Foruma hoş geldin 👋, Ziyaretçi

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Foruma üye olmak tamamen ücretsizdir.

Japonya sineması

bullvar_katip

Administrator
Katılım
21 Mayıs 2024
Mesajlar
532,105
Japon sineması, Japon ulusunda veya Japon film yapımcıları tarafından yurt dışında yapılan film ve yaratıcı film sanatını da içermektedir. Uzak Doğu'nun en gelişmiş sinemasına sahip olan Japonya, aynı zamanda Batı tarafından bilinen de bir sinemadır. Sinema ile 1896 yılında tanışan Japonya, 1891 yılında Thomas Edison tarafından icat edilen kinetoskop ile Japonya'nın Tokyo kentinde bir gösterim düzenlenmiştir ve bu gösterim Japonya'nın sinemayla ilk tanışması olarak kabul edilir. Tokyo'daki gösterimin 1 yıl sonrası ilk Japon filmleri ortaya çıkmaya başlamıştır. Japonya sineması (日本 映 画, Nihon eiga, yerel olarak 邦 画 hōga, "ev sineması" olarak da bilinir) 100 yılı aşkın bir geçmişe sahiptir. Japonya, dünyanın en eski ve en büyük film endüstrilerinden birine sahiptir; 2010 itibarıyla, üretilen uzun metrajlı film sayısı bakımından dördüncü en büyük filmdi. 2011 yılında Japonya, 2,338 milyar ABD doları olan gişe hasılatının% 54,9'unu kazanan 411 uzun metrajlı film üretti. Filmler, ilk yabancı kameramanların geldiği 1897'den beri Japonya'da çekiliyor. Tokyo Story (1953), Sight & Sound'un tüm zamanların en iyi 100 filmi listesinde üçüncü sırada yer aldı. Tokyo Story aynı zamanda 2012 Sight & Sound yönetmenlerinin anketinde Citizen Kane'i tahttan indiren Tüm Zamanların En İyi 50 En İyi Filmi anketinde zirvede yer alırken, Akira Kurosawa'nın Yedi Samuray'ı (1954) en büyük yabancı dil filmi seçildi. BBC'nin 43 ülkedeki 209 eleştirmenden oluşan 2018 anketindeki zaman. Japonya, En İyi Uluslararası Uzun Metraj Film dalında Akademi Ödülü'nü dört kez diğer Asya ülkelerinden daha fazla kazandı. Japonya'nın Dört Büyük film stüdyoları, Japonya Sinema Filmi Yapımcıları Derneği'nin (MPPAJ) üyeleri olan Toho, Toei, Shochiku ve Kadokawa'dır. Nippon Akademi-shō Derneği tarafından düzenlenen yıllık Japonya Akademi Film Ödülü, Akademi Ödüllerinin Japon eşdeğeri olarak kabul edilir. Başlangıç Japon halkı sinemayla, 21 Kasım 1896'da Kobe'de yapılan bir kinetoskop gösterisi aracılığıyla tanıştı. Kobe'de bu gösteriyi düzenleyen Amerikan Riner & Co'dan bir kinetoskop satın alan M. Takashi, Tokyo'da da benzer bir gösteri düzenleyerek büyük ilgi topladı. 1897 yılında Tokyo'da sesli bir gösteri yapıldı. Japonya'da ilk stüdyoyu açan Shoten Yoshizawa, Japon sinemasının kurucusu sayılır. Bu arada Tsunekichi Shibata bir kabuki oyununu filme alarak ilk Japon filmi (Akağaçlar Altında Gezinti, 1902) gerçekleştirdi. 1905 yılında Tokyo'da ikinci bir stüdyo açıldı. Aynı yıl ile Bokserler Savaşı sırasında çekilen belge filmleri halka gösterildi. 1903 yılında Tokyo'da ilk sinema salonu (Denki Kan) hizmete girdi (Tokyo'nun yalnızca film gösteren ilk büyük sineması Saifukan ise 1910'da açılacaktı). Film gösterimi sırasında, perdenin önündeki bir yorumcunun ara yazıları da okuyarak, müzik eşliğinde açıklamalar yapması yaygınlık kazandı. "Benshi" (konuşan adam) adı verilen bu yorumcular, ileride sesli sinemaya karşı çıkacaklar, seyircinin benshi'leri dinlemek için salonları doldurduğunu öne süreceklerdi. Dahası, sesli sinemanın yaygınlaşmasından sonra (1935) bile, kimi benshi'ler çalışmayı sürdürecekti. Japon sineması başlangıçta, hep kabuki, (Batı tiyatrosu) ya da (çağdaşlaştırılmış kabuki) gibi tiyatro türlerinden beslendi. Kabuki oyuncularının, tiyatronun geleceği için tehlikeli rakip saydıkları sinemada rol almamaya karar vermeleri bir dönüm noktası oldu. Çünkü bu karar, salonların Amerikan ve Fransız filmleriyle dolması sonucunu doğurdu. 1912 yılında ise ilk büyük yapımevi olan Nikkatsu (Hareketli Resimler) kuruldu. Kovboyları, gangsterleri, geleneklerle bağdaşmayan ilişkileri perdeye getiren yabancı filmleri denetlemek ve yerli yapımı desteklemek için Eğitim Bakanlığı bir yönetmelik çıkardı. Ama bu kez de kadın oyuncu sorunu geldi gündeme. Japon tiyatrosunda kadın rollerini de erkekler oynuyor, bu oyunculara ya da adı veriliyordu. Sinemada kadın rollerinin en ünlü erkek oyuncusu, yönetmenlik de yapan Teinosuke Kinugasa (Shikabane / Canlı Cenaze, 1917) idi. Harumi Hanayagi (Shinzan No Otome De Norimasa Kaeriyama (Dağ Eteklerinin Kızı, 1919) ile henüz 15 yaşındaki Yaeko Mizutani'nin (Kantsubaki / Kış Kamelyası, 1920) bu geleneği yıkarak, sinemanın ilk gerçek kadın oyuncuları olmaları büyük bir yenilik sayıldı. Kısa süren etkinliği boyunca önemli filmler üreten Kensaku Suzuki, Tabi On Onna Geinin (Kadın Sanatçının Yolculuğu, 1923) adlı filminde uzun çabaların ardından birleştikten sonra yeniden yolları ayrılan iki sevgilinin öyküsünü işledi. 1 Eylül 1923'te meydana gelen ve 100 bin kişinin ölümüne yol açan, "büyük Kanto depremi" Tokyo ve çevresini neredeyse yerle bir ederken, stüdyoları da yıktı. Böylece yerli üretimin durması sinemaları bir kez daha Amerikan ve Avrupa filmlerinin doldurmasına yol açtı. Genç yönetmenler Mumau, Lubitsch, Lang vb gibi batılı yönetmenlerin filmlerini de görmek olanağını buldular. + Batının Japon sinemasını keşfetmesi Akira Kurosava'nın yönettiği 'un 1951 yılı Venedik Film Festivali'nde Altın Aslan Ödülü'nü kazanması, Japon sinemasının Batı ülkelerince "keşfinin" de başlangıç tarihini oluşturur. Bu filmden önce 1938 yılında Venedik Film Festivali'nde ödüllendirilen Tomotaka Tasaka'nın yönettiği (1938) dikkat çekmiş ve 1939'da Venedik Film Festivali'nde ödül kazanan Tomu Uchida'nın yönettiği ve kırsal kesimin yaşam koşullarını konu edinen (1939) de büyük ilgi görmüştü. Fakat Japon sinemasının gündeme gelmesini sağlayan film Raşomon oldu. + İkinci Dünya Savaşı öncesi Japon Sineması İkinci Dünya Savaşı öncesinin milliyetçi politikalarına Yutaka Abe ve Kajirō Yamamoto gibi önemli yönetmenler filmleriyle destek vermiş olsa da Tomu Uchida’nın yönettiği (1939) savaş karşıtı filmler de bulunmaktadır. Savaş öncesi yıllarının en önemli örnekleri arasında (1941) ile (1942), yalnızca kadın oyunculara yer veren (1938) ve bir judo oyuncusunun yaşamını konu edinen (1944) yer alır. İkinci Dünya Savaşı sonrası Japon sineması Japonya Amerikan birliklerince işgal edildikten sonra Japon sineması sıkı bir denetim altına alındı. Sinemayı militarist anlayıştan ve Ortaçağ konulu filmlerden temizleyerek "demokratikleştirmeye" karar veren Amerikalılar, depolarda buldukları 554 filmi denetleyip, bunların 225'ini Tokyo yakınındaki Tamagawa Irmağı'nın ağzında yaktılar. Bu benzersiz "filmkırımı" sırasında Kurosawa'nın ilk filmi (1944) ateşe verildi. 1945'te Japonya II.Dünya Savaşı'nda yenildi, Japonya'nın SCAP (Müttefik Kuvvetler Yüksek Komutanı) tarafından yönetilmesi başladı. Japonya'da üretilen filmler, GHQ'nun alt kuruluşu CIE (Civil Information Educational Section, 民間 情報 教育局) tarafından yönetiliyordu. Bu yönetim sistemi 1952'ye kadar sürdü ve Japon film dünyasında ilk kez yabancı bir kurum tarafından yönetim ve kontrol uygulandı. Planlama ve senaryo yazma aşamalarında İngilizceye çevrildi, sadece CIE tarafından onaylanan filmler üretildi. Örneğin, Akira Kurosawa'nın “Akatsuki no Dassō” (1950), başrolünde Yoshiko Yamaguchi'nin oynadığı Koreli bir askeri konfor kadınını tasvir eden bir çalışmaydı, ancak düzinelerce CIE sansürü ile orijinal bir çalışma haline geldi. [32] Tamamlanan film, bir CCD (Sivil Sansür Müfrezesi) tarafından ikinci kez sansürlendi. Sansür, geçmiş film çalışmalarına da geriye dönük olarak uygulandı. [33] Japonya, savaş zamanı hükûmeti tarafından yasaklanan on yıldan fazla Amerikan animasyonuna maruz kaldı. Dahası, işgal politikasının bir parçası olarak, savaş sorumluluğu meselesi film endüstrisine yayıldı ve savaş sırasında film yapımında savaş kooperatiflerinin yasaklanması sesleri dile getirilince, 1947'de Nagamasa Kawakita, Kanichi Negishi, Shiro Kido, bu tür yüksek devinimli filmlere karışan kişi sürgüne gönderildi. Bununla birlikte, diğer tür arayışlarında olduğu gibi, film endüstrisinde savaş için sorumluluk pozisyonu belirsiz bir şekilde ele alındı ​​ve yukarıdaki önlemler 1950'de kaldırıldı. Savaştan sonra yayınlanan ilk film Yasushi Sasaki'nin 1945 tarihli “Soyokaze” (そ よ か ぜ) ve Michiko Namiki'nin “Ringo no Uta” adlı tema şarkısı büyük bir hit oldu. 1945'te CIE'den David Conde tarafından yayımlanan yapım yasağı listesinde milliyetçilik, vatanseverlik, intihar ve katliam, vahşi şiddet filmleri vb. Yasak maddeler haline geldi ve tarihi dram üretimini neredeyse imkansız hale getirdi. Sonuç olarak, tarihi dramayı işleri olarak kullanan aktörler çağdaş dramada göründü. Buna Chiezō Kataoka'nın "Bannai Tarao" (1946), Tsumasaburō Bandō'nin "Yırtık Davul (破 れ 太 鼓)" (1949), Hiroshi Inagaki'nin "El Ele Tutan Çocuk (手 を つ な ぐ 子 等)" ve Daisuke Itō'nin "Kral (王 将) ”. Erken Dönem Yönetmenleri Kenji Mizoguchi [[Dosya:Ugetsu_monogatari_poster.jpg|küçükresim|Kenji Mizoguchi'nin başyapıtı olarak kabul edilen Yağmurdan Sonraki Soluk Ayın Öykülerinin posteri]] (1898-1956) Japon sinemasının ulusal geleneklere öncelik tanıyan yönetmenlerinin en önemlisi sayılır. Kabuki tiyatrosundan etkilenen ve Hollywood'un çok kullandığı yakın planlara hiç yer vermemisyle tanınır. Yönetmen gelenekle yenileşme arasındaki çatışmayı ve ezilen kişilerin sessiz öfkesini konu edinir. (1936) Japonya'da kadının konumu, (1936) de biri geleneklere göre yetiştirilmiş, biri çağdaş yaklaşımlı iki kızkardeş arasındaki çatışmayı, (1947) kadın özgürlüğü hareketinin öncülüğünü yapan kadın oyuncu Sumako Matsui'nin yaşamını, Venedik Film Festivali'nde Gümüş Aslan kazanan (1952) soylu bir kişiyle (Toshiro Mifune) sevişirken yakalanan bir samuray kızının (Kinuyo Tanaka) kırsal kesime sürgün edilmesini ve burada genelevde çalışmak zorunda kalmasını, (1953) 16. yüzyıldaki iç savaş sırasında samuray olmak için karısını terk eden köylü, geri döndüğünde karısını genelevde bulmasını, (1954) geleneksel Japon resmini (emakimono), (1954) 17. yüzyılda soylu bir kadının kuralları hiçe sayarak daha alt sınıftan bir erkekle yasak aşk yaşamasını, (1955) imparatorun bir halk kızını sevmesini, (1955) dinsel çatışmaları, (1956) çocuk yaştaki kızların da çalıştığı Tokyo genelevlerinde yaşamı konu edinir. + Teinosuke Kinugasa [[Dosya:Jigokumon_poster.jpg|küçükresim|Cannes Film Festivali'nde Altın Palmiye kazanan ]] (1896-1982) eski kuşağın en önemli yönetmenlerinden biridir. Kinugasa sinemaya kadın rolleri oynayan oyuncu (oyama) olarak girdikten sonra (1928) adlı filmini Avrupa'da gösterip, Batılı seyircinin ilk kez bir Japon filmi görmesini sağladı. Alman dışavurumculuğunun ve Sovyet kurgu anlayışının etkisindeki (1926) dışavurumcu öğelerden yararlanarak akıl hastanesinde geçen bir hikayeyi, Futatsu Na Tora (Taş Fenerler, 1933), (1952) ve Cannes Film Festivali'nde Altın Palmiye kazanan (1953) ise tarihsel bir hikayeyi konu edinir. + Tomu Uchida (1898-1970) da aynı kuşağın önde gelen yönetmenleri arasında yer alır. Uchida, tiyatro oyunculuğu yaptıktan sonra, yenilikçi bir sinema anlatımı doğrultusundaki çalışması olan (1939) gibi filmlerle Japonya gerçekliğini eleştirel bir gözden perdeye aktarmak isteyen genç yönetmenler için yol gösterici olmuştur. + Yasujirō Ozu [[Dosya:Yasujiro Ozu cropped.jpg|küçükresim|Yasujiro Ozu Amerikan yönetmenlerinin anlatım biçiminden uzaklaşarak kendine özgü bir biçem oluşturmuştur.]] [[Dosya:Tokyo_monogatari_poster.jpg|küçükresim|Tokyo Hikayesi Yasujiro Ozu'nun en önemli yapıtlarından olarak kabul edilir.]] (1903-1963) Japon sinemasının en gelenekçi yönetmenlerinden biri olarak görülür. (1932) burjuva ahlak anlayışının çelişkilerini; (1933), (1934), (1936), (1941) ve (1942) ise aile içi ilişkileri konu edinir. (1947) babasını aramak için büyük bir şehirde yalnızca sokaklları gezen bir çocuğun öyküsünü ve (1948) çocuğunu doyurmak için genelevde çalışmak zorunda kalan bir kadının hüzünlü öyküsünü, (1949) babasını kırmamak için evlenen bir genç kızın öyküsünü, (1952) karı-koca uyumsuzluğunu ve yönetmenin en önemli yapıtlarından biri olan (1953) ise üç kuşak arasındaki anlayış ayrılıklarını gündeme getirir. (1956), (1957), (1958), (1960) ile (1962) ise insanın dünyadaki konumunu ele alırkan doğaya önemli bir rol veren hüzünlü filmlerdir. + Heinosuke Gosho (1902-1981) iktisat öğrenimi gördükten sonra yönetmen yardımcısı olarak sinema dünyasına girdi. (1953) Tokyo'nun yoksul kenar mahallelerindeki yaşamı, (1954) paranın insanları nasıl birbirine düşürebileceğini, Ichiyo Higuchi'den uyarladığı geyşa olmaya yazgılı bir genç kızın öyküsünü, (1957), bir genç kızın özgürlük özlemlerini ve (1965) ise yenilikler peşinde koşma isteğini konu edindi. + Mikio Naruse [[Dosya:Fufu_(1953).jpg|küçükresim|Karı Koca Mikio Naruse'nin aile uyumsuzluğu üstüne 1953 filmi]] (1905-1969) filmlerinde genellikle insan hayatının anlamsızlığını ve düş kırkıklıklarının kaçınılmazlığını konu edinir. (1935) bir duygusal güldürü hikayesini, Fumiko Hayashi'den uyarlanan (1951) aksak bir evliliği, (1952) üvey kardeşler arasındaki ilişkiyi, (1954) dört yaşlı geyşanın yaşamlarını, (1955) umarsız bir aşk ilişkisini, (1962) bir yazarın dünyasını, (1953) kızkardeşini okutabilmek için bir genelevde çalışan bir kızın öyküsünü, (1952) Tokyo'nun yoksul mahallelerinde çocuklarıyla birlikte yaşayan dul bir kadının dramını ve (1953) ise eşler arasındaki uyumsuzluğu konu edinir. + Keisuke Kinoshita (1912-1998) kabukiden etkilenen bir yönetmendir. (1951) köyüne dönen bir striptizcinin öyküsünü, (1953) çocuklarının terk ettiği yaşlı bir kadının çilesini, (1954) köy öğretmeni ve öğrencilerinin zorluklarını, (1957) genç bir deniz feneri bekçisinin geçirdiği izole hayatını ve Shichirō Fukazawa'dan uyarlanan (1958) ise Japonya'nın ırak bir bölgesinde 70 yaşına gelenlerin dağa ölüme terk edilme geleneğini konu edinir. + Kozaburo Yoshimura (1911-2000) özellikle savaştan sonraki çalışmalarında savaşın yol açtığı toplumsal sarsıntıları ve insan davranışlarının yozlaşmasını ele aldı. (1947) savaşın yıkıma uğrattığı köklü bir ailenin bireylerin hikayesini konu edindi. Akira Kurosava [[Dosya:No_regret_for_out_youth.jpg|küçükresim|Gençliğime Yanmıyorum]] [[Dosya:Rashomon_poster_2.jpg|küçükresim|Rashomon]] [[Dosya:Seven_Samurai_Yedi_Samuray_afiş.jpg|küçükresim|Yedi Samuray]] küçükresim|Gizli Kale [[Dosya:Kagemuşa.jpg|küçükresim|Gölge Samuray]] Japon sinemasının Batı'da tanınmasını sağladığı için adı Japon sinemasıyla özdeşleşen Akira Kurosawa (1910-1988) toplumsal ve bireysel çelişkileri, şiddetin eksik olmadığı ve adaletsiz bir toplum düzeninin egemen olduğu bir Japonya'dan perdeye getirerek akıcı anlatımı ve kahramanlarının iç dünyasını yansıtmadaki ustalığıyla Japon sinemasının en "Batılı" yönetmeni sayılır. + Raşomon öncesi (1943) ve (1945) filmleri yönettikten sonra (1946) casuslukla suçlanan ve cezaevinde ölen sevgilisinin fikirlerine bağlı kalmakta direnen bir kadının öyküsünü, (1948) verem hastası bir haydutla alkolik doktoru arasındaki ilişki üzerinden kişisel yükümlülük ve vicdan arasındaki çelişkileri, (1949) hastasından mikrop kapan bir doktorun öyküsünü ve (1949) ise çalınan tabancasının peşine düşen bir polisin hikayesinden yola çıkarak Japon adalet sistemindeki aksaklıkları konu edindi. Rashomon Sözcük anlamı olarak "Tanrı Rasho'nun kapısı" anlamına gelen ve Akutagawa'nın iki öyküsünün birleştirilmesiyle ortaya çıkan film, Japonya'da Heian döneminde (9. yüzyıl) geçen bir tecavüz ve cinayetin dört kişinin ağzından, dört ayrı biçimde aktarır. Bir cinayetin perde arkasını aydınlatmayı amaçlayan Rashomon (1950), alışılmadık anlatım biçimiyle dramatik bir gerilim yaratıştır. Başlangıçta toplumsal içerikten yoksun olduğu gerekçesiyle Japonya'da film soğuk karşılanmıştı. Buna karşılık Batı'da önce Venedik Film Festivali'nde sonra da Amerika'da olağanüstü bir ilgi uyandırmış ve Altın Aslan ve En İyi Yabancı Film Oscar'ına layık görülmüştü. Haydut (Toshiro Mifune), ormanda karşılaştığı samurayla (Masayuki Mori) karısını (Machiko Kyo) görünce aklını yitirdiği ve samurayı ağaca bağlayıp karısına tecavüz ettiğini söyler. Utancına tanıklık eden iki erkekten birinin ortadan kaldırılmasını isteyen kadının önerisi üzerine haydutla samuray düello eder. Samuray düello sırasında yaşamını kaybeder. Kadın kocasını kendisinin öldürdüğünü öne sürer. Kadının anlattığına göre kendisini aşağıladığı için kocasını öldüren kadın intihar etmek istemiş ama bayıldığı için başaramamıştır. Ölen samurayın ruhuyla konuşan bir medyum ise samurayın karısının tecavüzü sonrasında namusunu temizlemek için kendisinin intihar ettiğini söyler. Olaya tanık olan bir oduncu (Takashi Shimura) olayı bambaşka bir biçimde aktarmaktadır. + Yedi Samuray Venedik Film Festivali'nde Gümüş Aslan kazanan ve Western sinemasıyla ortak özellikler taşısa da Japon kültürünün derinliğini ve simgelerini içeren (1954) Kurosava'nın uluslararası ününü artıran bir film oldu. 16. yüzyıl Japonya'sında bir köyün eşkıya saldırılarından korunmak amacıyla yedi samurayın köy için çalışmaya başlar. Saldırı boyunca aralarında uyuşmazlıklar yaşansa da, köylülerle ve samuraylar eşkiyaları bozguna uğratırlar. Fakat bu çatışma samuraylardan dördünün hayatını kaybetmesiyle sonuçlanır. Toshiro Mifune'nin yarım akıllı bir samurayı canlandırdığı film hızlı bir kurgu ve sıçramalı kesme tekniğiyle ortaya çıkan alışılmadık hareketlilik Japon sinemasında bir dönüm noktası olarak görülür. Diğer filmleri Dostoyevski'nin Budala'sından uyarlanan (1951) Hokkaido'ya taşıdığı Dostoyevski kahramanlarının iç dünyalarını ve Berlin Film Festivali'nde Gümüş Ayı Ödülü kazanan (1952) ölümün eşiğindeki yaşlı bir memurun (Takashi Shimura) kendisiyle hesaplaşmasını konu edindi. (1954) atom bombası korkusu yüzünden aklını oynatan bir erkeğin öyküsünü, Japon No tiyatrosunun geleneklerinden yararlanan ve sinemadaki en iyi Macbeth uyarlaması sayılan (1957) Orta Çağ Japonya'sına taşınan Lady Macbeth'in hikayesini, Maksim Gorki'den uyarlanan (1957) yaşamanın değeri kalmayınca ölümün de anlamını yitirmesini ve (1970) büyük bir kentte boş gezenlerin dünyasını konu edinir. (1958), (1961) ve (1962) şiddetin egemen olduğu bir topluma gülünebileceğini vurguladı. Vladimir Arsenyev'in anılarından uyarlanan (1975) uçsuz bucaksız Asya steplerinde incelemeler yapan bir araştırmacı ile rehberi arasındaki ilişki üzerinden insanın doğayla bütünleştiği oranda kendi varlığının anlamını anlayacağı fikrini vurgular. Japonya'da o tarihe dek çekilen en büyük bütçeli film olan (altı buçuk milyon dolar) (1980), Francis Ford Coppola ile George Lucas'ın aracılığı üzerine, 20th Century-Fox Yapımevi tarafından gerçekleştirildi. 16. yüzyıl sonunda geçen film, bir derebeyine benzediği için hayatı bağışlanan bir hırsızın başına gelenleri anlatır. Derebeyi savaşta yaralanıp ölünce, ölüm halktan saklanır ve hırsız derebeyinin yerine geçirilir, onun gölgesi (Kagemusha) olur. Yeni derebeyi görevini gittikçe daha başarılı bir biçimde gerçekleştirirken gerçek ortaya çıkar. Gerçek olaylardan yola çıkarak, 1575'te yapılan Nagashino savaşında Takeda kabilesinin yok oluşunu aktaran Kagemusha, Western sinemasının öğeleriyle, Japon sinemasının geleneklerini ustaca kaynaştırır. Özellikle, kabilenin yok oluşunu akılcı bir biçimde veren çarpıcı savaş sahneleriyle dikkati çeken film, Cannes Film Festivali'nde Altın Palmiye ile ödüllendirildi. Bu filmin ardından Kurosava bir kez daha Shakespeare'e dönerek (1985) çekti. Kral Lear'in üç kızını, Ortaçağ Japonya'sında derebeyi Hidetora'nın üç oğluna dönüştüren Kurosava bir kez daha görüntülerinin güzelliği ve anlatımının dramatik gücüyle Batılı seyirciyi de etkiledi. Yönetmenin yapıtını etkileyen Japon tarihi ve kültürü, yaşamın anlamı, görev duygusu ve özyaşam anıları gibi öğeler, Kurosava'nın son filmlerinde sanki daha bilgece bir yaklaşımla ele alınır. Yönetmenin düşlerinden esinlenen (1990) özlemlerle gerçeklerin çarpıcı bölümlerini, (1991) Nagasaki'ye atılan atom bombasının öldüremediği yaşlı bir kadınla ailesinin öyküsünü ve yönetmenin son filmi (1993) ise yazar Hyakken Uchida'ya saygı gösterip Kurosava'nın ahlak anlayışını, dünya görüşünü konu edinir. Kurosava'nın, ezilenlerin, yoksulların yanında yer alan, samurayların ahlak anlayışını ve geçmişin askeri değerlere öncelik tanıyan siyasal ve kültürel yapısını eleştiren filmleri, büyük bir şiddete yer vermelerine karşın şiddetin bir yaşam biçimine dönüştüğü bir dünyada, açlığa, baskıya karşı koyabilen karakterler içerirler. + Japon Yeni Dalgası Sanayileşmeyle gelen tüketim kültürünün sonucu olarak 1960'larda ortaya çıkan aynı zamanda yazar (ve politikacı) Shintaro Ishihara'nın başlattığı Taiyozoku akımından (güneş kabilesi) da etkilendi. + Nagisa Ōshima Japon Yeni Dalgası akımının en önemli temsilcisi sayılır. (1959) Kawasaki şehrinde aşkın ve umudun nasıl dışlandığını, (1960) öfkelerini yasaları çiğneyerek açığa vuran gençlerin öyküsünü, (1960) Japon-Amerikan güvenlik sözleşmesinin yenilenmesine karşı gösteriler yapıldığı zamandaki sol muhalefetin başarısızlığını, (1967) üniversite sınavı için Tokyo'ya gelen taşralı bir öğrenci topluluğunun içinde yüzdüğü boşluğu, (1967) kendisini öldürmeyi kabul edecek birini araya bir erkekte aşkı bulduğunu sanan kadının hikayesini, (1968) tecavüz ettiği iki kızı öldüren ve pişman olduğunu belirten Koreli bir öğrencinin cinayetten beş yıl sonra idam edilişini, (1968) Tokyo'nun kenar mahallelerinden birinde kitap hırsızlığı yapan bir öğrenci ile kız arkadaşının serüvenini, (1969) para kazanmak için kendini arabanın altına atıp, kazaya uğradığı süsü veren çocuğun öyküsünü, (1971) varlıklı bir kırsal kesim ailesinin İkinci Dünya Savaşı'nı izleyen yıllar boyunca yaşadıklarını, (1972) genç bir kızın, kardeşi olduğunu iddia eden bir kişiyle tanışmak için gittiği Okinawa Adası'nda yaşadıklarını konu edinir. Yirmi sevişme sahnesine yer veren (1976) erotizmin sınırlarını görülmedik bir biçimde zorlayarak eski bir geyşanın (Eiko Matsuda), çalıştığı lokantanın evli sahibini (Tatsuya Fuji) baştan çıkarmasını konu edinir. Cannes Film Festivali'nde En İyi Yönetmen ödülü kazandıran (1978) Duyu İmparatorluğunda olduğu gibi yaşadıkları tutkunun ilk başta yalnızlığın ardından da ölüme sürükleyen iki sevgilinin hikayesini konu edinir. Bu filmde göz ardı eden sevgililer sesini dinlerler. (1983) savaşla aşkın ve suçsuzlukla suçluluğun arasındaki ilişkiyi, (1986) Paris'te görevli İngiliz diplomatın (Anthony Higgins) karısının (Charlotte Rampling) bir şempanze ile yaşadığı aşkı konu edinir. (1999) ise Şogun dönemi Japonya'sında samurayların yetiştirilmesini, eşcinselliği ve sanayileşme ve batılılaşma döneminde yaşamanın zorluklarını konu edinir. + Shōhei Imamura savaş sonrasının çalkantılarının yaşandığı bir siyasal ve kültürel ortamda sinemacılığa atıldı. Japon toplum yapısının aşağıladığı kadınların başkaldırısını gündeme getiren filmlerin yönetmeni olarak, Imamura Japon sinema tarihinde özgün bir yere sahiptir. (1958) gezginci bir oyuncu topluluğunun öyküsünü, (1959) kömür ocaklarında çalışan yoksul madencilerin yaşamını, (1967) Japonya'nın büyük kentlerinde o yıllarda sık sık rastlanan bir "kaybolma" olayını, (1964) kendisine tecavüz eden erkeği sevmeye başlayan evli bir köylü kadının öyküsünü ve (1966) her türlü porno malzemesi satan ve bunu topluma hizmet amacıyla yaptığına inanan orta yaşlı bir erkeğin öyküsünü konu edinir. Yönetmenin Japonya'nın ABD ile ilişkisini eleştiren filmleri (1961) bir Amerikan deniz üssü yakınında çalışan bir hayat kadını (Jitsuko Yoshimura) ile pezevenginin öyküsünü, (1963) hayatta kalabilmek için bedenini satan bir "böcek kadın" üzerinden ekonomik çıkarları uğruna ruhunu ABD'ye satan Japonya'nın savaş sonrasının yozlaşmasını, , ülkenin geri kalanı gibi sanayileşmerek yozlaşmayan ülkeyin güneyindeki adalarda doğa ile başbaşa yaşayan insanları üzerinden yönetmene göre yapay bir demokrasi kavramına sığınmış olan sanayileşmiş Japonya'yı ve (1970) ise Amerikalı askerlerle fuhuş yaparak geçimini sağlamış olan bir kadının savaş sonrası yirmi beş yıl boyunca yaşadıklarını konu edindi. Bu politika mesajlarıyla yüklü olan filmlerden sonra (1979) gerçek bir olaydan yola çıkarak cinayet işlemeyi alışkanlık haline getiren bir katilin öyküsünü, Cannes Film Festivali'nde Altın Palmiye kazanan (1983) Shichiro Fukozawa'nın ünlü eserini, (1987) Meiji döneminde hayat kadını çalıştıran ve bu işi imparatora ve vatana hizmet etmek için yaptığına inanan bir pezevengin öyküsünü, Cannes Film Festivali'nde Teknik Başarı ödülünü kazanan (1989) gelinlik çağındaki bir genç kızın gözünden atom bombasının yol açtığı yıkımını, Akira Yoshimuro'nun yapıtından uyarlan ve Cannes Film Festivali'nde Altın Palmiye kazanan (1997) aşığıyla yakaladığı karısını öldüren bir balıkçının sekiz yıl boyunca yalnızca bir yılan balığı ile dostluk eden balıkçının öyküsünü, ve (2001) ise Tokyo sokaklarını arşınlayarak iş arayan iflas etmiş bir iş adamının (Koji Yakusho), altın bir Buda heykelinin peşine düştüğünde karşısına çıkan bir genç kızla serüvenini konu edinir. Çağdaş Dönem + Kon Ichikawa (1956) ile Japonya dışında üne kavuşan yönetmenin sinemadan önce karikatür çizmiş olması yüzünden güldürüye yatkınlığıyla tanınır. Sık sık edebiyat uyarlamalarını deneyen yönetmenin en büyük özelliği sanatsallıktan vazgeçmeden geniş seyirci kitlelerinin ilgisini çekmeyi başarmış olmasıdır. Michio Takeyama'nın romanından uyarlanan ve Venedik Film Festivali'nde San Giorgio Ödülü kazanan (1956) savaş alanındaki ölüleri teker teker gömen bir adamın savaşa bireysel karşı çıkışını, Yukio Mishima'nın romanından uyarladığı (1958) yaşamın ve insanların adiliğini tapınağın kusursuz güzelliğiyle karşılaştırmasından sonra tapınağı yakıp intihar eden bir rahip adayının hikayesini, Shohei Ooka'nın romanından uyarlanan (1959) İkinci Dünya Savaşı'nın sonunda Filipinler'de gerillalar tarafından sıkıştırılan Japon askerlerinin yaşadıklarını, Jun'ichirō Tanizaki'den uyarlanan (1959) genç karısı için cinselliği artırıcı ilaçlar kullanıp sonuç alamayan yaşlı bir erkeğin kızının sevgilisinden karısıyla sevişmesini istemesini, (1963) kimliğini arayan bir oyuncunun öyküsünü, (1965) Tokyo Olimpiyatları'ndaki sporcuların ve seyircilerin öykülerini, (1981) ve (2000) ise bir samurayın bir kasabanın çıkarcı yöneticileriyle baş etmesini konu edindi. + Masaki Kobayashi felsefe öğrenimi gördükten sonra iki melodramla yönetmenliğe başladı. (1952), (1953), (1954) savaş suçluları konusunu gündeme getiriyor, ancak küçük suçluların yakalandığını büyük suçlulara ise dokunulamadığını vurguluyordu. Film, ABD'nin tepkisinden çekinildiği için, yıllarca gösterime giremedi. Kobayashi aynı sorgulamayı başyapıtı sayılan (1959-61) ana başlığını taşıyan üçlemesinde sürdürdü. Çin savaşına katılmış olan yazar Junpei Gomikawa'nın yapıtından sinemaya aktarılan üçleme, savaş karşıtı destansı bir filmdir. Film savaşa katılan idealist Kaji'nin (Tatsuya Nakadai) Mançurya bozgununu yaşamasını, Sovyetler'in eline tutsak düşmesini ve Sibirya steplerinde can vermesini konu edinir. Cannes Film Festivali'nde Jüri Özel Ödülü alan ve Yasuhiko Takiguchi'nin yapıtından uyarlanan (1963) samurayların "bushido" otorite ve onur kavramlarını, (1967) bir samurayın hüzünlü aşkını, Cannes Film Festivali'nde Jüri Özel Ödülü alan (1964) gerçeküstücü bir korku ortamında geçen dört öyküsünü, (1975) kanser olduğunu öğrenince kendisiyle hesaplaşıp iktidar kavramını sorgulayan bir sanayicinin öyküsünü, (1983) savaş suçlularının yargılanmasını ve (1985) ise savaş sonrası koşulları ve toplumdaki aksaklıkları konu edindi. + Tadashi Imai 'nin Romain Rolland'dan uyarladığı (1951) savaşın sonuçlarının ağırlığı altında ezilen iki gencin hüzünlü aşk öyküsünü, Hiroshi Masaki'nin romanından uyarlanan (1956) grev sırasında polisin işçilere karşı uyguladığı acımasız yöntemleri, bir ihanet ve bağışlama öyküsünü ve (1976) toplumun ezilen katmanlarını konu edinmiştir. + Kaneto Shindo Yoshimura için senaryolar yazdıktan, Mizoguchi'nin yardımcılığını yaptıktan sonra (1951) ile yönetmenliğe' başladı. 1952 yılında Öğretmenler Sendikası'nın desteğiyle yönettiği atom bombasının atılmasından yedi yıl sonra Hiroşima'ya gelen bir kadın öğretmenin izlenimlerini, geride kalan sakat çocukları, doğurganlıklarını yitirmiş kadınları, radyasyondan etkilenmiş insanların eşliğinde atom bombasının dehşetini, (1953) ile (1954) bir kadın kahramanın toplumsal sorunlara göğüs gerişini, en başarılı filmi olan (1960) bir köylü ailesinin kendilerinden her şeyi esirgeyen doğaya karşı yürüttüğü amansız mücadeleyi, erotizmin öne çıktığı (1964) erotizmle kadın katiller arasındaki ilişkiyi ve (1967) ise cinsellikle hayat arasındaki ilişkiyi konu edindi. + Hideo Sekigawa atom bombasının yol açtığı yıkımı ele alan ve ABD'yi eleştiren siyasal içerikli filmlerin en önemli temsilcilerinden biridir. Öğretmenler Sendikası'nın desteğiyle çektiği (1953) atom bombasının atıldığı günün dehşetini olanca çarpıcılığıyla verir. Sinemaya belgeselci olarak başlayan ama yıllar geçtikçe solcu dünya görüşüne uygun filmler çekmeye başlayan yönetmen, (1950) savaş sırasında tutulan güncelere dayanarak silah altına alınan öğrencilerin uğradığı kıyımı konu edindi. + Takeshi Kitano küçükresim|Takeshi Kitano bir arkadaşıyla birlikte oluşturduğu The Two Beats adlı çiftin Japonya'da en sevilen güldürü programı olması nedeniyle "Beat Takeshi" diye de anılan yönetmenin (1989) suskun ama sırası geldiğinde yumruklarını kullanmaktan çekinmeyen sevimli bir anti-kahramanın hikayesini, (1990) bir çeteyle mücadele etmek zorunda kalan çelimsiz bir otomobil tamircisinin öyküsünü, (1991) kendi kendine sörf yapmayı öğrenmeye kalkışan sağır bir çöpçünün öyküsünü, (1993), yaşadığı ortamda aradığını bulamadığı için intihara karar veren bir "tetikçinin" yaşamının son haftasını, (1995) televizyonun etkisiyle cinsel fanteziler geliştiren beceriksiz bir çapkın adayının serüvenini, (1996) öğrenimini yarım bırakan çocukların durumu, Venedik Film Festivali'nde Altın Aslan (1997) dul bir kadına yardım edebilmek ve hasta karısını son bir kez Fuji Dağı'na götürebilmek için banka soyan eski bir polisi, (1999) annesini arayan on yaşlarında duyarlı bir çocuğun maceralı yolculuğunu, (2000) Tokyo'daki bir çatışmada bütün ailesi ölen bir gangsterin kardeşini bulmak için Los Angeles'e gitmesini ve burada uyuşturucu mafyasına katılmasını ve (2002) ise üç ayrı aşk ilişkisini konu edindi. + Hiroshi Teshigahara Tokyo Üniversitesi'nde sanat tarihi okurken gerçeküstücü Seiki no Kai topluluğuna katıldı. Kendi olanaklarıyla sinema çalışmaları sürdürdü. Yönetmenin (1961) sendikacılık çatışmasında öldürülen bir madenciyle oğlunun dünyaya hayalet olarak dönemesini, Cannes Film Festivali'nde Jüri Özel Ödülü kazanan (1963) tutsağı olduğu bir "kum kadınla" birlikte yaşayan bir böcek uzmanının hikayesini, (1965) yüzü yanan bir mühendisin bir cerraha yeni bir yüz yaptırmasını, (1968) gizemli siyasal çatışmaların yaşandığı bir kentte kaybolan bir adamı, (1984) Katalan mimar Gaudi'nin yapıtlarını ve (1989) ise çayın Japon kültüründeki yerini konu edindi. + Yoshishige Yoshida Fransız edebiyatı öğrenimi gördükten sonra sinemaya girdi. Yönetmenin (1962) savaş sonrası Japonya'sında yaşanan düş kırıklıklarını, (1969) erotizmin politika ile karşılaştırmasını, (1970) Kore Savaşı, ABD-Japonya Antlaşması, bu antlaşmanın yenilenmemesi için 1960'ta yapılan gösterileri, (1973) gerçeklerle özlemler arasındaki çelişkiyi, (1985) yaşlı bir kadının ölü olarak bulunmasını ve (2002) ise üç kuşağın yaşadıkları konusunda aralarında yaptıkları sohbeti konu edindi. + Masahiro Shinoda edebiyat ve estetik öğrenimi gördükten sonra yönetmen yardımcısı olarak sinemaya adım attı. Shintaro Ishihara'nın romanından uyarladığı (1964) bir kentin ayak takımı arasına karışan soylu ve güzel bir kadının öyküsünü, (1964) bir cinayet hikayesini, (1969) kuklacılar arasında yaşayan bir geyşanın umutsuz aşkını, (1977) ve Berlin Film Festivali'nde Altın Ayı kazanan (1997) ise Kobe depremini konu edindi. + Seijun Suzuki şiddete de yer veren erotik filmlerin yönetmeni olarak tanındı. Melodramdan gangster filmine uzanan geniş bir konu yelpazesini kapsayan filmleri Japon kültürüyle çelişen içeriği nedeniyle ülkenin aydın kesiminin ilgisini çekti. (1963) gangster filmlerinin sıradanlığını, (1954) cinselliğin pervasızlığını, (1966) gangster filmlerinin eleştirisini, (1966) 1930'ların okullarında cinselliğin bir baskı aracı olarak kullanılmasını, Japon toplumundaki kuralcılığı ve (1981) ise bir çiftin intihar hikayesini ele aldı. + Shūji Terayama şair, yazar, tiyatrocu ve boksör kimliklerinin yanı sıra senaryo yazarlığı yaptıktan sonra, kurduğu Tenjo Sajiki adlı gezici tiyatro topluluğunun oyuncularıyla deneysel kısa filmler çekti. (1969) çocukların büyüklerin baskılarına direnişini, (1971) kimlik yokluğu ve Japon topmlumunun homojenliğini, (1974) çocuk-anne ilişkisini ve çocukluk korkularını ve (1981) ise Japon kırsal kesiminin yok oluşunu konu edinir. + Kōji Wakamatsu 1960'larda yaygınlaşan erotik filmlerin (pinkeiga) en önemli yönetmenidir. Filmleri pornografi sınırlarına girmekten de kaçınmayarak nihilist bir felsefeyi perdeye getirir. (1965) şiddet ve cinselliğin arasındaki ilişkiyi, (1972) Japonya'da kadınlara ve erkeklere uygulanan şiddet ve işkenceyi, (1992) borcunu ödeyebilmek için cinayet işleyen bir erkekle kapatıldığı odada duvara bağlı bir kadının öyküsünü ve (2007) ise Japon solcu haraketlerini ele aldı. + Yasuzō Masumura Roma'daki Centro Sperimentale'de sinema öğrenimi gördükten ve Carmine Gallone'nin yardımcılığını yaptıktan sonra ülkesine döndü. İlk filmi Kuchizuke (Öpücük, 1957) canlı anlatımı ve hızlı kurgusuyla Japon Yeni Dalga akımının ilk örnekleri arasında yer aldı. Japon sinemasının bireyin kendini bastırmasına dayanan anlayışından kurtulması gerektiğini savunarak genellikle genç ve aykırı davranışlı kahramanları ele alan, toplumsal çarpıklıklar ve ikiyüzlülüklerle erotizm arasındaki ilişkilere değinen filmler yönetti. Yasushi Inoue'nin romanından uyaladığı ile ilk önemli yapıtını verdi. Junichiro Tanizaki'den uyarlanan (1964) eski kocasının gözlerini kör ederek izinli geldiği cepheye dönmesini engelleyen bir köylü kadının hikayesini, (1968) Kore çarpışmalarına katılan ve askerlerden sevecenliğini esirgemeyen bir hasta bakıcının öyküsünü ve (1958) ise kapitalist düzenin acımasız rekabet kurallarını konu edinir. + Diğer yönetmenler 'nin ergenlik sorunlarını gündeme getiren (1995) Japon sinemasının el atmaktan çekindiği boşanma konusunu ele almıştır. Shinji Sōmai'nin annesiyle babası boşanmaya karar veren bir kız çocuğunun gözünden değerlendiren (1993) ile tanınır. 'nin yönettiği (1992) Tokyo'da çalışmaya gelen Çinlilerin karşılaştıkları ırkçı davranışları konu edinir. Kei Kumai on altıncı yüzyıl Japonya'sının ünlü çay ustası Rikyū'nun yaşamını konu edinen (1989) ile Venedik Film Festivali'nde Gümüş Aslan ödülünü kazandı. Kei Kumai tarafından yönetilen ve Japon cerrahların Amerikalı savaş tutsakları üzerinde yaptıkları deneyleri konu edinen filmi (1986) de, Berlin Film Festivali'nde Gümüş Ayı Ödülü almıştı. Ödüller Kaynakça Kategori:Sinema tarihi
 

Tema özelleştirme sistemi

Bu menüden forum temasının bazı alanlarını kendinize özel olarak düzenleye bilirsiniz.

Zevkine göre renk kombinasyonunu belirle

Tam ekran yada dar ekran

Temanızın gövde büyüklüğünü sevkiniz, ihtiyacınıza göre dar yada geniş olarak kulana bilirsiniz.

Izgara yada normal mod

Temanızda forum listeleme yapısını ızgara yapısında yada normal yapıda listemek için kullanabilirsiniz.

Forum arkaplan resimleri

Forum arkaplanlarına eklenmiş olan resimlerinin kontrolü senin elinde, resimleri aç/kapat

Sidebar blogunu kapat/aç

Forumun kalabalığında kurtulmak için sidebar (kenar çubuğunu) açıp/kapatarak gereksiz kalabalıklardan kurtula bilirsiniz.

Yapışkan sidebar kapat/aç

Yapışkan sidebar ile sidebar alanını daha hızlı ve verimli kullanabilirsiniz.

Radius aç/kapat

Blok köşelerinde bulunan kıvrımları kapat/aç bu şekilde tarzını yansıt.

Foruma hoş geldin 👋, Ziyaretçi

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Foruma üye olmak tamamen ücretsizdir.

Geri