2008 yılında inanılmaz bir kalkınma yaşadı bu ülke. Dahası 2000'li yıllarda alıp başını gitti. Alkışlamaktan ziyade hasetle "nasıl oldu da bir ülke böyle çıktı" diye düşünmeliyiz bence. Yani Avrupa Şampiyonu olan, tenisin erkekler 1 numarasına sahip olan, Oscar üstüne Oscar alan yönetmenler ve oyuncular çıkartan, sineması dünyadan takdir toplayan, müziği ile, mimarisi ile kocaman bir başarı öyküsü (bilimde çok başarılı değil.. ama bir Akdeniz ülkesinin bilimde başarılı olmasını beklemek bence büyük hayalbazlık). Hikaye 1975 yılında başlıyor. Yıllarca ülkeyi yöneten Franco'nun vefatı ile... Sonrasında bir kalkınma süreci, İspanyol solunun Franco'ya zamanında destek vermiş ailelerin onayını alma süreci... Hala sağ parti başta çünkü... Ama reformlar muhalif kanattan geliyor. Ve halk bir şekilde sol ile bütünlesiyor. Zaman da uygun zaten.. 70'lerin komplesi dünya solunun zirve yaptığı noktadır. Sonrasında zaten sağ darbeler ile çoşar kalkınır. İspanya'da darbelerin Amerika menşeyli yapıldığı döneminde, bir başarısız darbeye maruz kalıyor. Fakat bu kez kral tüm insiyatifini olaya koyarak (ki kral derken Juan Carlos diyelim de belli olsun adı-namisi. Hos her 5 kişiden birisinin (1) Juan Carlos olduğu bir memlekette bunu belirtmek pek yarar sağlar mı bilmiyorum) darbeyi bastırıyor. Kral darbeyi bastırmadan önce devletin başına geçen Leopoldo Calvo Sotelo gelir, gelmez direk ülkeyi NATO'ya sokuyor. Bu o zamanlar çok şahane bir ayrıntı olsa da şimdi o kadar önemli gibi görünmekte. NATO'ya girmek demek, zamanın konjukturu içerisinde "Merhaba, biz Sovyetlere karşıyız, ve bilakis sağcıyız" demek ile eşdeğer bir şey. Darbe bir şekilde bastırılıyor, ve sağa bu olaylardan sonra iyice sempati kaybeden halk 1982 yılının bir Kasım gününde, ülkeyi 1996 yılına kadar yönetecek Felipe Gonzalez yönetimindeki solcu hükümete kavuşturuyor. Bismillah deyip iş başı yapan hükümet 92 yılının olimpiyatlarını, ve yine aynı yılın Expo'sunu ülkeye getiriyor. Memleketi tüm dünyaya "ey insanlar, diktatörlük değiliz artık" şeklinde lanse ediyorlar böylelikle. 82 yılından 96 yılına kadar harala gürele içinde geçiyor günler. İşte bu günlerin temelleri o günlerde atılıyor. İstirid, iyi değil belki ama, kötü olmayan bir yönetim elinde ülkeye iyi gelen bir hadise. Sonrasında zaten, tarihler 1996'yı gösterirken, mavi kravata ile unutamadigim (nedense) José María Aznar hükümeti başa geliyor. Merkez sağcı olsalar da feci reformcu, ve çağdaş bir hükümet bu. Mesela dünyadaki ilk eşcinsel evliliği ve evlat edinme tam haklarını bu hükümet sağlıyor. Ülke zamanında o kadar çekmiş ki hoşgörüsüzlükten, modernizm ayağına su sıralar her şeye hoş görü ile yaklaşırlar gibi durumdalar. Memleket şu anda anayasal monarşi düzleminde ilerliyor. Bu İngiltere'nininkinden biraz daha kral'a dayalı bir yönetim şekli. Yani bizde anayasa mahkemesinin yetkileri kralda var diyelim. Parti açıp kapama, anayasaya uygunluk cart curt kralda bitiyor. Biz onu ancak tribunlerde görüyoruz ama kendisi ülkenin bugünkü durumunda baş rol oynayanlardan birisi. Ayrıca eyalet sistemi hüküm sürmekte. Katalonya'nın kendi devleti ne bileyim efendim, Aragon'un, Cordoba'nın, Madrid'in kendi meclisi, kendi kanunları var. Böyle böyle 17 tane devletcik var aslında İspanya'da. Hoş bu devletciklerden Katalonya mesela daha fazla özürlük hakkı için mücadele ediyor. Fakat işte gerek kral'ın gerekse hükümetlerin "yaa yormayın bizi" tadındaki tatlı çıkışları sayesinde, et dahi delirgenlik yapmayı bırakmış durumda. Geze geze Avrupa'nın bir bölümünün daha sonuna geldik böylelikle. (haha hep bunu demek istemiştim).