gerçeklik algını kaybettirek şeyleri göreceksin… Diğer adamımız… (Derin bir nefes aldı) Bi insan değil…
Güneş: Anlamadım komutanım…
Kural: Görünce anlayacaksın…
Kural: Rahat asker... otur…
Güneş oturdu. Komutan gergin ve stresliydi. Aynı anda onlarca görevi kendine yük etmiş, her birini aklında çözümlerken elleriyle ağzıyla aklıyla her bi görevi sonlandırmaya çalışıyordu. Aynı güneş gibi bin görev yapan bir adam. Güneş, komutanı gözlemlemeye devam ederken adamın telefonları susmuyor, sürekli ayağıyla ritim tutar gibi dizini sallıyor, ayağa kalkıp bir kitap, bir evrak alıp tekrar oturuyordu. Bir yandan bilgisayarına bakıyor, bir yandan sürekli konuştuğu birilerine emirler yağdırıp başarısızlıklarına küfrediyordu, bir yandan önündeki evrakları inceliyor. Hiç boş durmuyordu. Komutanın yaydığı stresi ve kaygıyı iliklerine kadar hissetti ama komutanın yüreğinde korku yoktu bunu da hissetti. Kendi gibi korkmayan bir adam…
“Her insanın korktuğu bir şeyler vardır” diye düşündü. “Ama benim yok… bu adamında yok” diye düşündü. “Eskiden… kendimden korkardım. Onlar gibi olmaktan, onlara dönüşmekten korkardım” diye düşündü.
Komutanın mimiklerinden, vücut dilinden, ses tonundan ve yaydığı isim veremediği o dalgalardan bunları hissedebiliyordu. Bunları hayatı boyunca anlayamadı. Neydi bu dalgalar? Bir insana yaklaştığında daha onu gözlemlemeden çözümleyip analiz etmeden önce dürtüsel olarak karşısındakini görür görmez bu dalgaları hissederdi. İçinden ilk hissettiği dalgalara aydınlık veya karanlık derdi. Onların hislerini hissederdi, içlerinde yüzlerinin arkasında sakladıklarını hissederdi. Canlıların yaydığı bu manyetik dalgalara benzeyen enerji? Sinerji? Yada her neyse işte? Bu dalgalar tenine, vücuduna, yüreğine ve aklına vuran bu dalgalar…. Neydi bu dalgalar? Bilmiyordu... artık eskisi kadar da merak etmiyordu...
Komutanın yüreği aydınlık taraftaydı. İçinde korku yoktu, yüce bir cesaret, güçlü bir ışık ve sağlam erdemleri vardı. Bundan emindi, hissedebiliyordu. Öz güven ve karakteri sağlam, aydınlık yolda korkusuz bir adamla karşılaşmanın verdiği huzuru içinde hissetti. Sadece var olduğu için komutana minnet duyuyordu… Uzun zamandır korkmayan birini görmemişti. Kalabalık karmaşık hayatına sadece birkaç korkusuz girmişti. Korkusuzlara ve kendi gibi olanlara karşı bir sempatisi vardı. Ama gördüğü korkusuzlar kendi gibi değildi. Onlara karanlıklar derdi ve onlarla empati kurduğunda, hissettikleri için kendinden iğrenmiş ve hissettikleri için kendini suçlamıştı... Çünkü o bir aydınlıktı. Karanlığa sempati duymaktan korktu. Doğduğundan beri hiç bir şeyden korkmamıştı… Karanlığı hissedince kendinden korktu… Karanlık olmaktan korktu…
Kendine söz verdi. Asla onlar gibi olmayacaktı. Kendine güveniyordu, erdemleri kuvvetli, özgüveni sağlam, aydınlık yolun yolcusu bir savaşçıydı. Zaten ne yaşarsa yaşasın neyle karşılaşsa karşılaşsın onun içi kirlenemezdi. Bunu bilmiyordu, bunun farkında değildi. İyilik onun içine, aklına ve yüreğine, bozulamaz kırılamaz bir efsun gibi çok daha yüce bir güç tarafından işlenmişti.
İlk defa aydınlık birinin kendi kadar korkusuz ve güçlü olduğunu hissetti… Komutanında kendi gibi olduğunu hatta ondan daha güçlü ve bilge olduğunu hissetti… Haklıydı… Komutan kural genç asker kadar olmasada bu isimsiz dalgaları hissedebiliyordu. Onlardan daha tecrübeli ve bilgeydi. Bu genç askeri görür görmez onun potansiyelini ve gücünü anladı. Görür görmez onu yanına almak istedi.
Komutan telefonla konuşmasını bitirince küfrederek cep telefonunu sessize aldı. Dahili telefonunu meşgulde tutmak için ahizesini kaldırarak masaya koydu. Bilgisayarının monitörünü kapattı ve önündeki dosyaları, evrakları kaldırarak yanındaki diğer küçük masaya koydu. Ayağa kalktı, arkasına döndü, elini beline bağladı ve genç askere sanki yanında yokmuş gibi başı eğik, kısık sesle tam bir asker gibi kelimeleri heceleri vurgulayarak kendi kendine konuşmaya başladı:
Kural: *Mına kodumun dangalakları! Memleketi emanet ettikleri heriflere bak! Ne bir erdemleri ne adam akıllı muhakeme yetenekleri, ne doğru düzgün bir öngörüleri… Herkes götünün derdinde… Bu sosyal medya boku insanları doyumsuz hayvanlar gibi bencilleştirdi…
Başını kaldırdı. Atatürk portresine bakarak daha kısık ve sıcak bir ses tonuyla:
Kural: Bak gördün mü "Bi tane daha" buldum… dedi.
Arkasına genç askere döndü. Bir nefes kadar keskin bakışlarıyla genç askeri süzdü. Tekrar konuşmaya başladı:
Kural: Evet! Gök güneş… *Dedikten sonra yan masaya kaldırdığı evrakların arasından ince bir dosya klasörünü eline aldı ve sesli okumaya başladı.
Kural: Özel kuvvetler brövesi, paraşütçü komando brövesi, dalgıç brövesi, sat sualtı taarruz brövesi, EOD patlayıcı madde imha brövesi, keskin nişancı brövesi, dağcı komando brövesi, ilk yardım, zırhlı araç kullanma…
Kural: Doğruyu söyle lan! Sen süpermen misin?
Genç asker en son ne zaman güldüğünü hatırlamıyordu. Bu ağzı bozuk, stresli, öfkeli komutanın samimi esprisine kayıtsız kalamadı ve sıcak bir tebessüm etti. Komutan yine kendi kendine konuşurcasına:
Kural: Lafı uzatmayacam… Bundan sonra benim birliğimdesin. Birliğimizin bir adı yok… Bizim birliğimiz yok… Şimdilik üç kişiyiz… İstihbarat birliklerindeki güvenilir vatansever cumhuriyet evlatlarıyla paralel çalışıyoruz. Ülkemiz içeriden işgal ediliyor… Amacımız; gizli operasyonları, gizli suikast ve sabotaj teşebbüslerini tespit edip engellemek. Cumhuriyet düşmanı iç hainleri hatta dünyanın ve evrenin düşmanlarını bulup yok etmek…
“Dünyanın ve evrenin düşmanları?” Bunu olacağını biliyordu… İki gün önce bu olayları rüyasında görmüştü… Hiç soru sormadan direkt cevap verdi:
Güneş: Emredersiniz komutanım!
Kural: Artık bir rütben yok. Aslında ailende yok. Adını da unut. Yeni kimliklerini istihbarat subayı teslim edecek. Belirli aralıklarla kimliklerin, isimlerin sürekli değişecek…
Güneş: Emredersiniz komutanım!
Kural: Evini yok edilecek, gök güneş öldü süsü verilecek. Çantanı topla, yanına silah ekipman, alet edevat alma. Bundan sonra ihtiyacın olan tüm silah ve ekipman temin edilecek. Saatini ayarla 03:00'da bu birliğin pistinden helikopterle ikimiz kalkıcaz. Pilot bröven yok ama iki turdan sonra eminim sen kesin uçmayı da öğrenirsin *mına koyim. Neyse… Yarın sabah seni üçüncü adamımızla tanıştırcam.
Güneş: Emredersiniz komutanım!
Kural: Kendini hazırla hayatın boyunca görmediğin, duymadığın, hayalini dahi kuramayacağın şeyleri göreceksin. Gerçeklik algını kaybettirek şeyleri göreceksin… Diğer adamımız… (Derin bir nefes aldı) Bi insan değil…
Güneş: Anlamadım komutanım…
Kural: Görünce anlayacaksın…