hayatta yaşamaya değer bulacak bir şeyleri yakalayamamanın doğal sonucudur. düşünün bir... parıltılı ve şaşalı gençlik gümlerinin birdenbire bitmesi sonrasında askerlik macerası ve ardından 1-2 yıl içinde evlilik gelir... ilk yıllar keyiflidir, ama hayat aslında bir yara almıştır: sorumluluklar... sorumlulukları hayatımıza sokmamız ve onları gereğinden fazla ciddiye almamız sonumuzu hazırlamaya başlar... kum saati çevrilmiştir artık, kumlar dökülmektedir. Gitarlarınızın telleri duvar dibinde paslanadursun, artık hayat 09:00 - 19:00 saatleri arasında bir ofiste "sözüm ona" çok önemli ve sizden başka hiç kimselerin yapamayacağı işlerle uğraşmak halini almıştır... böylece sıcak yuvanızın ihtiyaçlarını karşılarsınız. 40'lı yaşların başına adım attığınızda 20'li yaşların başında "bir gün 40 yaşıma geldiğimde" hayallerinizi sorgularsınız... albüm çıkartamamış, muhteşem olabilecek müzik hayatınızı kazara (!) yitirmişsinizdir... kendi eviniz olmadığı gibi her an bir daha çalışmamak üzere susacak hissi veren bir arabanızdan başka hiç bir şeyiniz yoktur. Derken şartlar kötüleşir, enflasyon artar, herşeye zam gelir artmayan tek şey kazancınızdır. Bir de üzerine işsiz kalırsınız, 6-7 ay iş arar ve sonunda yeni bir işe başlarsınız.. yine 09:00 - 19:00... gününüzün 3-4 saati yollarda geçmektedir. Sabah 07:00 de evden çıkıp akşam 21:00 de geri dönersiniz... işler artar ama kazanç aynıdır... akşam saat 20:00 civarına kayar çıkışlarınız... zaman yetmemektedir sırtınızdaki yükü taşımaya... saat 23:00 civarına kayar çıkışlarınız... öyle gelir ki, tüm gece ofiste kalsanız bile işlere yetişemeyeceksinizdir... o kadar yorgunsunuzdur ki... bunu patronunuz ya da amiriniz farketmez bile... kimse farketmez... her akşam eve pelte gibi gelip sessiz sedasız "çok yorgunum" çığlıkları atarsınız, duymayan olmaz.... adamın teki, muhtemelen bir başbakan ya da bakan, tv de "halkın refah seviyesi yükselmiştir" dergidip kafa atasınız gelir... korumalar felan... gözünüz yemez... bir yandan da, eğer vermeyi seven birisi iseniz bir sürü insan sizden birşeyler istemek için sıradadır... eşiniz, kızınız, en yakın arkadaşınız, patronunuz, müdürünüz, mesai arkadaşlarınız, akrabalarınız, yolda hiç tanımadığınız insanlar... ama her akşam bir tanecik eşinizden istediğiniz bir fincan çay size çok görülür ve her akşam eve gelip boktan çayınızı kendiniz demler ve bir de eşinize ikram edersiniz... kızınız size bir bardak su getirmemek için ikili koltukta uyuyor numaraları yapar... ve sorarsınız kendinize.... - hayat bu mu? evet... hayat bu... that's life... c'est la vie... ve o an ölecek olsanız kendi ölümünüze üzülesiniz gelmez... sorunuz "ölümden sonra hayat var mı?" değil "ölümden sonra rahat var mı?" olmuştur...