Dolaptaki son hüptrik'i hüpletirken, orta yaş üzerine düşüncelere daldım. Kasiyer kesin çocuğum olduğunu ve hüptrikleri ona aldığımı düşünmüştür dedim önce, sonra çok da skindesin ya kasiyerin deyip kendimi toparladım. Bir Brad Pitt olmadığım için orta yaş krizimi şöyle gezerek yaşayamadığım için, daha minimalist dengesizliklerle idare ediyordum. Abimle aramızda birkaç yaş var. O evlendi ve çoluk çocuğa karıştı. Son görüşmemizde ona bir zombiyi nasıl ustaca hakladığımı gösterirken yüzündeki hayal kırıklığı görülmeye değerdi. Oysa çok değil, daha 10 yıl önce beraber oynuyorduk, biraz daha geriye gidersek beraber altımıza sıçıyorduk, şimdiyse karşımda toplumdan aldığı yetkiyle bana yargılayıcı bakışlar atan bir adam vardı. Çocuğuna ingilizce öğretmemi istedi, n'apacak ingilizceyi dedim, lazım olur ilerde dedi. Benden bekledikleri sorumlu bir amca rolüydü. Bana hiç samimi gelmediği için bu işlere hiç girmemiştim. Kendi amcalarımdan biliyorum, onlar da zamanında bu rolü oynamaya kalkmış fakat işler ciddiye bindiğinde ortalıktan kaybolmuşlardı. Ben öyle olmayacaktım, en baştan varmış gibi yapmayacaktım, yokluğum net olacaktı, kimseyi kandırmayacaktım. Abime bundan bahsetmek istedim ama anlamayacağını düşünüp vazgeçtim. Zaten bana ultrasondaki bebek fotoğrafını gösterdiklerinde, iyi de burda bi şey belli olmuyo ki dediğim için trip attıklarından beri artık onlara gerçek düşüncelerimi söylemiyorum. Artık birçok şeyi hakkını vererek önemseyemem, bir şeyi tam önemseyecek gibi oluyorum, sonra koy götüne diyorum. İmrenme duygumu da yitirdim, hiçbir şeye imrenmiyorum, imrenmeyince motivasyon da olmuyor tabii. Aslında hayatın kendince bir büyüsü var, fakat insanların genel olarak bu büyüyü bozduklarını düşünüyorum, yaptıkları çoğu şeyde bir hesap görüyorum, görünce de soğuyorum.
Gomaşinen'de Rusen dayının anlattığı bir Fransız gazeteci vardı. Bu gazeteci 90'ların başında bir mülteci kampına gidiyor, oradaki mültecilerin durumunu anlatan bir haber yapacak, fotoğraflar çekecek. Gitmeden önce fırından bir çuval ekmek alıyor. Tabii bunu dinlerken sen de düşünüyorsun, herhalde oradaki çocuklara falan götürüyor diye. Halbuki ekmekleri dağıtırken etkileyici bir kare yakalamaya çalışıyormuş. Yetişkinlik dediğin biraz böyle işte, meşruiyete ne kadar yedirirsen o kadar gideri olur. Dersin ki; ama benim burada çektiğim o fotoğraf sayesinde tüm dünya bu trajediyi duydu. Sonuçta büyük eserler de böyledir, insani zaafı toplumsal çıkar içinde eritmeyi başarırsan yırtarsın, çoğu insan bunu yapamaz o ayrı.
Levinas demiş ya, çıplak yüz karşısındakini de soyar. Evet sen çıplak kaldığında karşındakini de soyunmaya zorlarsın, çok güzeldir bu deneyim. Hele sevdiğinle yaşıyorsan çok başkadır. Tüm çirkinliklerin, güzelliklerin, fazlalıkların, eksikliklerin, kuşkuların ve diğer birçok şey, sevgiden örülü bir pelerinin altında silikleşir. Kendini bırakırsın. Tüm yüklerin hissedilmez olur. Tabii Levinas bunu söylerken sosyal medya yoktu daha, sen burada istersen kılcal damarlarına kadar soyun, seni kat kat örtüler içinde alkışlarlar. Anonimken bile çıplak olamıyoruz, bundan daha acıklısı var mı. Dışarıda yine neyse, en azından kaşına gözüne bakarsın, bir anlam çıkarırsın, burada adam anın fotoğrafı diye paylaşıyor az önce işediği denizin ulvi manzarasını. İşte orta yaş bir yandan tüm bunların farkında olup, diğer yandan bu yeni normali kabullendiğin evre gibi. Bazı konularda kavgadan vazgeçerek sessizce uzlaştığın, ne yapayım hayat böyle demek ki denilen bir bölüm.
Gomaşinen'de Rusen dayının anlattığı bir Fransız gazeteci vardı. Bu gazeteci 90'ların başında bir mülteci kampına gidiyor, oradaki mültecilerin durumunu anlatan bir haber yapacak, fotoğraflar çekecek. Gitmeden önce fırından bir çuval ekmek alıyor. Tabii bunu dinlerken sen de düşünüyorsun, herhalde oradaki çocuklara falan götürüyor diye. Halbuki ekmekleri dağıtırken etkileyici bir kare yakalamaya çalışıyormuş. Yetişkinlik dediğin biraz böyle işte, meşruiyete ne kadar yedirirsen o kadar gideri olur. Dersin ki; ama benim burada çektiğim o fotoğraf sayesinde tüm dünya bu trajediyi duydu. Sonuçta büyük eserler de böyledir, insani zaafı toplumsal çıkar içinde eritmeyi başarırsan yırtarsın, çoğu insan bunu yapamaz o ayrı.
Levinas demiş ya, çıplak yüz karşısındakini de soyar. Evet sen çıplak kaldığında karşındakini de soyunmaya zorlarsın, çok güzeldir bu deneyim. Hele sevdiğinle yaşıyorsan çok başkadır. Tüm çirkinliklerin, güzelliklerin, fazlalıkların, eksikliklerin, kuşkuların ve diğer birçok şey, sevgiden örülü bir pelerinin altında silikleşir. Kendini bırakırsın. Tüm yüklerin hissedilmez olur. Tabii Levinas bunu söylerken sosyal medya yoktu daha, sen burada istersen kılcal damarlarına kadar soyun, seni kat kat örtüler içinde alkışlarlar. Anonimken bile çıplak olamıyoruz, bundan daha acıklısı var mı. Dışarıda yine neyse, en azından kaşına gözüne bakarsın, bir anlam çıkarırsın, burada adam anın fotoğrafı diye paylaşıyor az önce işediği denizin ulvi manzarasını. İşte orta yaş bir yandan tüm bunların farkında olup, diğer yandan bu yeni normali kabullendiğin evre gibi. Bazı konularda kavgadan vazgeçerek sessizce uzlaştığın, ne yapayım hayat böyle demek ki denilen bir bölüm.