Foruma hoş geldin 👋, Ziyaretçi

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Foruma üye olmak tamamen ücretsizdir.

Öz Türkçe

bullvar_katip

Administrator
Katılım
21 Mayıs 2024
Mesajlar
532,105
Öz Türkçe ya da Öztürkçe; yabancı dillerin etkilerinden arındırılmış, arı durumdaki Türkçedir. Öztürkçecilik ise kullanımdaki dil içerisinden yabancı kökenli sözcüklerin atılarak yerine Türkçe kökenli sözcüklerin kullanıma sokulmasını amaçlayan bir yaklaşımdır. Tarihsel Gelişim Türkçenin arılaştırılmasının ya da sadeleştirilmesinin gerekliliği düşüncesinin geçmişi Tanzimat Dönemi'ne değin uzanmaktadır. Ziya Paşa dildeki yabancı sözcüklerin varlığını Türkçeye has lügatların olmayışına ve Türkçe ile ilgili kaynak yetersizliğine bağlıyordu. İbrahim Şinasi dildeki Arapça ile Farsça sözcüklerin Türk diline uygun olarak yazılması gerektiğini savunmaktaydı. Bu düşünceleri yüzünden dönemin diğer sanat ve fikir adamlarından da eleştiriler almıştır. Şinasi, Mustafa Reşit Paşa'nın resmî yazışmalarda sade bir dil kullanmasını şiir ile gazete diline uygulayıp Türkçenin kısmen de olsa sadeleşmesinde öncü olmuştu. Şinasi'nin Şair Evlenmesi eseri, dil özellikleri bakımından dilde sadeleşme ve halk diline yönelişin bir başlangıcı kabul edilir. Aynı dönemde bir başka edebiyatçı Said Bey de bu düşünceleri savunmuştur. Bu düşüncelerini şu dizeleri ile dile getirmiştir: “Arapça isteyen Urban’a gitsin / Acemce isteyen İran’a gitsin / Ki biz Türk'üz bize Türkî gerektir”. Her ne kadar kendisi bu düşünceleri savunmuş olsa da yapıtlarında bolca Arapça ile Farsça sözcük ve tamlamalar kullanmayı sürdürmüştür. Namık Kemal bilimsel terimlerin, özellikle tıp ile ilgili kavramların Arapça ve Latinceden alınması yerine Türkçe karşılıklarının türetilmesini savunmaktaydı. Ayrıca konuşma dili ile yazı dili arasındaki farka dikkat çeken Namık Kemal, yazı dilinin sadeleşerek halkın anlayabileceği bir şekle dönüştürülmesi gerektiği görüşündeydi. Türkçede güvercin, örümcek gibi kelimeler varken kebuter, ankebut gibi yabancı kelimelerin kullanılmasına karşı olan Ahmet Mithat Efendi, Osmanlıcanın Islahı adlı makalesinde Arapçaya has olan izafet, sıfat, müzekker, müennes, müfred, cem gibi gramer kurallarının Türkçe gramere dahil edilmemesini ve Türkçenin Arapçadan ayrı, başlı başına bir dil olarak ele alınıp gramer kurallarının oluşturulmasını savunmaktaydı. Türkçedeki yabancı kökenli kelimelerin istenilen zaman terk edilebileceğini dile getiren Şemseddin Sami, et dururken lahim ya da guşt, gök dururken sema, sipihr, felek, asman, gendun gibi kelime kullanımlarına karşı çıkmıştır. Ahmed Vefik Paşa, o dönem itirazlarla karşılanmasına rağmen basit ve kaba Türkçe diye sözlüklere dahil edilmeyen ve halk dilinde giderek unutulan abanmak, albeni, bağdaşmak, başlangıç, benimsemek, bitkin, bulgu, çatlak, çıkar, çılgın, dargın, dişlek, doğrulmak, dokunaklı, dolmuş, dönüştürmek, düşünce, esnek, ezgi, gelişmek, gezgin, görgü, ıkınmak, ilişik, kalıntı, kanıksamak, katlamak, kavşak, kaydırak, kollamak, kuruntu, ödlek, özen, pısırık, sağlamak, sağlam, saklambaç, sayın, sevimli, sezgi, soluk, sürekli, sürüm, süs, toplamak, toptan, vurgun, yadırgamak, yanardağ, yaşıt, yatalak, yorum gibi birçok kelimeyi Lehçe-i Osmanî sözlüğüne eklemiş, aynı zamanda yazılarında Türkçe tamlama kuralları ile muhayyir’ül-ukul yerine akıllar muhayyiri, zevk-i civanan yerine civanan zevki yazmasıyla kendisinden sonra gelecek Yeni Lisancılar'ı büyük ölçüde etkilemiştir. Genç Kalemler çatısı altında toplanan Ömer Seyfettin ve Ziya Gökalp, Yeni Lisan Hareketi ile dilde sadeleşmenin gerekliliğini savunmuşlardır. Yeni Lisancılar'a bakıldığında göze çarpan bir başka durum ise bu "sadeleşme" düşüncesinin yalnızca yazınsal anlamda olmayıp düşüngüsel anlamda olmasıdır. Özellikle Ziya Gökalp yapıtlarında "Orta Asya Türkçesi" denilen ve yüzyıllardır kullanılmayan sözcüklere yer vermiştir. Bunlara örnek olarak Ziya Gökalp'in "Altın Destan" adlı şiirinde turan, ulus, budun, kurultay, ogan gibi sözcükler yer almaktadır. Tüm bunlara karşın arılaşmadan söz etmek mümkün değildir. Cumhuriyetin ilanından sonra Mustafa Kemal Atatürk büyük devrimlerinin yanı sıra dilde arılaşma konusuyla da ilgilenmiştir. Türkçe üzerine yapılan bu arılaşma hareketi Dil Devrimi olarak adlandırılmıştır. Mustafa Kemal Atatürk'ün yönergeleriyle 12 Temmuz 1932'de kurulan Türk Dili Tetkik Cemiyeti Türkçenin arılaşması üzerine çalışmalar yaptı. Kurum, konuşma ile yazı dilinde bulunan Arapça ile Farsça kökenli sözcüklerin yerine Türkçe karşılıkların bulunması için halk ağzından, tarihî metinlerden ve gazete anketlerinden yararlandı. Ayrıca var olan Türkçe sözcüklerin kök ile gövdelerine yeni ekler getirerek yeni sözcükler türetmeye çalıştı. Sözcük türetmeleri büyük ölçüde Falih Rıfkı Atay, Saffet Arıkan, İbrahim Necmi Dilmen, Ali Muzaffer Göker, Fuat Köprülü, Saim Ali Dilemre, Fazıl Nazmi Akalın, Yusuf Ziya Özer, Fazıl Ahmet Aykaç, Naim Hazım Onat, Necmettin Sadık, Hasan Fehmi Turhal, Şükrü Akkaya, Besim Atalay, Ahmet Cevat Emre, Ali Canip Yöntem, Hasan Reşit Tankut, Refet Ülgen, İzzet Ulvi Aykurt ve Abdülkadir İnan'dan oluşan Karşılıklar Kılavuzu Kolu üzerinden yürütüldü ve çalışmalar sonucunda Osmanlıcadan Türkçeye ve Türkçeden Osmanlıcaya cep kılavuzları yayımlandı. Bu kılavuzlar ile eski metin taramalarından amaç, basınç, başkan, belge, dergi, durum, evren, kapsamak, karşıt, konut, nicelik, nitelik, öğrenci, övünç, sonuç, tarım, yanıt, yargıç; halk ağzı derlemelerinden anlam, düzenek, eşit, gider, görkem, sorgu, ürün, yoksun, yöntem; anlam ve yazım değişiklikleri yapılarak gazete anketlerinden aday, ayrıntı, çekince, çağdaş, dayanak, deyim, doğa, duyu, etki, güdü, ilgi, kavram, konum, kural, kuram, özgün, saldırgan, sanık, sezi, sığınak, söylenti, tanım, tapınak, yansımak; diğer Türk dillerinden bilim, sınav, tüzük; kök ile gövdelere ek getirilerek anıt, araç, aşama, basın, beğeni, bakan, bencil, birey, çoğul, denge, deprem, dilekçe, direnç, doku, duruşma, düzey, eğitim, etken, etkin, evrim, genel, gösteri, kanıt, kesit, kurum, okul, onay, ödev, öğretmen, önem, önlem, özel, özet, özgür, saldırı, seçmen, somut, soyut, süre, taşıt, tepki, tören, uçak, uzman, üretim, yetenek, yetki, yüzey gibi birçok sözcük Türkçeye kazandırıldı. Ayrıca Mustafa Kemal Atatürk 1937 yılında yayımladığı Geometri kitabı ile Arapça ve Farsça geometri terimlerine karşılık açı, açıortay, boyut, uzay, teğet, eğik, yatay, düşey, dikey, yöndeş, üçgen, dörtgen, beşgen, çokgen, köşegen, eşkenar, ikizkenar, yamuk, artı, eksi, çarpı, bölü, toplam, orantı gibi birçok Türkçe sözcük türetmiştir. Cumhuriyetin erken dönemlerinden sonra her ne kadar arılaşma sürecinde yavaşlamalar olsa da bu akım ilerlemeye devam etti. Nurullah Ataç anlatı, çeviri, eleştiri, etkilemek, ilginç, koşul, kurgulamak, önyargı, örneğin, yapıt gibi onlarca yeni sözcük türetti. Ali Püsküllüoğlu Öz Türkçe Sözlük çalışmasını yayımladı. Bilgisayar mühendisi Aydın Köksal yabancı kavramlara karşılık bilişim, bilgi işlem, bellek gibi Türkçe karşılıklar türetti. Bu sözcüklerden bugün en bilineni ise bilgisayar sözcüğüdür. İngilizce ve Fransızca kökenli sözcüklerin yerine Türkçe karşılıkların bulunması için Türk Dil Kurumu bünyesinde 1970 yılında Batı Kaynaklı Sözcüklere Karşılıklar Komisyonu kuruldu. 1979 yılına kadar çalışmalarını yürüten bu komisyonda süreç içinde Samim Sinanoğlu, Tahsin Saraç, Emin Özdemir, Hasan Eren, Agop Dilâçar, Sadettin Buluç, Tahir Nejat Gencan, Berke Vardar, Cemal Mıhçıoğlu, Semih Tezcan gibi isimler yer aldı ve ileti, iletişim, seçenek, yerleşke gibi birçok yeni sözcük Türkçeye kazandırıldı. 1983 yılında Türk Dil Kurumu'nun dernek tüzel kişiliğine son verilmesiyle Öztürkçecilik çalışmaları büyük ölçüde azalmıştır. Tartışmalar Hangi sözcüklerin yabancı kökenli sayılacağı ya da yabancı her sözcüğün atılmasının doğru olup olmayacağı bir tartışma konusudur. Bundan da öte dile karışılıp karışılmayacağı ya da bunun ne düzeyde halk dili tarafından benimsenip benimsenmeyeceği ya da böyle bir girişimin ne denli doğru olacağı spekülasyonlara açık bir alandır. Yine de burada her iki yönde de örnekler olduğu kesindir. İlk olarak belirtilmesi gereken konu, sonradan türetilmiş olan olasılık, olanak, bağımsızlık, ivme gibi pek çok sözcüğün bugün benimsendiğidir. Ancak öte yandan halk kulağı ile söyleyişine uymayan sözcüklerin kabul görmediği de bir gerçektir. Örneğin yazın sözcüğü Edebiyat anlamında kullanılmak istense de çok fazla ilgi görmemiştir. Yine de ilginç bir biçimde yazınsal sözcüğü edebi anlamına gelir ve görece daha çok uygulama alanı bulmuştur. Bunun dışında birdenbire oluveren bir değişim hiçbir zaman herkesçe benimsenmemiş ve kulağa yabancı gelmiştir. Bunun en güzel örneklerinden birisi Mustafa Kemal Atatürk'ün kendisinin sonradan vazgeçtiği kesinlikle öz Türkçe kullanımı amaçlayan uygulamasıdır. Konuğu olan İsveç Prensine yönelterek yaptığı şu konuşma bu durumu özetler niteliktedir. "Altes Ruayâl, Bu gece, yüce konuklarımıza, Türkiye’ye uğur getirdiklerini söylerken duyduğum, tükel özgü bir kıvançtır. Burada kaldığınız uzca, sizi sarmaktan hiç durmayacak ılık sevgi içinde, bu yurtta, yurdunuz için beslenmiş duyguların bir yankısını bulacaksınız. İsveç-Türk uluslarının kazanmış oldukları utkuların silinmez damgalarını tarih taşımaktadır. Süerdemliği, önü, bu iki ulus, ünlü sanlı sözlerinin derinliğinde sonsuz tutmaktadır. Ancak, daha başka bir alanda da onlar erdemlerini, o denli yaltırıklı yöntemle göstermişlerdir. Bu yolda kazandıkları utkular, gerçekten daha az özence değer değildir. Avrupa’nın iki bitim ucunda yerlerini berkiten uluslarımız, ataç özlüklerinin tüm ıssıları olarak baysak, önürme, uygunluk kıldacıları olmuş bulunuyorlar; onlar bugün en güzel utkuyu kazanmaya anıklanıyorlar; baysal utkusu. Altes Ruayâl, Yetmiş beşinci doğum yılında oğuz babanız, bütün acunda saygılı bir sevginin söyüncü ile çevrelendi. Genlik, baysal içinde erk sürmenin gücü işte bundadır. Ünlü babanız, yüksek kralınız beşinci Güstav’ın gönenci için en ıssı dileklerimi sunarken, Altes Ruvayâl, sizin Altes Ruvayâl, prenses Louise, sevimli kızınız Altes Prenses İngrid’in esenliğine, tüzün İsveç ulusunun gönencine içiyorum." Böylesine çabuk ve yoğun bir değişimin benimsenmeyeceğini anlayan Mustafa Kemal Atatürk değişimin zamana yayılmasını öngörerek daha esnek bir yaklaşım sergilemiştir. 1935 yılında görüşlerinin bu yönde değiştiği bilinmektedir. Örneğin; 1934 ile 1937 yıllarındaki Dil Günü nedeniyle Türk Dil Kurumu’na çekmiş olduğu telgraflar Atatürk’ün bu konudaki düşüncelerinin değişimini gösterir niteliktedir: “Dil Bayramı’ndan ötürü, Türk Dili Araştırma Kurumu genel özeğinden, ulusal kurumlarından birçok kutun bitikler aldım, gösterilen güzel duygulardan kıvanç duydum. Ben de kamuyu kutlarım.” (26 Eylül 1934) “Dil Bayramı münasebetiyle Türk Dil Kurumu’nun hakkımdaki duygularını bildiren telgraflarından çok mütehassis oldum. Teşekkür eder, değerli çalışmalarınızda muvaffakiyetlerinizin temadisini dilerim” (27 Eylül 1937) Bu birer tümcelik yazılarda bile göze çarpan konular şunlardır: İlk yazıdaki söz varlığını bugün bile anlamak güçtür. Buna karşın kimi sözcüklerin (ötürü, ulusal, kurum, kıvanç) zaman içerisinde dilin kullanımına girdiği de bir gerçektir. Sözün özeti, savlandığı gibi türetilmiş ya da derlenmiş sözcüklerin kullanıma sokulması olanaksız ya da şaşılacak bir şey değildir. Ancak öz Türkçenin kesin anlamda sağlanması olanaklı görünmemektedir. Yabancı dillerle alışveriş her zaman belirli bir ölçüde olacaktır ve bu kaçınılmaz bir şeydir. İzlenmesi gereken yol, türetilmiş ya da derlenmiş sözcüklerin doğru seçilmesi, (söyleyiş kolaylığı ve işitmedeki benimseyiş açısından) halk ağzına uygun olması ya da bilimsel kullanımdaki terim niteliğine sahip olması göz önünde tutarak Türkçenin korunmaya çalışılmasıdır. Öbür türlü Bilgisayar sözcüğü yerine gerçekte daha doğru bir tanım içeren "Bilgiişler" sözcüğünü benimsetmeye çalışmak, Türkçe bir sözcüğün benimsenmesi yerine ters bir tepki ile karşılaşma olasılığını ortaya çıkarabilir. Çünkü ikinci türetim söyleyiş açısından daha güç bir yapıya sahiptir. Kullanıma sokulacak sözcüklerin nasıl türetileceği ise daha başka bir tartışmanın içeriğini oluşturur. Bu konuda yeterli bilgiye sahip olmayan kişiler ise çoğu zaman karşısına çıkan her yeni sözcüğü sonradan türetilmiş sanma eğilimindedir. Örneğin Yunup sözcüğü Abdest anlamı taşır ancak kesinlikle sonradan türetilme olmayıp Kutadgu Bilig içerisinde geçer. Buna benzer binlerce örnek gösterilebilir. Derleme çalışmaları ile elde edilen ve halk ağzında var olan sözcükleri kullanıma sokmak zaman zaman izlenen bir yöntemdir. Ayrıca bakınız Türkçedeki yabancı kökenli sözcüklerin Türkçe karşılıkları Dil Devrimi Dilbilimsel Saflık (Dilbilimsel Sadelik) Dil planlaması Kaynakça Dış bağlantılar Atatürk'ün anlaşılamayan bir nutku! - Ömer Aymalı-Dünya Bülteni / Tarih Servisi ATATÜRK'ÜN TÜRK DİL KURUMU - MUSTAFA KEMAL VE TÜRKÇE (12 Temmuz 1932- 17 Ağustos 1983) Aykırı Bakış, Dr. Yusuf Gedikli - Dil inkılabı: sebepleri ve sonuçları? Kategori:Türk milliyetçiliği Kategori:Dilbilimsel saflık
 

Tema özelleştirme sistemi

Bu menüden forum temasının bazı alanlarını kendinize özel olarak düzenleye bilirsiniz.

Zevkine göre renk kombinasyonunu belirle

Tam ekran yada dar ekran

Temanızın gövde büyüklüğünü sevkiniz, ihtiyacınıza göre dar yada geniş olarak kulana bilirsiniz.

Izgara yada normal mod

Temanızda forum listeleme yapısını ızgara yapısında yada normal yapıda listemek için kullanabilirsiniz.

Forum arkaplan resimleri

Forum arkaplanlarına eklenmiş olan resimlerinin kontrolü senin elinde, resimleri aç/kapat

Sidebar blogunu kapat/aç

Forumun kalabalığında kurtulmak için sidebar (kenar çubuğunu) açıp/kapatarak gereksiz kalabalıklardan kurtula bilirsiniz.

Yapışkan sidebar kapat/aç

Yapışkan sidebar ile sidebar alanını daha hızlı ve verimli kullanabilirsiniz.

Radius aç/kapat

Blok köşelerinde bulunan kıvrımları kapat/aç bu şekilde tarzını yansıt.

Foruma hoş geldin 👋, Ziyaretçi

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Foruma üye olmak tamamen ücretsizdir.

Geri