Foruma hoş geldin 👋, Ziyaretçi

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Foruma üye olmak tamamen ücretsizdir.

Resim Kuramı

bullvar_katip

Administrator
Katılım
21 Mayıs 2024
Mesajlar
532,105
Resim kuramı (Alm: Bildertheorie, İng: Picture theory), Wittgenstein'ın Tractatus Logico-Philosophicus adlı kitabında ortaya koymaya çalıştığı dilbilimsel referans ve anlam teorisidir. Almanca Bild kelimesi, dilimize resim olarak çevrilir. Resim kavramı, 1870’lerden itibaren Alman fizikçiler tarafından kullanılmaya başlandı. Bild kavramının ilk kullanımları analoji, teori, model ve hatta nihayetinde düşünce, önerme ve dil anlamlarında ortaya çıkmıştır. Epistemolojik ve ontolojik varsayımlar tarafından farklı anlamlarda kullanılmış olmasına rağmen ortak olarak fiziksel dünya hakkında kullanılmaktaydı. Ancak Ludwig Wittgenstein resim kuramıyla düşüncelerin dile getirilişlerine, yani dile sınır çizmeye çalışmıştır. Dilin sınırlarını belirlemeye çalışan Wittgenstein, öncelikle dilin özünü kavramaya girişir. Wittgenstein'a göre bütün felsefe "dil eleştirisidir" ve felsefe tarihinde tartışılan soruların çoğunun bir önemi yoktur. Çünkü filozofların çoğunluk soruları dil mantığımıza dayanan hatalardan kaynaklanmaktadırlar ve yine bu nedenle cevaplanmaya gereksinimleri bulunmaz; saçmadırlar. Bu yüzden felsefenin biricik görevi de dili yanılgılardan ve aldatıcı kullanımlardan arındırmaktır. Bu bağlamda Wittgenstein'ın birinci dönem çalışmalarının bir sonucu olarak felsefe, dili konu edinerek dil felsefesini ayrı bir alan olarak görmüştür. Aynı sebeplerle Wittgenstein'ın resim kuramı genellikle dilin resim kuramı ya da anlamın resim kuramı olarak anlaşılır. Tarihçe: Boltzmann'dan Wittgenstein'a Galileo Galilei gerçek fiziksel dünyayı görünüşlerin ötesinde anlamaya çalışmış ve fiziğin asıl amacını bu asıl gerçekliği anlamak olarak belirlemeye çalışmıştı. Ancak 19. yüzyılın son çeyreğine girilirken Gustav Robert Kirchoff, Galileo'dan beri yerleşmiş olan fiziğin bu amacını reddetmeye başlayarak fizik dünyasında bir sansasyona sebep oldu. Kirchoff'a göre mekaniğin görevi, doğadaki hareketleri en basit ve en eksiksiz şekilde tanımlamak olmalıydı. Bu yeni yolu da fiziği matematik formüllerine indirgeyerek başarabileceğine inanıyordu. Bilim dünyasında yaşanan bu radikal sadeleştirme furyasına Ernst Mach da katılacak ve Kirchoff'un üstlendiği misyona destek olacaktır. Mach, radikal sadeleştirme üzerine çalışmalarına düşünce ekonomisi adını verdi. Bu teorinin ilkelerinden biri atomlarla ilgiliydi ve görünüşlerin ötesinde, atomların ve moleküllerin gerçek olduğu fiziksel dünyanın reddi söz konusuydu. Fakat Ludwig Boltzmann, Mach'ın ve Kirchoff'un radikal sadeleştirme çabalarına karşı çıkmalıydı çünkü Boltzmann'ın kendi fizik teorisinin neredeyse tamamı atomların varlığının kabulüne dayanıyordu. Boltzmann bir fizik teorisinin amacının, "tamamen içsel olarak var olan dış dünyanın bir resmini inşa etmek olduğu" şeklindeki formülasyona karşı çıktı ve aynı zamanda, bu tür resimlerin kelimelerle tanımlanamayacağını da kabul etti. Atomların varlığına inanan ve ona yönelen tüm saldırıların karşısında verdiği tavizlere rağmen, örneğin elektronların sürekliliği ve süreksizliği gibi konularda resmin, hipotezleri açıklamak için gerekli olduğunu düşünüyordu. Ek olarak Boltzmann'a göre, kelimelerle söylenebilecek şeyler yine kelimelerle ifade edildiği için formüller asla teorilerin özü olamazlar. Yani, Wittgenstein'ın Tractatus'un önsözünde de belirttiği üzere: "Söylenebilecek ne varsa, açık söylenebilir; üzerine konuşulamayan konusunda da susmalı." önermesi böylelikle kaynağını Boltzmann'da bulur. Benzer şekilde İngiliz bilim dünyasında da resim, yukarıda değindiğimiz farklı anlamlarda kullanılmış olsalar da sıkça başvurulan bir kavram olmuştur. Örneğin Michael Faraday, James Clerk Maxwell ve John Tyndall gibi bilim insanları birbirlerini etkileyecek şekilde resim kavramını kendi teorileri için kullanmışlardır. Daha çok görsel ve mekanik modeller olarak kullanılan resimlerin teorileri açıklamakta ne kadar işlevsel olabileceği konusunda da belirli fikir ayrılıkları vardır. Ancak bütün bu ayrılıkların yanında resim kavramının bu kadar üzerine düşülmesinin asıl sebebi, beden gözüyle görülemeyecek olan bazı bilimsel içeriklerin (atomlar, elektronlar, kinetik hareketler vb.) temelde zihinsel temsiller aracılığıyla ifade edilmeye çalışıldığı ve bu ifadelerin aktarılışında karşımıza çıkan modellemelerin ve benzetmelerin bir zihinsel resim oluşturduğudur. Özellikle 19. yüzyılın geç dönemlerinin bilim dünyasında ve bilhassa Almanya, Avusturya gibi bilim çevrelerinde atomların ve parçacıkların gerçekliğine ilişkin kuvvetli muhalefet, Boltzmann'ın bunları zihinsel resimler gibi açıklamasındaki ısrarının nedenini ortaya koyar. Çünkü Mach ve Kirchoff cephesine göre prensipte duyusal olmayan ve bilinçsiz olan gizli kütlelerin veya gizli hareketlerin varlığı metafizik ve bilim dışı kabul edilmekteydi. Fakat bu değerlendirmeyi yaparken o zamanlarda atomlar ve parçacıklar hakkında neredeyse hiçbir şey bilinmiyor olduğunu göz ardı etmemek gerekir. Heinrich Hertz'in 1894 yılında yayımlanan Yeni Bir Bağlamda Mekaniğin İlkeleri (Die Prinzipien der Mechanik in Neuem Zusammenhange) isimli kitabı resim ve resim kuramı terimlerinin daha da popülerleşmesini sağladı. Daha sonraları Max Planck, Albert Einstein ve hatta Mach'ın kendisi bile bu kavramları bilimsel makalelerinde kullanmaya başladılar. Tedricen vazgeçilen Mach-Krichoff radikal sadeleştirme kampanyası hakkında Max Born: "Düşünce ekonomisini (Denkökonomie) uygulamanın en iyi yolu düşünmeyi bırakmaktır." diyerek 1905'ten 1925'e bilim dünyasında değişmekte olan dengeyi özetledi. Dolayısıyla, Wittgenstein'ın amacı bu bakımdan mantık ve mekaniğin karşılıklılığını göstermek olduğunda, görünen o ki Kirchhoff tarafından teşvik edilen metateorik gelişim seçenekleri Wittgenstein'ın mantık hakkındaki düşüncelerini de etkilemişti! Gerçekte, Wittgenstein'ın arkadaşları tarafından tartışılmaya açık olduğu üzere o, zamanın teorik fiziğindeki iki ana metodolojik geleneğini; Maxwell ve Tyndall tarafından vurgulanan İngiliz resim kuramları geleneğini ve Mach, Kirchhoff, Wilhelm Ostwald ve Fransa'da Pierre Duhem tarafından vurgulanan Alman radikal sadeleştirme geleneğini uzlaştırmaya çalıştı. Teoriden Dile Resim kuramı gittikçe teori kavramının yerini almaya başladığında, resmin dil ve önermelerle ilişkilendirilmeye başlaması kaçınılmaz oldu. Bir taraftan resim kuramı taraftarlarına karşı görüşler ileri süren ve düşünme faaliyetinin resimle değil, yalnızca dil ile gerçekleştiğini ileri süren düşünürler ortaya çıkarken; diğer bir yandan, dilin kullanımının imkânları dahilinde oluşturulabilecek sözcük kombinasyonlarıyla hiçbir anlamı olmayan nice tümcenin kurulabileceğini iddia eden resim kuramı savunucuları da ortaya çıkmaya başladı. Böylelikle tartışma, felsefi bir boyuta taşınarak dil felsefesine dönüşmeye başladı. Bilimi korumanın yolunun, tüm kelimeleri ve özellikle önceki felsefeden gelen ve o zamanın bilimi açısından faydasız veya cevapsız hale gelen soruları tespit edip ortadan kaldırmakla mümkün olduğunu savunan görüş, dil alanında bir "budanma"yı gerekli görüyordu. Boltzmann bu tip soruları ve söylemleri "anlamsız" kabul etti. Wittgenstein'ın ve özellikle Mantıksal pozitivizm'in Boltzmann'dan miras aldığı en önemli değerlerden biri, tüm meşru soruların bilim tarafından cevaplanabileceğine, eğer cevaplanamazlarsa insan bilgisinin sınırının ötesinde olduğunu ve dolayısıyla o soruların "anlamsız" olduğunu kabul eden varsayımıdır. Wittgenstein'ın Tractatus'ta başardığını iddia ettiği şey, düşüncelerin (Gedanken) ifade edilişine (Ausdruck) bir sınır çizmek ve bunu bir sistem haline getirmekti. Böylelikle Boltzmann'ın bilimin cevaplayamayacağı konuları araştırarak izin verilebilir sınırların ötesine geçen kelimelere karşı muhalif tutumu Tractatus'la birlikte vücut bulmuş oluyordu. Yukarıda saydığımız bilim insanlarının yanı sıra Wittgenstein birinci döneminde, doğruluk ve anlam konularında, Bertrand Russell, Gottlob Frege,George Edward Moore ve Alfred Jules Ayer gibi düşünürlerden etkilenmiştir. Hatta olgu ile değeri birbirinden ayıran yapının ne olduğu, aklın ve bilginin sınırlarının nereye kadar ulaşabileceği sorununu ciddi anlamda ele alan ve bu sorunu çözüme kavuşturmaya çalışan ilk filozof Immanuel Kant'tan ve onun metodundan oldukça etkilendiği de açıktır. Wittgenstein, bilinebilecek şeylerin olguyla sınırlı kalacağı kanısına varmıştır: “Olguların toplamı, neyin olduğu gibi olduğunu, aynı zamanda da bütün nelerin olduğu gibi olmadığını belirler.”(1.12) diyerek Kant'ın aksine, değerleri bu dünyanın dışında tutmaktadır. Hatta Wittgenstein'ın erken dönemi olarak adlandırılan Tractatus'taki temel iddialarından birinin, estetik ve etik gibi değerlerin ifadelerinin metafizik oldukları için anlamsız olduklarının ispatlanması ve ancak söylenebilen şeylerin doğal bilimlerin konusu olabileceği söylenebilir. Çünkü Wittgenstein için: "Dünya, olguların toplamıdır, şeylerin değil." (1.1) ve "Var olan olgu bağlamlarının toplamı, dünyadır." (2.04). Wittgenstein, olguları gerçeklik olarak kabul ederken onların yanında dilin, insanı sahte problemlere sürüklediğini düşünüyordu. Öyleyse dile bir çeki düzen vermeli; önermeleri en küçük öğelerine çözümleyerek yalnızca olgulardan söz etmeye imkân veren bir biçim kazandırmalıydı. Temel İmler Olan Adlardan Tümcelere Aşikâr olduğu üzere dilin çok anlamlılığı vardır. Dilin çok anlamlılığını aşmak isteyen Wittgenstein bu yüzden Tractatus'unu, G. Frege ve B. Russell'dan etkilendiği üzere matematik ve mantık disiplinlerindeki dile benzer bir biçimde önermeler halinde yazmıştır. 7 temel önermeden ve onların serimlenmesinden oluşan kitabındaki önermelerinin her biri sınırlı ve açık anlatıma sahip birer atomik önermedir. David Keyt'in bu konuya ilişkin özeti ise şöyle: "Tractatus'ta tanımlandıkları şekliyle temel önermeler aşağıdaki özelliklere sahiptir. Mantıksal sabitler, "değil" veya "ve" veya "tümü" gibi kelimeler içermezler. 'Mantıksal olarak birbirlerinden bağımsızdırlar.' (4.211, 5.134), 'Tamamen adlardan oluşurlar.' (4.22) ve 'her ad basit bir nesneyi temsil eder.' (3.203, 3.22, 2.02). Son olarak, temel bir önerme 'atomik bir durumun varlığını ileri sürer' (4.21)". Dilin çok anlamlılığından dolayı, düşünceyi gizlediğini öne süren bu fikir, olgusallığa en uygun birim olarak kelimenin yerine de tümceyi öne çıkardı. Dil, dünya ile içsel bir ilişki içerisindedir. Dil, dünya gibi olgusal değildir ancak dünyanın sınırları içerisindedir. Ancak insanın, her anlamın dile getirilmesine olanak veren diller kurma yeteneğine sahip olduğunu (bkz. 4.002) vurgulayan Wittgenstein, insanın her sözcüğün neyi, nasıl imlediği konusunda da fikri olmadığını savunur. (bkz. yine 4.002). Bu, tıpkı yürüyebiliyor olduğumuz halde nasıl yürüdüğümüzü bilmiyor oluşumuz gibi bilişseldir (cognitive). İşte Wittgenstein'a göre bu ilişkiler, gerçeklerin mantıksal olasılığını belirler. Çünkü mantıksal durumların formları yine dil-mantık ilişkisi tarafından belirlenir. Daha doğrusu resim ile resimlenen, gösterge ile gösterdiği şey arasında bir ilişki vardır. Ancak "Tümce mantıksal formunu ortaya koyamaz; o, onda yansır. Dil, onda yansıyanı, ortaya koyamaz. Dilde kendini dile getireni, biz onunla dile getiremeyiz. Tümce, gerçekliğin mantıksal formunu, gösterir; onu serimler.” (4.121). Peki bu ilişki gerçekliğe ne kadar uygundur? Frege'den fazlasıyla etkilenen Wittgenstein'a göre, biz bu ilişkiyi tanımlayamasak bile gerçeklik, olduğu gibi olmaya devam etmekteydi: "Olgu durumları betimlenebilir, adlandırılamazlar. (Adlar noktalara benzer, tümceler ise oklara, onların anlamı vardır.)"(3.144). Öyleyse dilin yapısında adlar, nesnelerin temel imleri işlevini görürlerken, tümceler adlardan farklı olarak anlamlı yapılardır. Wittgenstein bir adın, bir nesneyi temsil etse dahi onun bir nesnenin resmi olamayacağını söyler: "Ad, adlandırılanın resmi değildir!" Çünkü bir tümcedeki adlar, yalın imlerdir ve olgulardaki tek nesnelerin yerini tutarlar. Ortaya bir resmin çıkabilmesi için tıpkı yapbozun parçalarında olduğu gibi bu tek tek nesnelerin imleri olan adların aralarındaki bağlantıları ortaya çıkaracakları tümceye ihtiyaçları vardır. Böylelikle bir nesnenin temsili olarak yerine geçen adlar aralarındaki bağlantılar sayesinde olgu bağlamını kurup, canlı bir resim gibi anlamı ortaya koyarlar. (bkz. 4.0311). Bunun yanı sıra: "Bir adın, ifade ettiği herhangi bir nesne yoksa anlamsızdır, o hiçbir ad değildir." Modern felsefede John Locke'un "İnsanın Anlama Yetisi Üzerine Bir Deneme " adlı kitabındaki Kelimeler' başlıklı 3. bölümünde ifade ettiği şekliyle geçerli olan anlamın, adlarda aranmasına ilişkin görüşler artık yerini tümceye bırakmış durumdadır. Wittgenstein bunu açık bir biçimde: "Yalnızca tümcenin anlamı vardır; bir adın imlemi ise yalnızca tümcenin bağlamı içindedir."(3.3). diyerek ifade etmektedir. Başka bir açıdan ise Wittgenstein nesnelerin yerine geçen kelimelerin, yine o kelimelerin bir bağlamı olmaksızın anlamlı şeyler olmadıklarını; bağlamın kurulabilmesi için ise birden fazla kelimenin belirli bir form içerisinde bir araya gelişinde ortaya çıktığını öne sürmesindeki neden, adların kendi başlarına bir yargı ifade edemiyor olduğunun farkında olması olarak görülebilir. Anlamlı ve Anlamsız Önermeler Wittgenstein'ın erken döneminde ait olduğu geleneğe uygun olarak önermeler, anlamlı ve anlamsızlar olarak ikiye bölünmektedir. Zaten Wittgenstein'a göre felsefi çözümlemenin temel amacı da anlamlı önermelerin, anlamsız önermelerden farkını ortaya koymaktır. Bir önerme ve kendisi de bir olgu kabul edilen tümcelerin gerçekliğe, yani olgulara uyuşup, uyuşmamaları onların anlamlı ya da anlamsız olduklarını belirlerken, anlamsız olanlar metafizik sayıldıkları için elenirler. Başka bir deyişle, bir tümcenin anlamlı olabilmesi için, gönderimde bulunduğu olgu durumuyla örtüşse de örtüşmese de dış dünyadaki bir olgu durumuna gönderimde bulunması gerekir. Anlamsız tümceler, olgulara dair herhangi bir tasarımlama yapmayan türde tümcelerdir. Simgeler dünyadaki gerçek formlar ile sürekli bağlantı içindedir; şeylerin daha geriye götürülemeyen temel imleri veya adları olan kelimeler, dilde önerme formu içinde bir araya gelmektedirler. Tümce, hakkında konuştuğu gerçeklikle örtüşüyorsa o, anlamlı önermedir. Resmin ortaya koyduğu şey de zaten anlamıdır (bkz. 2.221). Kısaca söylemek gerekirse dil, nesnesini temsil edebildiği ölçüde önermelerin anlamlı veya anlamsız olarak sınıflandırılmalarında ölçüt olur. Burada dikkat edilmesi gereken bir diğer husus ise bir tümcenin doğruluk değeri almadığında da anlamlı olabileceğidir. Açıkça görüldüğü üzere Wittgenstein, düşünceleri gerçekliğin mantıksal resimleri olarak tanıtır ve onun, temsil ettiği gerçekliğin mantıksal formuyla aralarında özdeşlik olduğu varsayımını kabul etmektedir. Her bir resmin - hangi biçimde olursa olsun- gerçeklikle ortak olması gerek mantıksal forma dayanan bir soyutlamaya sahip olması gerekir. (karş: 2.16 - 2.161 - 2.17). Bu soyutlama, ancak anlamlı olan, yani olgu durumlarına denk düşen önermelerin doğru veya yanlış değerleri alabileceklerini söyler. Burada hemen belirtmek gerekir ki anlamsız önermeler, doğru ya da yanlış önermelerden farklıdır. Örneğin Tanrı üzerine önermeler, şiir ve ahlak önermeleri herhangi bir şekilde nesnel olan (ampirik veriye dayanan) şeylerle ilgili ifadeler değillerdir. Bu nedenle eğer dildeki ifadeler ampirik bilim diline karşılık gelmiyorlarsa, kavrayış bağlamında anlamsızlardır. Başka bir deyişle anlamlı önermelerin sınırı, onların görülebilirlikleriyle sınırlandırılmıştır. Tractatus'un Viyana Çevresi'ni fazlasıyla etkileyen asıl görüşü de budur. Wittgenstein'ın Mantıksal pozitivizm için çözüme kavuşturduğu bir diğer önemli sorun da yukarıda bahsettiğimiz yanlış önermelerin, nasıl anlamlı olduklarına ilişkin verdiği cevaplardır. Wittgenstein'a göre bunun için yapılması gereken şey gerçeklik ile tümcenin karşılaştırılmasıdır. (2.223 ve 4.05). Eğer tümce, gerçekliğin bir resmiyse doğru ya da yanlış değerlerini alabilir. (4.06) Öyle ki, bunu tersten okuduğumuzda da ancak doğruluk ve yanlışlık değeri alabilen önermelerin anlamlı olduğunu söyleyebilir. Ve eğer bu bahsi geçen özdeşlik hakkındaki ön kabul olmazsa; dilin, gerçeği temsil etmesine imkân yoktur. Bu varsayımlar eşliğinde “Resim, gerçekliğin bir modelidir.” (2.12) önermesiyle resmin, dil ile gerçeklik arasındaki bağlantısı açıklanmış olur. Özetle adların birliğinde oluşmuş anlamlı cümleler, nesneler dünyasını resmederler. Dil, dünyanın düzenini tam resmediyorsa, önerme doğrudur. Wittgenstein'ın nesne ve onun adı arasında karşılıklı bir ilişki gördüğünden yukarıda bahsetmiştik. Bu nedenle, ona göre önermeler doğru kurulduğu oranda, temsilcisi olduğu nesnelerin düzenini de resmetmiş olur. Resim, gerçekliği tasarımlıyor, modelliyor ve resmediyorsa peki dile düşen görev nedir ve onun işlevi nedir? Wittgenstein bunu: "Dilin tek işlevi gerçekliği resmetmektir." (4.001 ve 4.01) diyerek açık bir biçimde ifade ediyor. Dolayısıyla dil, ancak olgular dünyasını oldukları şekilde yansıttığı zaman işlevini yerine getirmiş sayılır. Wittgenstein'ın ünlü: “Dilin sınırları, benim dünyamın sınırlarını imler” (5.62) önermesi de böylelikle belirli bir bağlama oturduğuna göre dilin, dünyanın sınırlarını nasıl çizdiğine bakmak gerekir. Aslında yukarıda adlar ve tümcelerin arasındaki ilişkiden bahsederken bahsi geçen alan dil-mantık arasındaki ilişkiyi ele alıyordu ve bilginin sınırlarını belirleme yine dil-mantık arasındaki ilişkide ortaya çıkıyordu. Wittgenstein'a göre dil, her şeyden önce bir temsil sistemidir ve ona göre biz dil ile "Olguların resimlerini kurarız." (2.1). Öyleyse Wittgenstein’in resim kuramı, dil-olgu bağının açıklanmaya çalışılmasıdır. Resim Kuramının Anlaşılması Wittgenstein'ın resim kuramı, felsefede Kartezyen düalizmi olarak bilinen zihin-beden ayrımına dayanır. Bu kavrayışa göre zihin, maddeye yönelerek onun bilgisini üretmektedir. Ancak Wittgenstein'ı René Descartes'ın ikili dünya görüşünden ayıran temel bir fark vardır. Bu fark onun, zihinsel olan ile maddesel olan arasında yukarıda bahsettiğimiz bir özdeşlik, ortak bir mantıksal forma sahip olduğunu söylemesidir. Wittgenstein'a göre resimleme ilişkisinin kurulabilmesinin nedeni işte tıpkı bu ikilikte olduğu gibi; dil veya düşünce ile gerçekliğin o bir ve aynı mantıksal formu paylaşıyor olmasıdır. "Olguların mantıksal formu, düşüncedir." (3). Ancak bu noktada karşımıza bir problem çıkmaktadır. Wittgenstein resim kuramında mantıksal formu iki dünyanın kapısının anahtarı olarak belirlerken, mantıksal formun kendisinin açıklanamayacağını ifade eder: "Kendi resimsel formunun resmini ise kuramaz." Wittgenstein, eserinin başında merkezi kavramlar olarak "Dünya", "gerçekler", "durum", "nesneler" ve "nesnelerin formları"nı kapsayan genel bir girişinden sonra kendilerini de gerçeklik olarak kabul ettiği olguların resimlerini açıklamaya başlar. 'in de işaret ettiği üzere Wittgenstein'ın "Tümce gerçekliğin bir resmidir." (4.01) ve "Tüm benzetmelerin, dile getiriş tarzımızın bütün resimselliğinin olanağı, resim kurma mantığına dayanır" (4.015) önermeleriyle ortaya çıkan 'resim nedir?' ve 'resim kurma mantığı nedir?' sorularına cevabı, Tractatus'un 2.12'den başlayıp, 2.19'a kadar olan önermeler zincirinde verilir. H. Visser'e göreyse Wittgenstein, resim kuramını üç adımda sunmaktadır. Yukarıda belirttiğimiz merkezi kavramların ayrımları ve analizleri ona, birinci adımda; resmin burada, bu dünyada yer aldığını ve öğelerinin belirli bir biçimde birbirleriyle ilişkili olduğunu söylemesini sağlar. "Resmi oluşturan, öğelerinin belirli bir tarzda bağlantı içinde olmalarıdır."(2.14). İkincisi ise Wittgenstein'ın: "Bu perspektiften, öyleyse, onu resim kılan tasarımlayıcı ilişki de resme aittir."(2.1513) ve "Her resmin, hangi formdan olursa olsun, -doğru ya da yanlış- resmini kurmak için gerçeklik ile ortaklaşa sahip olması gereken mantıksal form; yani, gerçekliğin formudur." diyerek açıkladığı yön, onun, düşünceleri, gerçeklerin mantıksal resimleri olarak tanıtıyor olmasıdır. Üçüncüsü ise tümcelerin, düşünceleri "duyular aracılığıyla algılanabilir" (bkz. 3.32) bir şekilde ifade ettiğine yönelik görüşüdür. Benzer şekilde Wittgenstein düşüncelerin; "olguların, mantıksal resmi" ve aynı zamanda gerçek bir düşüncenin de ancak "mantıksal resim"(2.182) olabileceğini iddia eder. Dil ise, bu mantıksal forma uyduğu ölçüde onu gösterebilir. Mantıksal formun görünür hale geldiği yer dildir. Olgusal olan her şey ve olgu bağlamları, yani dünya, ortak olan bu mantıksal form sayesinde resmedilebilir ancak mantıksal formun kendisi resmedilemez bir niteliktedir; o, yalnızca gösterilebilir(bkz. 4.121). Bu sebeple önemli Wittgenstein yorumcularından Jaakko Hintikka resim kuramıyla, doğal bir dilde söylediğimiz her şeyin mantıksal bir sembolizme çevrilmesi gerektiği fikri arasında çok yakın bir bağlantı görmektedir. Dilin, resim görünümünün bazı yönleri ile sembolik mantık arasında elde edilen yakın ilişkiyi ortaya çıkaran Hintikka: "Böyle bir perspektiften, Wittgenstein'ın neden kolaylıkla tüm dilin temelde resimsel olduğuna inanmayı tercih ettiğini de hemen anlayabileceğimizi..." iddia etmektedir. Wittgenstein yorumcuları tarafından resim kuramının, dilin ya da anlamın resim kuramı olarak anlaşılmasının ardındaki sebep; onların, Tractatus'un nihai hedefinin 'anlam' olduğu sonucuna varmaları ve bu nedenle Wittgenstein'ın dili, bir resim oluşturan yapıda ortaya koyma eğiliminde olduğu kabulüdür. Tüm bunlardan hareketle artık kolaylıkla söyleyebiliriz ki Wittgenstein, düşünceyi ve dili yapısal olarak birbirleriyle bir ve aynı şey olarak görmektedir. Çünkü hem düşünceler hem de tümceler olguların birer resmi olarak belirlenmektedir. O halde resmin, düşüncede gerçekleşeceğini ve dilde ifade edildiğini söyleyebiliriz. Tüm bu anlatıların ötesinde Wittgenstein Tractatus'unu şu iki önermeyle sonlandırır; birincisi: "Benim tümcelerim şu yolla açımlayıcılardır ki, beni anlayan, sonunda bunların saçma olduklarını görür, onlarla -onlara tırmanarak- onların üstüne çıktığında. (Sanki üstüne tırmandıktan sonra merdiveni devirip yıkması gerekir.) Bu tümceleri aşması gerekir, o zaman dünyayı doğru görür." (6.54), ikincisi ise: "Üzerinde konuşulamayan konusunda susmalı." (7). Dipnotlar Konuyla ilgili yayınlar Rosenberg, J. (1968). Wittgenstein's Theory of Language as Picture. American Philosophical Quarterly, 5(1), 18-30. Hintikka, J. (1969). QUANTIFICATION AND THE PICTURE THEORY OF LANGUAGE. The Monist, 53(2), 204-230. Keyt, D. (1964). Wittgenstein's Picture Theory of Language. The Philosophical Review, 73(4), 493-511. doi:10.2307/2183303 Visser, H. (1999). Boltzmann and Wittgenstein: Or How Pictures Became Linguistic. Synthese, 119(1/2), 135-156. Stenius, E. (1967). Mood and Language-Game. Synthese, 17(3), 254-274. Retrieved May 7, 2021, from Bennett, J. (1957). Erik Stenius. Linguistic structure and the structure of experience. Theoria (Lund), vol. 20 (1954), pp.153–172. Journal of Symbolic Logic, 22(4), 398-399. doi:10.2307/2963985 Stenius, E. (1960). Wittgenstein’s Tractatus, A Critical Exposition of its Main Lines of Thought. Copi, I.M., & Beard, R.W. (Eds.). (1966). Essays on Wittgenstein's Tractatus (1st ed.). Routledge. Shoemaker, S. (1966). The Journal of Philosophy, 63(12), 354-358. doi:10.2307/2024247 Hunter, J. (1965). Wittgenstein's Logical Atomism. By James Griffin, Clarendon Press, Oxford, 1964, pp. viii, 166; $4.50. Dialogue, 3(4), 461-462. doi:10.1017/S0012217300039688 Jarvis, J., & Sommers, F. (1961). An Introduction to Wittgenstein's Tractatus. By G. E. M. Anscombe. (London: Hutchinson University Library. 1959. Pp.179.). Philosophy, 36(138), 374-377. doi:10.1017/S0031819100059805 Sluga, H., & Stern, D. (Eds.). (2017). The Cambridge Companion to Wittgenstein (2nd ed., Cambridge Companions to Philosophy). Cambridge: Cambridge University Press. doi:10.1017/9781316341285 Monk, Ray; 2005, Ludwig Wittgcnstein - Dahinin Görevi, Kabalcı Yayınevi Alkayış, A . (2018). Dil Felsefesi Bağlamında Wittgenstein’in Tractatus Logico-Philosophicus İle Felsefi Soruşturmalar Döneminin Karşılaştırılması . Uluslararası Anadolu Sosyal Bilimler Dergisi, 2 (1), 35-47 . Tantray, M. A. (2018). Wittgenstein on critique of language. Azak, M. (2016). Wittgenstein felsefesinde" geçiş dönemi" üzerine bir inceleme (Master's thesis, İnönü Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü). Çiftçi, E. (2009). Temsilden kullanıma: Resim kuramının evrimi. Magsi, I. K. (2019). Erken dönem Wittgenstein’da resim kuramı (Master's thesis, Bursa Uludağ Üniversitesi). Dilek, Arlıçil (2019). Wittgenstein’ın Birinci Dönem Düşüncelerindeki Resim Kuramı ve Anlamla İlgili Sorunlar. Kilikya Felsefe Dergisi, (2), 102-115. Erol, A. G. T. Analitik Felsefe ve Wittgenstein. ICHACS, 398. __İÇİNDEKİLERZORUNLU____DİZİN__ Kategori:Dil felsefecileri Kategori:Dil felsefesi Kategori:Wittgenstein Kategori:Viyana Çevresi
 

Tema özelleştirme sistemi

Bu menüden forum temasının bazı alanlarını kendinize özel olarak düzenleye bilirsiniz.

Zevkine göre renk kombinasyonunu belirle

Tam ekran yada dar ekran

Temanızın gövde büyüklüğünü sevkiniz, ihtiyacınıza göre dar yada geniş olarak kulana bilirsiniz.

Izgara yada normal mod

Temanızda forum listeleme yapısını ızgara yapısında yada normal yapıda listemek için kullanabilirsiniz.

Forum arkaplan resimleri

Forum arkaplanlarına eklenmiş olan resimlerinin kontrolü senin elinde, resimleri aç/kapat

Sidebar blogunu kapat/aç

Forumun kalabalığında kurtulmak için sidebar (kenar çubuğunu) açıp/kapatarak gereksiz kalabalıklardan kurtula bilirsiniz.

Yapışkan sidebar kapat/aç

Yapışkan sidebar ile sidebar alanını daha hızlı ve verimli kullanabilirsiniz.

Radius aç/kapat

Blok köşelerinde bulunan kıvrımları kapat/aç bu şekilde tarzını yansıt.

Foruma hoş geldin 👋, Ziyaretçi

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Foruma üye olmak tamamen ücretsizdir.

Geri