2006 yılında üniversite öğrencisiyken Netflix sayesinde başladım, iş güç sahibi olduktan sonra da bitirdim. "Lost" diye bir dizi var mutlaka izle demişti biri. Üniversitede sürekli Lost, Lost diye duymuştum, indirelim bari dedim. Öğrenci evinde dört bilgisayar olunca indirme hızı 10 kb'yi geçmiyordu tabi. Azmimliydim, gecelerce açık bıraktım bilgisayarı. Sabah kampüse giderken de açıyordum. Bir haftada indirdim, bir hafta hiç dokunmadım. Sonrasında hadi başlayayım dedim ve bu serüven de böylece başladı. İlk gece on bölüm bitirip sabah altıda börekçiye gidip aç karnımı doyurup sonra yine sızana kadar izlemiştim. Tüm bunlar olurken ikinci sezon torrent üzerinden indirmeye başlamıştım bile. Üçüncü sezonun ilk bölümünün açılış sahnesini hatırlıyorum. Uzak mesafe ilişkisi yaşıyordum. Üniversite okuduğum şehirden İzmir'deki kız arkadaşıma sürpriz yapmaya gelmiştim. Sabah Ege Üniversitesi önünde karşılayacaktım onu. Gece üçte İzmir'e gelmiş, şehirde okuyan arkadaşımın evine gitmiştim. Çocuk beklemiş beni sağolsun. Bana yatacak yer gösterdi, istersen bilgisayarda falan takıl dedi. Uyursam uyanamam, sürpriz bok olur diye bilgisayarda vakit geçireyim dedim. Baktım Lost klasörü... Ben de üçüncü sezon iniyor usul usul. Direkt açtım. Gecenin dördünde o ilk sahne ile hassiktir çekip şok olduğumu hatırlıyorum. Sabah sekize kadar olabildiğince bölüm izledim ve koştur koştur gittim manavkuyu'dan Ege Üniversitesi'ne... Sonrasında ev arkadaşlarıma da bulaştırdım bu zehiri. Internetsiz yaşayamayan adamlar ben güncel Lost bölümü indireceğim zaman iki elleri kanda olsa bırakırlardı interneti. Maksat bölüm daha çabuk insin. Gece on ikiye doğru "Lost indi beyler" sesi gelirdi benim odamdan. Bunun üzerine on dakika sonra herkes benim odada toplanır bölümü izledik. Sonrasında okul bitti asker gittim. Lost'un beşinci sezonuna denk geliyor bu dönem. Hatay'da, Suriye sınırında askerdim. Çarşıya çıkmak falan lüks şeylerdi bunlar. Kuzenle ankesörlü telefonda konuşurken "Lost ne alemde?" diye sordum. Hiç unutmam "Jacop diyorum başka da bir şey demiyorum" demişti bana. İlk haftasonu için çarşıya yazdırdım kendimi bu laf üzerine. Komutan severdi beni. Hayırdır la dedi. Dedim komutanım Lost izlemem gerek. Adam zaten müptelası imiş hemen verdi izni. Sabah çarşıda sucuklu yumurta yiyip daldım internet kafeye. Çarşı süresince izleyebildiğim kadar izlemiştim. Sezonun kalanını bitirmek askerlikten sonraya kısmet oldu. 6. sezonu izlerken ise İstanbul'da işe başlamış tek başına yaşayan biriydim artık. Hele o final bölümü... Ertesi gün de izlemiyordum ama Aşk-ı Memnu final yapıyordu diye hatırlıyorum. Finali izledik yeri geldi küfrettim yeri geldi hüzünlendim. Harry Potter gibi beni genç iken ardına takıp iş hayatına atılmış biri olarak büyüten benim için dört yıl süren bir serüven bitmişti artık. Daha bugün neredeyse iki haftalık tatilden geldik eşimle. Netflix'i açtım direkt Lost çıktı karşıma. Ben normalde bu dizinin insanı merakta bırakan yönüne vurulduğum için 2010 yılında bitirdiğim bu dizinin sonrasında tekrar izlersem aynı tadı vermeyeceğini düşündüğüm için geçen bu 14 yıl boyunca hiç tekrar başlamak istemedim. Lakin bugün öyle Netflix'te görünce "yap lan bunu" dedim kendime ve tekrar başladım. An itibariyle 8. bölüm bitiminde balkonda sigara içerken yazıyorum bu entryi. Bu dizi benim gençliğim idi. Bu dizi her bölüm sonrası forumlarda teori okuduğum herhangi bir bölümdeki çok ince bir detaydan onlarca senaryo oluşturmaya çalıştığım bir yapımdı. Ben bugün yine o yıllara dönmüş gibi hissediyorum. Çok sağol Lost.