Stanley Kubrick, Soğuk Savaş döneminde Andrei Tarkovsky'ye karşı anti-propaganda unsuru olarak gösterildi. Bu çatışma, Kubrick'in 2001: A Space Odyssey'sine karşı Tarkovsky'nin Solaris'i olarak dile getiriliyor. Ancak, gerek Tarkovsky gerekse Kubrick, böyle bir antitez mücadelesinin olmadığını her seferinde belirtiyorlar. Onlar için önemli olan sanat. Kubrick, Dr. Strangelove ile bu politik durumun hicivini ustalıkla yapıyor.
Bana göre, Tarkovsky'nin idealist sinemasına karşı antitez unsuru olabilecek materyalist yönetmenin kim olabileceği entelektüel bir sorudur. Ingmar Bergman tam olarak bu sorunun cevabı olabilir. Özellikle Bergman'ın The Seventh Seal filminde, işlediği metafiziksel unsurların cevaplarını, bir haçlı askerinin vücudunda film boyunca arar. Bu filmin özelliği, deney alanı yaratmak ve öncelikle felsefenin gerekliliği olan soruları tanımlamaktır. Sorularına cevabını Winter Light ile bulur. Aslında Bergman'ın bilinç ve bilinçdışı unsurlarıyla olan savaşı Persona ile başlar. Ancak, doğrudan bir tanrı eleştirisini bu filmlerinde tamamlar. Stalker'da kullanılan Hristiyan mistisizmine karşı, Bergman, Marx'ın yaptığı türden bir cevap veriyor: "Hegel'in diyalektiği havalardayken; onun ayaklarını yere bastırdım." Böylece idealist felsefedeki "ruh" kavramını Nietzsche'nin söylediği gibi "tek kusurunun aslında olmayışına" bağlamaktadır. Bunun getireceği bilinç düzeyindeki varoluşsal sıkıntıyı da filminin konusuna yediriyor. İşin en güzel tarafı, 20. yy sinemasında tıpkı Demokritos ile Sokrates gibi, 19. yy felsefesinden Marx ile Stirner gibi, 20. yy'dan Sartre ile Camus gibi tez-antitez unsurlarını başarıyla işliyor. Yani bir işi birlikte yaratıyorlar ve ayrılmaz bir parça oluşturuyorlar.
Bergman'ın birden fazla dönemi mevcut. Bunlar, aslında İsveç sosyolojisi ve sinemasıyla da paralel. İlk dönemini varoşçuluk ile başlatır. Bu, 2. Dünya Savaşı'nda pozitivizme olan güvenin sarsılması ve modernitenin neler getirdiğinden endişe duyan Avrupa sinemasını etkileyen bir dönem. 2. döneminde modernitenin kültürel evrimi sonucu "kadın" ile tanışan Avrupa sinemasını takip eder. 3 ve 4. dönemlerinde ise tanrı sorununu işler, zaten 5. döneminde de varoşçuluk ve bilinç üstüne filmler yapmaya başlar. Yani Bergman, dönem sinemasını takip eden ciddi bir entelektüeldi; herhangi bir hareketi, sosyolojik evrimden bağımsız işlememişti.
Velhasıl, ikisi de dönem olarak ayrılmaz bir bütün ve büyük yönetmenler.
Bana göre, Tarkovsky'nin idealist sinemasına karşı antitez unsuru olabilecek materyalist yönetmenin kim olabileceği entelektüel bir sorudur. Ingmar Bergman tam olarak bu sorunun cevabı olabilir. Özellikle Bergman'ın The Seventh Seal filminde, işlediği metafiziksel unsurların cevaplarını, bir haçlı askerinin vücudunda film boyunca arar. Bu filmin özelliği, deney alanı yaratmak ve öncelikle felsefenin gerekliliği olan soruları tanımlamaktır. Sorularına cevabını Winter Light ile bulur. Aslında Bergman'ın bilinç ve bilinçdışı unsurlarıyla olan savaşı Persona ile başlar. Ancak, doğrudan bir tanrı eleştirisini bu filmlerinde tamamlar. Stalker'da kullanılan Hristiyan mistisizmine karşı, Bergman, Marx'ın yaptığı türden bir cevap veriyor: "Hegel'in diyalektiği havalardayken; onun ayaklarını yere bastırdım." Böylece idealist felsefedeki "ruh" kavramını Nietzsche'nin söylediği gibi "tek kusurunun aslında olmayışına" bağlamaktadır. Bunun getireceği bilinç düzeyindeki varoluşsal sıkıntıyı da filminin konusuna yediriyor. İşin en güzel tarafı, 20. yy sinemasında tıpkı Demokritos ile Sokrates gibi, 19. yy felsefesinden Marx ile Stirner gibi, 20. yy'dan Sartre ile Camus gibi tez-antitez unsurlarını başarıyla işliyor. Yani bir işi birlikte yaratıyorlar ve ayrılmaz bir parça oluşturuyorlar.
Bergman'ın birden fazla dönemi mevcut. Bunlar, aslında İsveç sosyolojisi ve sinemasıyla da paralel. İlk dönemini varoşçuluk ile başlatır. Bu, 2. Dünya Savaşı'nda pozitivizme olan güvenin sarsılması ve modernitenin neler getirdiğinden endişe duyan Avrupa sinemasını etkileyen bir dönem. 2. döneminde modernitenin kültürel evrimi sonucu "kadın" ile tanışan Avrupa sinemasını takip eder. 3 ve 4. dönemlerinde ise tanrı sorununu işler, zaten 5. döneminde de varoşçuluk ve bilinç üstüne filmler yapmaya başlar. Yani Bergman, dönem sinemasını takip eden ciddi bir entelektüeldi; herhangi bir hareketi, sosyolojik evrimden bağımsız işlememişti.
Velhasıl, ikisi de dönem olarak ayrılmaz bir bütün ve büyük yönetmenler.