Bu filmi yıllar önce sinemada izlediğimi hatırlıyorum. Geçtiğimiz günlerde yeniden izledim ve neden bu kadar etkilendiğimi daha iyi anladım. Kesinlikle ilkinden daha iyi olan devam filmlerinden birisidir. Kostümler, mekanlar, oyuncu seçimleri ve görsel efektler şahane. Tüm bu saydığım konularda ilk filmin üzerine koyarak ilerlenmişler. Filmde yer alan pek çok karakterin ve olayın tarihsel gerçeklerden esinlenmesi de olayı bambaşka bir boyuta taşıyor. Davy Jones, Uçan Hollandalı ve Kraken'ı ele alalım. Davy Jones 18. yüzyılda İngiliz denizcileri arasında anlatılan popüler bazı hikayelerin kahramanıdır. Kimi hikayelerde deniz şeytanı, kimisinde ise başarısız ve alkolik bir gemi kaptanıdır. Uçan Hollandalı ise 17. yüzyıldan itibaren denizciler arasında popülerleşmeye başlamış bir öyküdür. Hendrik van der Decken adlı Hollandalı kaptanın, Ümit Burnu'ndan geçmek isterken lanetlendiğini efsanesinden beslenen bu hikayede gemi mürettebatı da kaptanla beraber lanetlenmiştir. Hayalet gemi, ölümsüz mürettebat ve lanetli kaptan sonsuza dek denizlerde olmak zorundadır. Sisli ve fırtınalı havalarda ortaya çıkan Uçan Hollandalı ve saz arkadaşları, genellikle yaşanacak kötü bir olayın habercisi olarak düşünülürdü. Bugün bile çoğu insanın kanını donduracak kadar ürkütücü olan okyanuslar söz konusu olduğunda, bundan yüzlerce yıl önce daha primitif şartlarda denizcilik yapan insanların bu tarz efsanelere inanmasına şaşırmamak gerekiyor. Kraken'e ise Norveç ve Grönland kıyılarında yaşadığı iddia edilen devasa deniz canavarıdır. Bir ada büyüklüğünde olan Kraken, gemileri denizin dibine çekmesiyle nam salmıştır. Kalamar ya da ahtapot olarak tasvir edilen Kraken, filmde gayet güzel bir şekilde tasvir edilmiştir. Zira elimizde Kraken dediğimiz mitolojik yaratığın hayali çizimlerinden başka bir şey yoktur. Bunların dışında filmde isminden bahsedilmeyen yamyam halkın Karayip bölgesinde yaşayan Arawaklar olması da çok mümkün. Filmin bir kısmında yamyamların insan kurbanı ve tanrı inanışı arasındaki bağlantıyı es geçmemesi çok güzel bir detaydı benim için. Frazier'in "The Golden Bough" adlı eserinde enine boyuna incelenen bu ritüele dünyanın çok farklı bölgelerinde rastlamak mümkün. Bahse konu toplumlar bazen inandıkları tanrı'nın bir insan bedenine hapsolduğunu düşünürken, bazen de tanrılarına yaklaşmak için kanlı canlı bir insanı kurban edebilirler. Bu ritüelle tanrı'ya normalden daha yakın hissederler. Kurbanın eti ve kanı ise burada sadece araçtır. Tüm bu ritüeller hepimizin aşina olduğunu düşündüğüm islam inanışındaki kurban kesme ritüelinin kökenlerine inmek isteyenler için güzel bir ipucudur. Kurban kesilirken edilen dualar, kesilen kurbanın kanının alnınıza sürülmesi, etinin yenmesine bir kutsallık atfedilmesi vs.