Ülkemizde hukukçuların ilham aldığı örnekler genellikle hukuk biliminden ziyade geçmişteki hukukçulardır. O gün keşif bölgesindeydik. Bilirkişiler, arazi anlaşmazlığına konu olan tarlayı ölçüyordu. Ben de yargıç veya savcı adayı olarak katılacağımız kura çekimine sadece birkaç gün kalmıştı. İlin en başarılı ve güvenilir hukukçularından, daha sonra Yargıtay üyesi olan merhum asliye hukuk yargıcı, staj sonrası atanacağımı hatırlatarak sordu: "Yargıç mı olmak istersin, savcı mı?" Ben de "Hangisi olursa" diye cevap verdim. Anlayışlıca karşıladı. "Bu mesleği beğenmedin mi?" diye sorduğunda ise şunları söyledim: "Bazı prosedürleri anlamakta zorlanıyorum, çok formal geliyor. Duruşmanın ilk oturumunda tarafları ve avukatlarını çağırıyorsunuz. Onlar pek konuşmuyor. Siz, onların yerine yazmanız gerektiğini düşünerek tekrar dilekçeleri tutanak altına alıyor, sonra da yeni bir duruşma günü tayin ediyorsunuz. Böyle bir oturum ve işlem yapmadan duruşmaya başlamak zorunlu mu?" Bir süre düşündükten sonra yargıç bana şöyle dedi: "Bilmiyorum, hiç o açıdan düşünmemiştim. Biz de ağabeylerimizden öğrendiğimizi yapıyoruz." Gerçekten de, böyle örnekler ve geçmişteki hukukçular varken, akademik eserleri karıştırıp okumaya ne gerek vardı ki!? Bu konuşmalar, ülkemizdeki hukuk sisteminin durumunu hem şaşırtıcı hem de vurgulayıcı bir şekilde ortaya koyuyordu.