Güneşin kızıl ışınları, Roma'nın ihtişamlı kalıntılarından sızarak, şehrin sokaklarına bir sis perdesi yayıyordu. Hava, iç savaşın ağırlığıyla boğulmuş, her köşesinde Brutus'un hainliği, Cassius'ın entrikaları, Antony'nin hırsı yankılanıyordu. Fakat en çok, Lucius Cornelius Lucanus'un adı yankılanıyordu. Genç, ateşli ve zeki bir askerdi, Caesar'ın sadık bir generali. Ancak kader, onun için acımasızca bir oyun kurmuştu.
Lucius, şehrin kalbinde, Forum Romanum'un ihtişamlı taşlarında, Caesar'ın en sevilen askerlerini bir araya topladı. Onların gözlerinde, bir zamanlar Roma'yı yöneten, dünya üzerinde egemenliği ilan eden imparatorun yokluğunda, kayıp ve öfkeyle dolu bir yansıma gördü. Caesar öldürülmüş, ve Roma, birbirini yutmaya başlamıştı. İç savaşın ateşi, her köşeden yükseliyor, Roma'yı yok etmekle kalmayıp, aynı zamanda ruhunun derinliklerini yakıyordu.
Lucius, Caesar'ın ruhunu yaşatmak için yemin etti. O, Antony'nin büyüleyici vaatlerine karşı durmaya, Octavian'ın yeni rejiminin karanlığını aydınlatmaya kararlıydı. Onun elinde, Caesar'ın mirası, Roma'nın kaderi yatıyordu.
Ama bu yolda, Lucius, ihanet, hırs ve güç mücadeleleriyle karşı karşıya kaldı. Arkadaşlarından bazıları, Caesar'ın düşmanlarına katılmaya cesaret buldular. Bazıları ise, Lucius'un idealizmini taklit ederek, ona sadık kaldılar.
Her savaş, her zafer, Lucius'un ruhunu daha da derinlemesine yordu. Ama o, Caesar'ın mirasını korumak için, Roma'nın kaderini yeniden şekillendirmek için mücadele etmeye devam etti.
Yükselen güneşin ışıkları, Lucius'un yüzünde bir gölge oluştururken, o, Roma'nın yıkılışının eşiğinde duran, bir imparatorluğun sonuncusu gibi hissediyordu. Ve kalbi, bir zamanlar Roma'nın ihtişamı için attığı her kalbin, şimdi Roma'nın düşüşü için atıldığını biliyordu.
Lucius, Roma'nın kaderini değiştirecek olan son savaşın eşiğindeydi.
Lucius, şehrin kalbinde, Forum Romanum'un ihtişamlı taşlarında, Caesar'ın en sevilen askerlerini bir araya topladı. Onların gözlerinde, bir zamanlar Roma'yı yöneten, dünya üzerinde egemenliği ilan eden imparatorun yokluğunda, kayıp ve öfkeyle dolu bir yansıma gördü. Caesar öldürülmüş, ve Roma, birbirini yutmaya başlamıştı. İç savaşın ateşi, her köşeden yükseliyor, Roma'yı yok etmekle kalmayıp, aynı zamanda ruhunun derinliklerini yakıyordu.
Lucius, Caesar'ın ruhunu yaşatmak için yemin etti. O, Antony'nin büyüleyici vaatlerine karşı durmaya, Octavian'ın yeni rejiminin karanlığını aydınlatmaya kararlıydı. Onun elinde, Caesar'ın mirası, Roma'nın kaderi yatıyordu.
Ama bu yolda, Lucius, ihanet, hırs ve güç mücadeleleriyle karşı karşıya kaldı. Arkadaşlarından bazıları, Caesar'ın düşmanlarına katılmaya cesaret buldular. Bazıları ise, Lucius'un idealizmini taklit ederek, ona sadık kaldılar.
Her savaş, her zafer, Lucius'un ruhunu daha da derinlemesine yordu. Ama o, Caesar'ın mirasını korumak için, Roma'nın kaderini yeniden şekillendirmek için mücadele etmeye devam etti.
Yükselen güneşin ışıkları, Lucius'un yüzünde bir gölge oluştururken, o, Roma'nın yıkılışının eşiğinde duran, bir imparatorluğun sonuncusu gibi hissediyordu. Ve kalbi, bir zamanlar Roma'nın ihtişamı için attığı her kalbin, şimdi Roma'nın düşüşü için atıldığını biliyordu.
Lucius, Roma'nın kaderini değiştirecek olan son savaşın eşiğindeydi.