Ağabeyimle tamponu doğru şekilde takıp mayoya sıvaşan bir şekilde derinlere doğru açılmaya başladık. Yürüye yürüye epey ilerleyip sonunda göğüs hizamıza varan bir noktaya ulaştığımızda kıyı hayli uzağımızda kalmıştı. Yarım saat suyun içinde yüzüp sohbet edip zaman geçirdiğimiz esnada yüzüm okyanusun açıklarına doğru dönük olduğu için 5 metre ötemizdeki köpekbalığının yüzgecini görmemle ciyak ciyak bağırmaya başladım. Yüzü benimle sohbete daldığı için kara tarafına dönük olan ağabeyim önce şaka yaptığımı sandı. Benim gördüğüm şeyi o da görünce hızla karaya doğru yol almaya başladı. Ağabeyim benden daha derinde olduğu için birkaç adım arkamda kaldı, geri geri kaçıyordu. (Köpekbalığı iyice yaklaşırsa burnunu yumruklayacakmış. Tehlikenin geldiği yere sırtını dönemezmiş.) (bkz: deli cesareti) Ben şok, boka karışan öd, çaresizlik ve korkunun her türlüsünü aynı anda yaşayarak uzaklaşmak için çırpınırken birkaç adım arkamda kalan ağabeyime "koş, koş!!!!" şeklinde denizin içinde yapılması pek de mümkün olmayan bir emirle haykırıyordum. Karaya varıp da ağabeyim "kireç gibi olmuşsun, sakin ol. Kurtulduk." dediğinde yüreğim yerinden fırlayacak gibi atıyordu. Ağabey - kardeş az daha bir köpekbalığına akşam yemeği olacaktık."Ne de olsa mayoya geçmiyor, güvendeyim" diye düşünenler bir kez daha düşünsün. Okyanusun ortasında kendinizi "bu korku filminin içinde benim işim ne?" diye sorgulamak istemiyorsanız...