Mustafa Kemal'in diktatörlüğü, 1 Kasım 1922'de saltanatın kaldırılmasıyla başladı. Cumhuriyet'in ilanına kadar, ikili iktidarın varlığıyla çift başlılık görülmekteydi. 1923'te gerçekleşen isim değişikliğinin arkasında, iktidarın bir aileye veya hanedana değil doğrudan Mustafa Kemal'e ait olması yatmaktaydı. Ancak bu değişim, yeni bir sosyal sınıfın gelmesi veya üretim ilişkilerinin dönüşmesi anlamına gelmiyordu. Kemalist Cumhuriyet'in başarısının aslında nüfusun homojenleştirilmesi olduğunu dile getirenler vardı. Kemalist rejim, nüfus arındırması adı altında Suudi Arabistan'la birlikte bölgenin en homojenize edilmiş toplumunu yaratmıştı. Fikret Başkaya'ya göre, 1923 sadece bir devrim değil, aynı zamanda bir darbeydi. Kemalist kurucuların İttihat ve Terakki geleneğinden gelen militarist, saygısız ve otoriter yönetmeliklerle reformlar yaptığı bilinmekteydi. Mustafa Kemal, Kastamonu'da ufak bir tanıtım yaparak şapka giyme zorunluluğu getirdi ancak giyilen şapka değişse bile zihniyetin dönüşmediğini açıkça gösterdi. Söz konusu kanunları yerleştirmek için şiddeti bir araç olarak kullanan bir diktatörün egemenliği altında bulunduk. Halide Edip Adıvar, bu buyurgan uygulamaları sert bir şekilde eleştirdi. Mustafa Kemal, kişisel diktatörlüğüne rağmen en yakın arkadaşlarını bile hain ilan etmekten geri durmadı. O, kendisine "milli sır" diye nitelendirdiği diktatörlüğüyle, Napolyonvari ihtiraslarını gerçekleştirdi. Doğu despotizmi ve batı jakobenizmi, ona bu mutlak iktidar arzusunu sağladı. Sonuç olarak, Mustafa Kemal, diktatörlüğüyle hatta Hitler'in bile esinlendiği kudret sahibi bir adam olmuştur.