Nazife Şişman'ın Fatma Karabıyık Barbarasoğlu ile yaptığı söyleşiden oluşan, Timaş yayınları'ndan çıkan bir kitap. Fatma K. Barbarasoğlu'nun bu konuda ciddi bir bilgi birikimine sahip olduğunu gördüm. Kitap gayet akla mantığa uygun açıklamalar içeriyor. Olayları gerek tarihsel gerek sosyolojik çeşitli şekillerde değerlendiriyor. Kitapta başörtü, kamusal alan, moda, hidayet romanları, kadın hakları bağlamında değerlendiriliyor.
Kitaptan altını çizdiğim satırları şöyle özetleyebilirim: "...kamusal alandaki öteki kadınlarla benzeştiği oranda hürriyetini kazanacağını düşünüyor başörtülü kadın. Markalı ve pahalı giyinerek, pahalı yerlerden alışveriş ederek kendisinin varoşlara ait olmadığını ispat etmeye çalışıyor. Yani dini ve ahlaki açıdan farklı olduğunu hal ve tavırlarıyla tescil etmek yerine, tüketim açısından, dış kıyafet açısından hiç de farklı olmadığını ispat etme eylemine girişiyor. Ve sonunda ne yazık ki bütün mesele bir metre bez etrafında odaklanıyor..."
Fatma K. Barbarasoğlu'na göre erkeklerin ideallerindeki kız tipi şu: "...erkekler mankenler kadar güzel kızlardan, Pollyanna ruhu taşımalarını, aynı zamanda köle Isaura gibi dayanıklı olmalarını istiyorlar. Çocuklarının daimi öğretmeni, bütün sülalenin tabii hastabakıcısı olması vs. Tertipli, düzenli, kanaatkar..."
Türkiye'deki laiklik hakkında şunu söylüyor: "...Türkiye'deki laiklik, din dışı bir durum olarak değil, cumhuriyet dini olarak algılanıyor. Yaşadığımız pek çok şeyin kördüğüm haline gelme sebebi, laikçiliğin kendisini bir din gibi sunmasından kaynaklanmaktadır. Bu öyle bir dindir ki, islam dışındaki bütün dinlerle barışıktır..."
Yine din-din dışılık ile alakalı olarak: "...din dışı hiçbir sapma eşitliği bozucu bir durum olarak algılanmıyor. Ama dini hatırlatan her türlü uygulama, eşitliği bozucu bir durum olarak algılanıyor..."
Başörtülü kızlardan Fatma K. Barbarasoğlu'na bir anekdot aktarılmış. Fatma Hanım bu anektoda farklı noktalarda şaşırıyor: Bir başörtülü genç kız, bir pop şarkıcısına ait olan bir cafe-bara gitmiş. Fakat oradaki garson tarafından dışarı atılmış. Genç kız garsonun gelen müşteriyi dışarı atmasına şaşırmış. Bunu okuduğumda açıkçası ben de buraya takıldım. Fakat Fatma K. Barbarasoğlu, başörtülü kızların bir cafe-bara nasıl gitmeyi düşünebildiklerine şaşırmış. Ona göre esasen garson haklıymış.
Kitaptan öğrendim ki 1982 yılında kamu görevlisi kadınlar arasında yapılan bir araştırmaya göre, kadınların yarıya yakını ekonomik zorunluluklar olmasaydı, evimde otururdum demişler. Kendi açımdan düşünmeden edemedim bunu. Henüz öğrencilik mesleğini(!) icra etmekteyim. Aktif iş hayatında değilim. Velev ki olsam, acaba evde durmayı ister miyim diye düşündüm.
Şu kanaate vardım. Örneğin, eşim dizilerdeki başrol erkekler gibi bir holdingin başı mıdır, patronu mudur, neyse işte en üst insanı olsa, yüzme havuzlu malikanemiz ve malikanemizde hizmetçi, ahçı, bahçıvan, şoför... ve daha kim lazımsa olsa, yani paraya para demesek, yine de sabah 9, akşam 5 yardırır mıydım? Bu soruya hayır cevabını verirsem, günümü geçirmek için yapacağım şeyler pijamalarımla gazete okumak, internete kurulmak, filmler izlemek, kitaplar okumak, sinema, tiyatro, operaya gitmek, derneklerde gerek maddi gerek manevi destekçi olmak, yardım faaliyetlerinde bulunmak olurdu. İşte bu iki hayatı kıyaslıyorum.
Ve zannederim bu ikincisini seçerdim. (Bir dakika ya, şimdi aklıma geldi. Neden holding patronunu ben değil de eşim olarak hayal ettim ki?...) Sonuç itibariyle şahsen ufkumu genişletici bir kitap oldu. Fikirlere katıldım-katılmadım o ayrı. Ama farklı bir bakış açısı ile tanıştım. Bu arada Nazife Şişman'ın, söylemeden edemeyeceğim, bazı soruları çok uzun. Bana o soruyu sorsa mesela sadece son söylediği cümledeki soru işaretli kısma cevap verebilirdim. Çünkü sorunun başını unutmuş olurdum.
Kitaptan altını çizdiğim satırları şöyle özetleyebilirim: "...kamusal alandaki öteki kadınlarla benzeştiği oranda hürriyetini kazanacağını düşünüyor başörtülü kadın. Markalı ve pahalı giyinerek, pahalı yerlerden alışveriş ederek kendisinin varoşlara ait olmadığını ispat etmeye çalışıyor. Yani dini ve ahlaki açıdan farklı olduğunu hal ve tavırlarıyla tescil etmek yerine, tüketim açısından, dış kıyafet açısından hiç de farklı olmadığını ispat etme eylemine girişiyor. Ve sonunda ne yazık ki bütün mesele bir metre bez etrafında odaklanıyor..."
Fatma K. Barbarasoğlu'na göre erkeklerin ideallerindeki kız tipi şu: "...erkekler mankenler kadar güzel kızlardan, Pollyanna ruhu taşımalarını, aynı zamanda köle Isaura gibi dayanıklı olmalarını istiyorlar. Çocuklarının daimi öğretmeni, bütün sülalenin tabii hastabakıcısı olması vs. Tertipli, düzenli, kanaatkar..."
Türkiye'deki laiklik hakkında şunu söylüyor: "...Türkiye'deki laiklik, din dışı bir durum olarak değil, cumhuriyet dini olarak algılanıyor. Yaşadığımız pek çok şeyin kördüğüm haline gelme sebebi, laikçiliğin kendisini bir din gibi sunmasından kaynaklanmaktadır. Bu öyle bir dindir ki, islam dışındaki bütün dinlerle barışıktır..."
Yine din-din dışılık ile alakalı olarak: "...din dışı hiçbir sapma eşitliği bozucu bir durum olarak algılanmıyor. Ama dini hatırlatan her türlü uygulama, eşitliği bozucu bir durum olarak algılanıyor..."
Başörtülü kızlardan Fatma K. Barbarasoğlu'na bir anekdot aktarılmış. Fatma Hanım bu anektoda farklı noktalarda şaşırıyor: Bir başörtülü genç kız, bir pop şarkıcısına ait olan bir cafe-bara gitmiş. Fakat oradaki garson tarafından dışarı atılmış. Genç kız garsonun gelen müşteriyi dışarı atmasına şaşırmış. Bunu okuduğumda açıkçası ben de buraya takıldım. Fakat Fatma K. Barbarasoğlu, başörtülü kızların bir cafe-bara nasıl gitmeyi düşünebildiklerine şaşırmış. Ona göre esasen garson haklıymış.
Kitaptan öğrendim ki 1982 yılında kamu görevlisi kadınlar arasında yapılan bir araştırmaya göre, kadınların yarıya yakını ekonomik zorunluluklar olmasaydı, evimde otururdum demişler. Kendi açımdan düşünmeden edemedim bunu. Henüz öğrencilik mesleğini(!) icra etmekteyim. Aktif iş hayatında değilim. Velev ki olsam, acaba evde durmayı ister miyim diye düşündüm.
Şu kanaate vardım. Örneğin, eşim dizilerdeki başrol erkekler gibi bir holdingin başı mıdır, patronu mudur, neyse işte en üst insanı olsa, yüzme havuzlu malikanemiz ve malikanemizde hizmetçi, ahçı, bahçıvan, şoför... ve daha kim lazımsa olsa, yani paraya para demesek, yine de sabah 9, akşam 5 yardırır mıydım? Bu soruya hayır cevabını verirsem, günümü geçirmek için yapacağım şeyler pijamalarımla gazete okumak, internete kurulmak, filmler izlemek, kitaplar okumak, sinema, tiyatro, operaya gitmek, derneklerde gerek maddi gerek manevi destekçi olmak, yardım faaliyetlerinde bulunmak olurdu. İşte bu iki hayatı kıyaslıyorum.
Ve zannederim bu ikincisini seçerdim. (Bir dakika ya, şimdi aklıma geldi. Neden holding patronunu ben değil de eşim olarak hayal ettim ki?...) Sonuç itibariyle şahsen ufkumu genişletici bir kitap oldu. Fikirlere katıldım-katılmadım o ayrı. Ama farklı bir bakış açısı ile tanıştım. Bu arada Nazife Şişman'ın, söylemeden edemeyeceğim, bazı soruları çok uzun. Bana o soruyu sorsa mesela sadece son söylediği cümledeki soru işaretli kısma cevap verebilirdim. Çünkü sorunun başını unutmuş olurdum.