Nuri Bilge Ceylan'ın sineması, minimalist-gerçekçi anlatımı sembolizmle birleştirmeye çalışırken yalın olma çabasından uzaklaşarak sığlık tuzağına düşen ve bu durumuyla insanları etkileyebilen bir sinemadır. Avrupa avant-garde sinemasının yıllardır kullandığı formülü benimseyen Ceylan, 'kazara estetik' ve kendisine minnet borcu gibi sürekli devam eden Çehov tarzı hikayeleriyle izleyicileri etkilemeyi başarmaktadır. Entelektüellerin kederin içine nükteler katmaları, taşra erkeklerinin ucuz Casablanca kokusuyla muğlak sonlara sürüklenmeleri ve hissizlik içinde debelenen karakterlerin nefretle dolu hikayeleri izleyicileri neden bu kadar heyecanlandırıyor, şaşırmamak gerekir. "Mayıs Sıkıntısı" filminin piyasaya çıkışında, izleyicilerin filmin samimi ve içten olduğunu düşünmeleri ilginçtir. Ancak içtenlik denilen kavram, içi boş bir kavram haline gelmiş, nesnel yargılarla doldurulmaya çalışılan ve giderek boğulan bir söylemdir. İnsanlar Nuri Bilge Ceylan'ı seviyor çünkü içtenlik adı altında gerçek olmayan bir içsellikle belirsiz bir dilin söylemini ve iktidarını söylenceye dönüştürebilir. Bu hassas olmayan dengeyi nasıl kurabildiği ise sorgulanması gereken bir konudur.