Kitabı gördüğüm an aklıma tek bir isim geldi. Arkadaşımın, Agnes Var<bos>The'ya sadece hayranlık diye tanımlayamayacağım bir "bağ" kurduğunu bildiğim için. Agnes'in kızıyla fotoğrafını gördüğümde ona şöyle yazmıştım: "Kızına sorar mısın Agnes'in kedisine ne olmuş?" Yanlışlıkla kedisine yazdığımı aslında kendisine ne oldu demek istediğimi düşünüp yanıt vermişti "Agnes öldü". Telefonumda cevabını görünce gülmüştüm. "Agnes öldü" mesajına gülmüş olmam, şimdi yazınca beni tekrar güldürüyor. İşte o arkadaşım gibi Agnes'e görünmez bağlarla bağlı Ece Ger'in kitabını duyar duymaz hemen hediye etmek, öncesinde de kendim (kedim değil hahha) okumak istedim.
Nerden baksak bir kitabı okumak hayatımızdan en az iki saati götürüyor. Güzel kapağına ve Agnes'e rağmen, bu iki saate değer mi önce ben emin olmalıydım. Herhalde kitabı en kısa yoldan tanımlayacak ifade Emily in Paris gibi Ece in Paris olur. Heyecanlı, umutlu ve cesur kahramanın sinema okulu için Paris'e gidişi, orada girişkenliği (ve şansı?) sayesinde bağlantılar edinişi, içlerinden biri olan Jim Haynes'in belgeselini (meeting jim) çekmeye başlaması ve bu belgesel sayesinde tanıştığı isimlerden oluşan toz pembe bir kitap.
Güzel bir başlangıç yaparken (zaman atlamalarını güzel kullanmış), sonra sonra çok şekerli bir tatlının kesmesi gibi bir durum oluyor. Her şey çok pembe ve çok hayranlık dolu. Ben bunları düşünürken kitabın sonu da geliyor ve kahramanımızın belgeselinin arte tarafından "fazla mutlu" bulunarak reddedildiğini okuyorum. Şaşırmadım. Çünkü kitap da öyle.
Kitabın başında şöyle bir bölüm var: "Kimilerine göre devri çoktan geçmiş olan, bana göreyse her şeyin başlangıcı olan Montparnasse garı'ndayım." Evinin baktığı Cimetière du Montparnasse bence çok şey söylüyor. Özlü alıntıların olduğu mezar taşları belki dönemi için devrimci ama bugün için ölü insanların üzerinde yükseliyor. Bu kitapta bir iki kişi hariç hep ölü ve yaşlılar var, dipnotlarda da ölüm tarihleri. Onlardan ilham almak güzel ama genç bir sinemacının baktığı, gördüğü ve anlatacakları bunlar mıdır?
Diğer yandan bence bu kitapta tam bestseller malzemesi var. Gerçekten doğru bağlantılarla çok satan bir kitap olabilir. Son olarak Agnes'e geri dönersem; kitap adından da anlaşılacağı gibi, sayısız tanışma ihtimalinin hep bir sebepten ıskalanması ötesinde Agnes'le ilgili değil. Hatta şimdi bitirdikten sonra düşünüyorum, yazarın Agnes'e neden hayran olduğuna dair bir şey de kalmamış aklımda. Çadırda yaşayanları gördüğünde veya bir ikinci el mağazasında kıyafet denerken (özellikle yazmasa da bence evinde fal bakarken) kurduğu ilişkilerin ötesinde bir ortak duygu, ilham, cesaret vb. yok. Bunun için Agnes ile fiziksel olarak tanışmak gerekmiyor.
Kitabı yine de arkadaşıma hediye edeceğim. Çünkü sektöre profesyonel olarak girdiği bu dönemde ilgisini çekeceğini düşünüyorum. Kitabın ilk sayfasına ekleyeceğim not ise şu olacak: "Yazar Agnes ile tanışmamış. Yine de ilgini çekeceğini düşünüyorum. Özellikle Cannes bölümüyle. Sevgiler"
Nerden baksak bir kitabı okumak hayatımızdan en az iki saati götürüyor. Güzel kapağına ve Agnes'e rağmen, bu iki saate değer mi önce ben emin olmalıydım. Herhalde kitabı en kısa yoldan tanımlayacak ifade Emily in Paris gibi Ece in Paris olur. Heyecanlı, umutlu ve cesur kahramanın sinema okulu için Paris'e gidişi, orada girişkenliği (ve şansı?) sayesinde bağlantılar edinişi, içlerinden biri olan Jim Haynes'in belgeselini (meeting jim) çekmeye başlaması ve bu belgesel sayesinde tanıştığı isimlerden oluşan toz pembe bir kitap.
Güzel bir başlangıç yaparken (zaman atlamalarını güzel kullanmış), sonra sonra çok şekerli bir tatlının kesmesi gibi bir durum oluyor. Her şey çok pembe ve çok hayranlık dolu. Ben bunları düşünürken kitabın sonu da geliyor ve kahramanımızın belgeselinin arte tarafından "fazla mutlu" bulunarak reddedildiğini okuyorum. Şaşırmadım. Çünkü kitap da öyle.
Kitabın başında şöyle bir bölüm var: "Kimilerine göre devri çoktan geçmiş olan, bana göreyse her şeyin başlangıcı olan Montparnasse garı'ndayım." Evinin baktığı Cimetière du Montparnasse bence çok şey söylüyor. Özlü alıntıların olduğu mezar taşları belki dönemi için devrimci ama bugün için ölü insanların üzerinde yükseliyor. Bu kitapta bir iki kişi hariç hep ölü ve yaşlılar var, dipnotlarda da ölüm tarihleri. Onlardan ilham almak güzel ama genç bir sinemacının baktığı, gördüğü ve anlatacakları bunlar mıdır?
Diğer yandan bence bu kitapta tam bestseller malzemesi var. Gerçekten doğru bağlantılarla çok satan bir kitap olabilir. Son olarak Agnes'e geri dönersem; kitap adından da anlaşılacağı gibi, sayısız tanışma ihtimalinin hep bir sebepten ıskalanması ötesinde Agnes'le ilgili değil. Hatta şimdi bitirdikten sonra düşünüyorum, yazarın Agnes'e neden hayran olduğuna dair bir şey de kalmamış aklımda. Çadırda yaşayanları gördüğünde veya bir ikinci el mağazasında kıyafet denerken (özellikle yazmasa da bence evinde fal bakarken) kurduğu ilişkilerin ötesinde bir ortak duygu, ilham, cesaret vb. yok. Bunun için Agnes ile fiziksel olarak tanışmak gerekmiyor.
Kitabı yine de arkadaşıma hediye edeceğim. Çünkü sektöre profesyonel olarak girdiği bu dönemde ilgisini çekeceğini düşünüyorum. Kitabın ilk sayfasına ekleyeceğim not ise şu olacak: "Yazar Agnes ile tanışmamış. Yine de ilgini çekeceğini düşünüyorum. Özellikle Cannes bölümüyle. Sevgiler"