Nisan 2012'ye gelindiğinde, Financial Times'ta yayınlanan etkileyici bir yazıda, Türkiye'deki sağlık reformunun hekimler için ne kadar zorlu bir sürece dönüştüğü ele alındı. Yazıda vurgulanan temel nokta, politikacıların, özellikle AKP'nin, kısa vadeli çıkarları için verdiği vaatlerin ve düzenlemelerin pratikte hekimlerin yaşadığı sıkıntıları artırdığı ve sağlık hizmetlerindeki kalite düşüşünü fark etmeye başlayan halkın buna karşı yanlış zaman ve yerde tepki göstermeye başlamasıydı. Son birkaç aydır ana akım medyayı takip edenler, sağlık sektöründe çalışmayan kişilerin bu kadar net bir şekilde olayları analiz edebilmesine tanıklık etmemişti maalesef. Analitik düşünceye boşuna vurgu yapılmıyor tabii ki, konuyu dağıtmadan devam edelim...
Aslında, sağlık çalışanlarına yönelik şiddetteki bu artış sadece Türkiye'ye özgü bir durum değil. Özellikle son 10 yılda dünya çapında yükselen bir pandemi gibi yaygınlaşmış bir sorun var. ABD, İngiltere, İsrail, Japonya ve Çin gibi ülkelerde de sağlık çalışanlarına yönelik şiddet konusunda yaşanan tartışmaların Türkiye'dekiyle neredeyse aynı olduğunu, hatta bazı ülkelerde birkaç yıl farkla yaşandığını görebiliyoruz. Totaliter ülkelerden Çin'den, liberal Japonya'ya, hatta Türkiye gibi gelişmiş ve ölçülü toplumların da sağlık çalışanlarına yönelik şiddette artış yaşanması, küresel bir eğilim olarak üzerinde düşünülmesi gereken bir durum.
Peki, dünya insanları, genelde dokunulmaz kabul edilen sağlık sektörüne neden saldırmaya başladılar? Onları bu kadar patlamaya hazır hale getiren neydi? Geçtiğimiz yıl USA Today'de yayınlanan bir makalede şiddet, "sağlık sistemindeki işlev bozukluğunun bir belirtisi" olarak ele alınıyor. En çarpıcı kısımlardan biri şu şekilde; "Artık hastalar sağlık hizmetinin bir meta haline geldiğini fark etmeye başladılar. Doktor-hasta ilişkisindeki bozulmanın temel sebebinin hekimlerin daha kısıtlı sürelerde daha fazla hasta görmeye zorlanması olduğunu düşünüyorum. Hastalar oldukça gergin ve bazıları doğrudan saldırıya geçiyorlar."
Rant ekonomisine dayanan küresel ülkeler bu sorunu ne kadar örtbas etmeye çalışsalar da gerçeği gizleyemiyorlar. ABD'nin sağlık harcamaları 2.5 trilyon doları aşmış durumda ve bu harcamalar kişi başına arttıkça genel sağlık göstergeleri birçok gelişmiş ülkenin gerisinde kalıyor. Özel sigorta şirketleri ise kurdukları ticari sağlık düzeniyle açmaza sürüklenmiş durumdalar ve kendi hükümetlerini lobi tetikçileri aracılığıyla tehdit ederek ayakta kalmaya çalışıyorlar. Yani, rüya sona erdi. Liberal sağlık sistemleri ve sermaye ayrıcalıklarına dayanan sistemler, bazılarında 50 yılda bazılarında ise Türkiye'deki gibi 3 yılda iflas ediyor. Hekimlerin sağlıkta dönüşüm yasasına yönelik eleştirilerini genellikle bencilce algılayan halk, sektördeki plansızlığın ve israfın zararlarını yavaş yavaş hissetmeye başlıyor. Hekimlerin eleştirilerini genellikle "özlük hakları" üzerinden savunmaya çalışan meslek örgütlerinin stratejik bir hata yaptığını düşünüyorum. Çünkü halk, değişikliklerin hekimlerin karşılaştığı sosyal adaletsizlikler ve kanunsuzluklar gibi sorunları anlatıp sızlandığını gördüğünde, anlam veremiyor ve ilgilenmiyormuş gibi davranıyor.
Gelinen noktada, özel hastaneler neredeyse tamamen ücret almaya yönelmiş durumda, üniversite hastaneleri ve devlet hastaneleri arasındaki sevk zincirinin ortadan kalktığı bir düzende, gerçekten sağlık hizmetine ihtiyacı olanların bu hizmetlere ulaşması çok daha zor hale geldi. Son şiddet olayları ise vaadedilen cennetin gelmeyeceğini acı bir şekilde anlayan bir toplumun, devletin tüm kurumlarına ve temsilcilerine gösterdiği şiddetin sağlık sektörüne yansımasıdır. Dr. Ersin Arslan ve görevleri başında hayatını kaybeden tüm sağlık çalışanlarını rahmetle anıyorum. Onların hatıraları, bu ülkeyi daha adil ve yaşanabilir kılacak günlerin habercisi olacaktır.
Aslında, sağlık çalışanlarına yönelik şiddetteki bu artış sadece Türkiye'ye özgü bir durum değil. Özellikle son 10 yılda dünya çapında yükselen bir pandemi gibi yaygınlaşmış bir sorun var. ABD, İngiltere, İsrail, Japonya ve Çin gibi ülkelerde de sağlık çalışanlarına yönelik şiddet konusunda yaşanan tartışmaların Türkiye'dekiyle neredeyse aynı olduğunu, hatta bazı ülkelerde birkaç yıl farkla yaşandığını görebiliyoruz. Totaliter ülkelerden Çin'den, liberal Japonya'ya, hatta Türkiye gibi gelişmiş ve ölçülü toplumların da sağlık çalışanlarına yönelik şiddette artış yaşanması, küresel bir eğilim olarak üzerinde düşünülmesi gereken bir durum.
Peki, dünya insanları, genelde dokunulmaz kabul edilen sağlık sektörüne neden saldırmaya başladılar? Onları bu kadar patlamaya hazır hale getiren neydi? Geçtiğimiz yıl USA Today'de yayınlanan bir makalede şiddet, "sağlık sistemindeki işlev bozukluğunun bir belirtisi" olarak ele alınıyor. En çarpıcı kısımlardan biri şu şekilde; "Artık hastalar sağlık hizmetinin bir meta haline geldiğini fark etmeye başladılar. Doktor-hasta ilişkisindeki bozulmanın temel sebebinin hekimlerin daha kısıtlı sürelerde daha fazla hasta görmeye zorlanması olduğunu düşünüyorum. Hastalar oldukça gergin ve bazıları doğrudan saldırıya geçiyorlar."
Rant ekonomisine dayanan küresel ülkeler bu sorunu ne kadar örtbas etmeye çalışsalar da gerçeği gizleyemiyorlar. ABD'nin sağlık harcamaları 2.5 trilyon doları aşmış durumda ve bu harcamalar kişi başına arttıkça genel sağlık göstergeleri birçok gelişmiş ülkenin gerisinde kalıyor. Özel sigorta şirketleri ise kurdukları ticari sağlık düzeniyle açmaza sürüklenmiş durumdalar ve kendi hükümetlerini lobi tetikçileri aracılığıyla tehdit ederek ayakta kalmaya çalışıyorlar. Yani, rüya sona erdi. Liberal sağlık sistemleri ve sermaye ayrıcalıklarına dayanan sistemler, bazılarında 50 yılda bazılarında ise Türkiye'deki gibi 3 yılda iflas ediyor. Hekimlerin sağlıkta dönüşüm yasasına yönelik eleştirilerini genellikle bencilce algılayan halk, sektördeki plansızlığın ve israfın zararlarını yavaş yavaş hissetmeye başlıyor. Hekimlerin eleştirilerini genellikle "özlük hakları" üzerinden savunmaya çalışan meslek örgütlerinin stratejik bir hata yaptığını düşünüyorum. Çünkü halk, değişikliklerin hekimlerin karşılaştığı sosyal adaletsizlikler ve kanunsuzluklar gibi sorunları anlatıp sızlandığını gördüğünde, anlam veremiyor ve ilgilenmiyormuş gibi davranıyor.
Gelinen noktada, özel hastaneler neredeyse tamamen ücret almaya yönelmiş durumda, üniversite hastaneleri ve devlet hastaneleri arasındaki sevk zincirinin ortadan kalktığı bir düzende, gerçekten sağlık hizmetine ihtiyacı olanların bu hizmetlere ulaşması çok daha zor hale geldi. Son şiddet olayları ise vaadedilen cennetin gelmeyeceğini acı bir şekilde anlayan bir toplumun, devletin tüm kurumlarına ve temsilcilerine gösterdiği şiddetin sağlık sektörüne yansımasıdır. Dr. Ersin Arslan ve görevleri başında hayatını kaybeden tüm sağlık çalışanlarını rahmetle anıyorum. Onların hatıraları, bu ülkeyi daha adil ve yaşanabilir kılacak günlerin habercisi olacaktır.