İlkokulda başarılı ama ihmal edilmiş bir öğrenciydim. Sınıfın en çalışkanı olsam da, bu yönüm göze batıyordu. Öğleci idim ve sabah top oynamıştım, dizlerim yeşil olmuştu. Okula gittiğimde sınıf öğretmem Zehra Hoca, bana "Gerçekten pis bir öğrencisin." dedi. Esmer olduğum için "Hele şu surata, karalığa bak! Dizleri de yemyeşil olmuş..." diyerek devam etti. Bu sözler, küçük yüreğimi derinden yaraladı. Karşılık vermedim ama bu sözler aklımın bir köşesinde kaldı.
Yıllar sonra, okuldan mezun olduğumda arkadaşlarım Ömer, Hasan ve Utku ile okulu ziyaret etmeye karar verdik. Zehra Hoca'yı görünce konuşmaya başladık. Henüz 17 yaşında genç ve asi bir gençtim. Kadının sözlerine karşı gelmek istedim. "Hocam, eğitim fakültesini kesinlikle istemiyorum. Arkamdan 'hiçbir halt olamamış, sadece öğretmen olmuş' demelerini istemiyorum." dedim. "Zaten maaşı da düşük. Kaliteli öğrenciler öğretmen olmuyor; düşük puan alanlar, zekâ seviyesi düşükler oraya gidiyor." sözlerimle devam ettim.
Zehra Hoca'nın yüzü düşmüştü. Birkaç söz daha söyleyince, "Sen, benim mesleğimi küçümseyemezsin!" diye tepki verdi. Ben de asi bir şekilde, "Sizin mesleğinizi devlet küçümsemiş, ben küçümsesem ne olur?" cevabını verdim. İyice bozulmuş ve sinirlendirmiştim.
O sırada, Zehra Hoca'nın anaokuluna giden kızı Tuana geldi. Üstü başı kirliydi ve çikolata yemiş, yüzüne bulaştırmıştı. Bu durumu görünce, "Hocam, zamanında bana 'pislik' demiştiniz, üstüm yeşil olduğu için. Görüyorum ki kendi kızınıza temizliği pek öğretememişsiniz..." dedim. Gözleri doldu ve konuşamadı.
Arkadaşlarım, beni sözlerimle ve hareketlerimle uyardılar ama ben aldırış etmedim. Ona verdiğim bu hayat dersi yeterliydi. Zehra Hoca, yıllar sonra öğrencisinden önemli bir ders almıştı ve insanların hakkında ileri geri konuşmamayı öğrenmişti. Verdiğim ders, okulda aldığımız sıradan derslerden farklıydı; mis gibi hayat kokuyordu ve sıcaklığı hissediliyordu.
Üniversite sınavında hırslanmamı ve Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi'ni kazanmamı sağlayan da lisedeki matematik öğretmenimin "Sen derecelik öğrenci değilsin!" sözlerimiydi. Onunla da hesabımı kapatmıştım. Rövanşımı almıştım.
Yıllar sonra, okuldan mezun olduğumda arkadaşlarım Ömer, Hasan ve Utku ile okulu ziyaret etmeye karar verdik. Zehra Hoca'yı görünce konuşmaya başladık. Henüz 17 yaşında genç ve asi bir gençtim. Kadının sözlerine karşı gelmek istedim. "Hocam, eğitim fakültesini kesinlikle istemiyorum. Arkamdan 'hiçbir halt olamamış, sadece öğretmen olmuş' demelerini istemiyorum." dedim. "Zaten maaşı da düşük. Kaliteli öğrenciler öğretmen olmuyor; düşük puan alanlar, zekâ seviyesi düşükler oraya gidiyor." sözlerimle devam ettim.
Zehra Hoca'nın yüzü düşmüştü. Birkaç söz daha söyleyince, "Sen, benim mesleğimi küçümseyemezsin!" diye tepki verdi. Ben de asi bir şekilde, "Sizin mesleğinizi devlet küçümsemiş, ben küçümsesem ne olur?" cevabını verdim. İyice bozulmuş ve sinirlendirmiştim.
O sırada, Zehra Hoca'nın anaokuluna giden kızı Tuana geldi. Üstü başı kirliydi ve çikolata yemiş, yüzüne bulaştırmıştı. Bu durumu görünce, "Hocam, zamanında bana 'pislik' demiştiniz, üstüm yeşil olduğu için. Görüyorum ki kendi kızınıza temizliği pek öğretememişsiniz..." dedim. Gözleri doldu ve konuşamadı.
Arkadaşlarım, beni sözlerimle ve hareketlerimle uyardılar ama ben aldırış etmedim. Ona verdiğim bu hayat dersi yeterliydi. Zehra Hoca, yıllar sonra öğrencisinden önemli bir ders almıştı ve insanların hakkında ileri geri konuşmamayı öğrenmişti. Verdiğim ders, okulda aldığımız sıradan derslerden farklıydı; mis gibi hayat kokuyordu ve sıcaklığı hissediliyordu.
Üniversite sınavında hırslanmamı ve Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi'ni kazanmamı sağlayan da lisedeki matematik öğretmenimin "Sen derecelik öğrenci değilsin!" sözlerimiydi. Onunla da hesabımı kapatmıştım. Rövanşımı almıştım.