Harika bir Samuel Beckett oyunu olan Mutlu Günler'i düşünün. Beckett'in ustalığı her zaman olduğu gibi bu oyunda da kendini gösteriyor. İletişimsizlik yine ön planda; ancak bu sefer sahnede bir karı-koca var. Birbirini anlamayan, karşıdakinin sözünü dinlemeden kendi düşüncesini sürekli tekrarlayan bu iki karakter, Beckett oyunlarındaki detayların ne kadar önemli olduğunu da ortaya koyuyor. Reji konusunda genellikle metnin derinliklerine inmeyi tercih ederim ancak Beckett oyunlarında sahneleme, yazarın isteğine sadık kalınarak yapılmalıdır; çünkü sadece Beckett'in kafasındakiler doğru bir şekilde yansıtıldığında gerçek anlam ve absürtlük yakalanabilir gibi geliyor bana. Bu oyunu Melih Cevdet Anday'ın bir eserinde oynayacağım zaman, absürd tiyatro üzerine bolca okuma yapmanın yanı sıra kadının içinde bulunduğu karmaşık döngüye hazırlanmak için de yoğun bir şekilde çalışmıştım. Winnie karakterini tanımadan rolümü tamamlamam mümkün değildi. Mutlu Günler, aynı zamanda sahnelenmesi en zor oyunlardan biridir ve bunun sebebi aşağıdaki gibidir. Oyun boyunca adeta cehennem sıcağı altında beline kadar toprağa gömülmüş olan kadın kahramanımız Winnie, hareket etme şansına sahip değildir; sadece kollarını kullanabilmektedir. Dialog ilerledikçe Winnie, mutlu olduğunu, iyi bir eş olduğunu, iyi bir eşe sahip olduğunu vs. tekrarlar ve her tekrarda toprağa daha da gömülür. Winnie ve eşi birbirini anlamadıkça, kadın adeta canlı canlı gömülmüş gibi etrafa toprak yükselir ve sonunda kollarını bile hareket ettiremez hale gelir. Yıllar önce okudum ve henüz izleme fırsatım olmadı ama bu oyunun sahnelenmesini çok merak ediyorum. Bazı detayları hatırlamıyor olabilirim ancak evlilik kavramına olan bakış açımı bu oyunla daha da derinleştirdiğimi hatırlıyorum. İletişim kuramadığınız biriyle evlenmek, adeta yavaş yavaş toprağa gömülmek gibidir. Zaten toprakla gökyüzü arasında sıkışıp kalmışken, son kalan özgürlük kırıntılarını biri için heba etmeye ne gerek var?