Raftaki veya stoktaki ürünlere zam yapmak, yüksek enflasyon ortamında işletme sermayesini korumak adına bazen kaçınılmaz hale gelebilir. Ancak bu durum, mevcut enflasyonu daha da artırarak sorunların derinleşmesine neden olabilir. Aynı zamanda bu durum, mikroekonomi açısından da incelenen bir konudur. Toplumun gözünde ise oldukça hassas bir konu olarak algılanmaktadır.
Örneğin, bir tüccarın 100 liraya aldığı ve 150 liraya sattığı bir ürünü, yeni partinin alış fiyatının 150 liraya yükselmesi durumunda, 100 lira maliyetli eski ürünü ile birlikte yeni partiyi de 225 liraya satmaya çalışacaktır. Eğer eski ürünü 130 liraya satarsa, işletme sermayesi zarar görebilir ve olumsuz sonuçlar ortaya çıkabilir. Bazı firmalar ise yeni fiyatı pazara yansıtamaz ve zor durumda kalabilirler. Bu durumda çözüm bulunması veya durumun değiştirilmesi gerekmeyebilir; çünkü serbest piyasa ekonomisinde işleyiş bu şekildedir. Kazanan firma kazanır, kaybeden firma ise batma riskiyle karşı karşıya kalır. Rekabet kuralları ve yasalar çerçevesinde, alıcı bulunması halinde malına %500 zam yapmak isteyen bir firma da bunu gerçekleştirebilir. Ancak fiyat kartelleri ve rekabeti bozan oluşumlarla mücadele ederek rekabetin sağlıklı bir şekilde devam etmesini sağlamak devletin görevidir.
Bununla birlikte, moda veya dayanıklılık süresi gibi faktörler nedeniyle hızlıca satılması gereken ürünlerde eski ürünün fiyatını kolayca artırmak mümkün olmayabilir. Giyim ve gıda gibi ürünler bu duruma örnek olarak gösterilebilir. Ancak demir, çelik, alüminyum gibi dayanıklı hammaddelerde fiyatlar genellikle hızla yeni piyasa fiyatlarına uyum sağlar.
Bu durum aynı zamanda toptan eşya fiyat endeksi (ÜFE) ile tüketici fiyat endeksi (TEFE) arasındaki farkı da bir ölçüde açıklamaktadır. Ayrıca, moda, dayanıklılık süresi ve aşırı rekabet gibi faktörler nedeniyle ürünlerine yeterli zam yapamayan firmalar, işletme sermayesi açığı ve mali sorunlarla karşılaşabilirler.
Sonuç olarak, yüksek enflasyon dönemlerinde hisse senedi seçerken bu tür faktörleri göz önünde bulundurmak önemli olabilir. İşletmelerin üretim ve stok süreleri uzun olan sektörlerde bu durum daha fazla etkili olabilir. Tüketiciler olarak ise, ürünlerin üretim ve son tüketim tarihlerine dikkat etmek, enflasyonist dönemlerde olası riskleri azaltabilir.
Bu süreçte dikkatinizi çekmiş olabileceği gibi, verdiğim örnekte tüccarın kar marjı genellikle maliyet üzerinden %50 olarak hesaplanmıştır. Rekabet koşullarına göre değişmekle birlikte iş dünyası genellikle kar marjını korumaya çalışır ve genellikle başarılı olur. Ancak ortama uyum sağlayamayan veya rekabet edemeyen işletmelerin iflas etme riskiyle karşı karşıya kalabileceği unutulmamalıdır. Bu nedenle enflasyonun gelir adaletsizliği üzerindeki etkisini, özellikle de sabit gelirli kesimleri nasıl etkilediğini anlamak önemlidir.
Örneğin, bir tüccarın 100 liraya aldığı ve 150 liraya sattığı bir ürünü, yeni partinin alış fiyatının 150 liraya yükselmesi durumunda, 100 lira maliyetli eski ürünü ile birlikte yeni partiyi de 225 liraya satmaya çalışacaktır. Eğer eski ürünü 130 liraya satarsa, işletme sermayesi zarar görebilir ve olumsuz sonuçlar ortaya çıkabilir. Bazı firmalar ise yeni fiyatı pazara yansıtamaz ve zor durumda kalabilirler. Bu durumda çözüm bulunması veya durumun değiştirilmesi gerekmeyebilir; çünkü serbest piyasa ekonomisinde işleyiş bu şekildedir. Kazanan firma kazanır, kaybeden firma ise batma riskiyle karşı karşıya kalır. Rekabet kuralları ve yasalar çerçevesinde, alıcı bulunması halinde malına %500 zam yapmak isteyen bir firma da bunu gerçekleştirebilir. Ancak fiyat kartelleri ve rekabeti bozan oluşumlarla mücadele ederek rekabetin sağlıklı bir şekilde devam etmesini sağlamak devletin görevidir.
Bununla birlikte, moda veya dayanıklılık süresi gibi faktörler nedeniyle hızlıca satılması gereken ürünlerde eski ürünün fiyatını kolayca artırmak mümkün olmayabilir. Giyim ve gıda gibi ürünler bu duruma örnek olarak gösterilebilir. Ancak demir, çelik, alüminyum gibi dayanıklı hammaddelerde fiyatlar genellikle hızla yeni piyasa fiyatlarına uyum sağlar.
Bu durum aynı zamanda toptan eşya fiyat endeksi (ÜFE) ile tüketici fiyat endeksi (TEFE) arasındaki farkı da bir ölçüde açıklamaktadır. Ayrıca, moda, dayanıklılık süresi ve aşırı rekabet gibi faktörler nedeniyle ürünlerine yeterli zam yapamayan firmalar, işletme sermayesi açığı ve mali sorunlarla karşılaşabilirler.
Sonuç olarak, yüksek enflasyon dönemlerinde hisse senedi seçerken bu tür faktörleri göz önünde bulundurmak önemli olabilir. İşletmelerin üretim ve stok süreleri uzun olan sektörlerde bu durum daha fazla etkili olabilir. Tüketiciler olarak ise, ürünlerin üretim ve son tüketim tarihlerine dikkat etmek, enflasyonist dönemlerde olası riskleri azaltabilir.
Bu süreçte dikkatinizi çekmiş olabileceği gibi, verdiğim örnekte tüccarın kar marjı genellikle maliyet üzerinden %50 olarak hesaplanmıştır. Rekabet koşullarına göre değişmekle birlikte iş dünyası genellikle kar marjını korumaya çalışır ve genellikle başarılı olur. Ancak ortama uyum sağlayamayan veya rekabet edemeyen işletmelerin iflas etme riskiyle karşı karşıya kalabileceği unutulmamalıdır. Bu nedenle enflasyonun gelir adaletsizliği üzerindeki etkisini, özellikle de sabit gelirli kesimleri nasıl etkilediğini anlamak önemlidir.