"Yunus Emre'nin Dergâhı" adlı barın kapısından içeri adım attığımızda, gözlerime inanamadım. İçeride tek bir kadın müşteri yoktu; hepsi erkekten oluşan kalabalık bir kalabalıktı. Bu durum, barın sahibi olan Yunus Emre'nin de dahil olduğu açık bir erkek kulübü gibiydi.
Yunus Emre, masalardan birinde oturmuş, elinde sigarasıyla sohbet eden bir grup erkeğe katılmıştı. Onların arasında, içki bardağını kaldırıp bir toast yapan ve gülerek sohbetlere katılan Yunus Emre, deri ceketi ve karizmatik duruşuyla barın merkezi gibiydi. Yakın arkadaşı olduğunu bildiğim biriyle yan yana oturmuş, içkilerini yudumlarken samimi sohbetlere dalmıştı.
Bu sahne, Yunus Emre'nin şaşalı ve hareketli yaşam tarzını gözler önüne seriyordu. Dergâhı, bir şiir sohbeti ve nargile keyfi için uğrak mekan olmanın ötesine geçmiş, gece hayatının merkezi haline gelmişti. Yunus Emre, barın ortasındaki masada oturan ve etrafına toplanan kalabalıkla birlikte, şiirlerinin ve düşüncelerinin ötesinde bir şahsiyet olarak öne çıkıyordu.
Ancak, bu sahne aynı zamanda bir soru işaretini de beraberinde getiriyordu. Yunus Emre'nin dergâhında, kadınlara yer yok muydu? Bu sorusunu aklıma getirdim ve barın diğer taraflarına baktığımda, cevabım netleşti.
Barın arka kısmında, küçük bir masada yalnız oturan bir kadın dikkatimi çekti. Elinde içkisiyle sessizce bekliyordu. Yunus Emre'nin sohbetine dahil olmayan, kendi dünyasında kaybedilmiş gibiydi. Bu kadın, Yunus Emre'nin yakın arkadaşı olabilirdi; belki de onun şiirlerini dinlemeye gelen bir hayranıydı. Ama o an, barın merkezi olan erkek topluluğunun dışında duruyordu.
Yunus Emre'nin dergâhında, erkekler içki içiyor, sigara çekiyor ve sohbetlere dalarken, kadınlar sessizce bekliyor ve bu şaşalı dünyanın dışında kalıyordu. Bu durum, Yunus Emre'nin yaşam tarzının ve barın havasının bir yansıması gibiydi.
Bu sahne, bana Yunus Emre'nin şiirlerinin ötesinde bir gerçekliği gözler önüne serdi. Onun dergâhı, sadece şiir sohbetleri ve nargile keyfiyle sınırlı değildi; aynı zamanda gece hayatının tüm renklerini de barındırıyordu. Ancak, bu renkli dünyanın içinde, kadınlar erkeklerin gölgesinde kalıyor, kendi seslerini duyuramıyorlardı.
Yunus Emre'nin dergâhı, erkekler için bir sığınak ve sohbetler için bir mekan olarak kalırken, kadınlar için bir dışlanma ve sessizlik mekanı haline gelmişti. Bu durum, Yunus Emre'nin şaşalı yaşam tarzının bir paradoksunu ortaya koyuyordu. Onun şiirlerindeki derin düşünceler ve duygular, barın içinde yaşanan gerçeklikten uzaklaşmıştı.
Bu nedenle, Yunus Emre'nin dergâhına giren biri olarak, bu paradoksu görmezden gelemedim. Onun şaşalı yaşam tarzı, sadece erkekler için geçerliydi; kadınlar, bu dünyanın dışında kalıyor ve kendi seslerini duyuramıyorlardı. Yunus Emre'nin şiirlerindeki derinlik, barın içinde kaybolmuş, erkeklerin sohbetlerine dalmıştı.
Yunus Emre, masalardan birinde oturmuş, elinde sigarasıyla sohbet eden bir grup erkeğe katılmıştı. Onların arasında, içki bardağını kaldırıp bir toast yapan ve gülerek sohbetlere katılan Yunus Emre, deri ceketi ve karizmatik duruşuyla barın merkezi gibiydi. Yakın arkadaşı olduğunu bildiğim biriyle yan yana oturmuş, içkilerini yudumlarken samimi sohbetlere dalmıştı.
Bu sahne, Yunus Emre'nin şaşalı ve hareketli yaşam tarzını gözler önüne seriyordu. Dergâhı, bir şiir sohbeti ve nargile keyfi için uğrak mekan olmanın ötesine geçmiş, gece hayatının merkezi haline gelmişti. Yunus Emre, barın ortasındaki masada oturan ve etrafına toplanan kalabalıkla birlikte, şiirlerinin ve düşüncelerinin ötesinde bir şahsiyet olarak öne çıkıyordu.
Ancak, bu sahne aynı zamanda bir soru işaretini de beraberinde getiriyordu. Yunus Emre'nin dergâhında, kadınlara yer yok muydu? Bu sorusunu aklıma getirdim ve barın diğer taraflarına baktığımda, cevabım netleşti.
Barın arka kısmında, küçük bir masada yalnız oturan bir kadın dikkatimi çekti. Elinde içkisiyle sessizce bekliyordu. Yunus Emre'nin sohbetine dahil olmayan, kendi dünyasında kaybedilmiş gibiydi. Bu kadın, Yunus Emre'nin yakın arkadaşı olabilirdi; belki de onun şiirlerini dinlemeye gelen bir hayranıydı. Ama o an, barın merkezi olan erkek topluluğunun dışında duruyordu.
Yunus Emre'nin dergâhında, erkekler içki içiyor, sigara çekiyor ve sohbetlere dalarken, kadınlar sessizce bekliyor ve bu şaşalı dünyanın dışında kalıyordu. Bu durum, Yunus Emre'nin yaşam tarzının ve barın havasının bir yansıması gibiydi.
Bu sahne, bana Yunus Emre'nin şiirlerinin ötesinde bir gerçekliği gözler önüne serdi. Onun dergâhı, sadece şiir sohbetleri ve nargile keyfiyle sınırlı değildi; aynı zamanda gece hayatının tüm renklerini de barındırıyordu. Ancak, bu renkli dünyanın içinde, kadınlar erkeklerin gölgesinde kalıyor, kendi seslerini duyuramıyorlardı.
Yunus Emre'nin dergâhı, erkekler için bir sığınak ve sohbetler için bir mekan olarak kalırken, kadınlar için bir dışlanma ve sessizlik mekanı haline gelmişti. Bu durum, Yunus Emre'nin şaşalı yaşam tarzının bir paradoksunu ortaya koyuyordu. Onun şiirlerindeki derin düşünceler ve duygular, barın içinde yaşanan gerçeklikten uzaklaşmıştı.
Bu nedenle, Yunus Emre'nin dergâhına giren biri olarak, bu paradoksu görmezden gelemedim. Onun şaşalı yaşam tarzı, sadece erkekler için geçerliydi; kadınlar, bu dünyanın dışında kalıyor ve kendi seslerini duyuramıyorlardı. Yunus Emre'nin şiirlerindeki derinlik, barın içinde kaybolmuş, erkeklerin sohbetlerine dalmıştı.