Zamanın behrinde, tıpkı şimdi de olduğu gibi; var olmakla yok olmak arasında, maalesef 'minnoş popişim' yemediği için aşamadığım, kafam kadar kalın bir çizgi vardı. Biz de naapalım, şeytan dürtmesidir kan çekmesidir demiyor yuvarlanan çalılar misali boşvermiş ve de koyvermiş gidiyorduk. Öz güvenimle birlikte ailemin hayallerini de ezmiş, hiçbir şey olmamak adına attığım bütün adımların sonucunu almış ve sadece bir diplomam olsun diye bir çeşit sosyal bilimi okur gibi yapmak adına istanbul'a gelmiştim. Kim bilir kimin suyu kuruyasıca kanının çekmesi nedeniyle, korkuyordum da, yalan yok. Memur çocuğu memur olacak ruhum, savaşmaya yeltenmeden yenilgiyi çoktan kabul etmişti, evet. Ama nedense yine de istanbul'a ayak bastığında üç buçuktan dört atmayı da ihmal etmemişti. İlk defa ankara'yı terk ediyordum ve artık aile evine dönmeyeceğimi içten içe biliyordum. Genç değildim, uzun zamandır çalıydım. Bölümden kimseyle arkadaşlık etmiyor, sevmediğim derslere gitmiyor, yurttan da pek çıkmıyordum. Derslerim genelde okumak, düşünmek ve yazmak üzerineydi. Ben bunları çok yapmış, kendi kendimi s.kip atmıştım, dert değildi. Yatağımda yatar üst ranzanın suntasına bakarak oda arkadaşlarım gelene kadar düşünürdüm. Geldiklerinde şebeklik yapar, onlar çalışmaya başlayınca da yine yatağıma gömülürdüm. Ta ki odaları dolaşma saatim gelene kadar. İşim buydu; yoklama alır, sorunlar için yönetimle öğrenciler arasında aracı olur, bazı günler çamaşırhaneyi açar, bazı günler de müdüreyi dinlerdim. Yani dışarıdan bu işleri yaptığım görülürdü ama benim için cinsilatif saatiydi tek gerçek olan. Beni bir şahsiyet değil de bir araç olarak gören bu fıstıkları görmeyi dinlemeyi severdim. Yalan söylemeleri, birbirlerini şikayet etmeleri, eğreti nezaketleri, gereksiz eziklenmeleri, dağınıklıkları ve pislikleri, hiçbir şeyleri rahatsız etmezdi beni. Bilakis hoşuma giderdi, bir sürü cinsilatifin bir aradayken gerçeklerin bu kadar ortada olması ve insanlardan uzak duran benim gibi asosyalin hepsini deneyimleme şansı olması lütuf gibiydi. Onlar, bu kötü tabloyu bir şekilde sıcak renklerle ve yumuşak geçişlerle dolduracak bir şeylere sahipti. Hem de çok cezbedici bir şeylere.
Küçüklükten beri hemcinslerimle iyi anlaşırım. Erkekleri kelimelerimle döve döve güldürmeyi, kadınları cilveleşerek kıkırdatmayı severim. Her insan hem cani hem acizdir, evet. Ama kadın, kafasındaki kutup tilkilerine kendini kurban ettirecek kadar tehlikeli ve şefkatiyle hırlısını hırsızını içine girmek istetecek kadar kabullenici olabilen bir canlı. Seviyorum kadınları ama kadınları cinsel olarak arzulamadım hiç. Erkeklere de aşık olamadım, o neyse artık. Ciddiyetle seviyorum çüklü erkekleri. Onlardan biri benim oyun arkadaşım olsun istiyorum bazen. Ama seçme şansım olsaydı cinsiyetsiz yaramaz bir at olurdum. Oldu mu naapalım. Beni hem yılkı hem sadık bozuk bir kadın olarak bozkıra salıp ne aradığımı bilmeden çatlayasıncaya dörtnala koşturan rabbim, zalımsın ama güldürüyosun beni.
Küçüklükten beri hemcinslerimle iyi anlaşırım. Erkekleri kelimelerimle döve döve güldürmeyi, kadınları cilveleşerek kıkırdatmayı severim. Her insan hem cani hem acizdir, evet. Ama kadın, kafasındaki kutup tilkilerine kendini kurban ettirecek kadar tehlikeli ve şefkatiyle hırlısını hırsızını içine girmek istetecek kadar kabullenici olabilen bir canlı. Seviyorum kadınları ama kadınları cinsel olarak arzulamadım hiç. Erkeklere de aşık olamadım, o neyse artık. Ciddiyetle seviyorum çüklü erkekleri. Onlardan biri benim oyun arkadaşım olsun istiyorum bazen. Ama seçme şansım olsaydı cinsiyetsiz yaramaz bir at olurdum. Oldu mu naapalım. Beni hem yılkı hem sadık bozuk bir kadın olarak bozkıra salıp ne aradığımı bilmeden çatlayasıncaya dörtnala koşturan rabbim, zalımsın ama güldürüyosun beni.