Bir zamanlar, güneşli bir vadide, rüzgarın sürekli hışırtısıyla uyanan bir köy vardı. Portakallık köyü adı verilen bu küçük cennet, adını dalları altın sarısı portakal meyveleriyle dolu, yükselen ağaçlardan alıyordu. Köyün sakinleri, portakal ağaçlarının gölgesinde hayatlarını sürdürür, her sabah taze portakal suyu ile güne başlardı.
Portakal ağaçları, köyün yaşam kaynağıydı. Meyveleri, yemekleri, şarapları, hatta evlerini inşa etmelerinde kullandıkları malzemenin kaynağıydı. Köyün her köşesinde portakal kokusu vardı, bir çeşit büyülü ve huzur dolu aroma.
Ancak, köyün sakinlerinin portakal tutkusu, zamanla onları dış dünyadan kopardı. Yeni kavramlara ve fikirler karşısında kapalı, kendi içindeki dünyaya hapsedildiler. Dışarıdaki dünyanın sorunları, onlara uzak bir rüya gibi geldi.
Portakal ağaçları, köyün yaşam kaynağıydı. Meyveleri, yemekleri, şarapları, hatta evlerini inşa etmelerinde kullandıkları malzemenin kaynağıydı. Köyün her köşesinde portakal kokusu vardı, bir çeşit büyülü ve huzur dolu aroma.
Ancak, köyün sakinlerinin portakal tutkusu, zamanla onları dış dünyadan kopardı. Yeni kavramlara ve fikirler karşısında kapalı, kendi içindeki dünyaya hapsedildiler. Dışarıdaki dünyanın sorunları, onlara uzak bir rüya gibi geldi.